İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Vahşet bilançoları

Erol Özkoray

Paris’e dönünce ilk işim, Istanbul’da kaçırdığım, Otel Ruanda filmine gitmek oldu. 1994 yılında üç ay gibi kısa bir sürede Hutularin, en ilkel yöntemlerle kasaturalar ve palalarla tam bir milyon Tutsiyi vahşice yok etmelerini ekranda görünce hem dehşete kapıldım, hem de belgesiz soykırımların -çünkü hiçbir soykırımın belgesi olmaz- iktidarlar tarafindan gerçeklestirilmelerinin ne kadar kolay olduğunu düşündüm. Korumasız ve savunmasız sivil topluluklarin aniden ortadan kaldırılmaları için, Almanların Yahudilere yaptığı gibi, her zaman, Ziklon B gazını bulmak, endüstriyel yöntemleri icat etmek ve yaratıcı çalışma (!) yapmak gerekmiyor. Osmanlıların gerçekleştirdiği gibi, kafileleri Suriye çöllerine doğru zorla yola sürmek, kisa sürede bir milyon insanın yok olmasına yol açabiliyor. Bir milyon insanı sayı olarak telaffuz etmek çok kolay görülebilir. Daha iyi anlaşılabilmesi için şu örneği verelim: Tam 25 adet İnönü stadyumu dolusu insan ! Ermenilerin maruz kaldıkları vahşetin boyutunu anlatmak için bu bile az.

Bir aydır Türkiye’de resmi ağızlardan, devletten, devletin sözde aydınlarından bilançolar, sayılar ve istatistikler duyuyoruz. Tarihi sürekli çarpıtmalarının ve yalan söylemelerinin ötesinde bir şey dikkatimi çekti. Bunlar medyada dile getirilirken bu sözcülerin tümüne insaniyetten yoksun bir tavir egemen. ‘300 bin ya da en fazla 600 bin Ermeni öldü!’ derken hepsi duygusuz, ruhsuz ve soğuk.

Hiçbirinde pişmanlık duygusu yok ve tümü cellat gibi konuşuyor. Beyler! Baş organizatör telgrafçı katil Talat’ın defterinden çıikan rakamlar bile bir milyona yakın. Bir milyon erkek, kadın, çocuk ve yaşlı insandan bahsediyoruz.

Bir karşılaştırma yaparsak, Osmanlı’yı derinden sarsan
Çanakkale Savaşları’nda, 20. yüzyılın ilk cehennemi ve kasaplığında bile toplam 465.000 kişi yaşamını yitirmişti.

Bunlardan 265 bini Osmanlı vatandaşıydı. Koskoca Kurtuluş Savaşı’nda ölenlerin toplamı 30 bin kişiydi.

Resmi genel tavrın bu niteliği bizi başka bir tespite götürüyor. Üstyapı anlamında, devletin hakim ideolojisi artık ırkçı olmuş. Bu süreç 1980 darbesiyle başladı, yine TSK’dan kaynaklanan ‘sözde vatandaş’ ayrımcılığına kadar götürüldü. Rakamlarin ruhsuz bir biçimde sıralanmasının ardında açık ya da gizli ırkçılık ve sinsi bir faşizm hakim.

Bu umarsız tavır son Kürt Savaşı’nın kayıplarına da yansıyor. Ordu, Kürtleri suçlarken hep 30.000 ölü rakamı dile getirilir, sanki Kürtler bu kadar insanı öldürmüş gibi. Devlet bundan hem siyasi çıkar sağlama peşindedir, hem de dezenformasyon için malzeme olarak kullanır. Ama dramatik bir detayi hep göz ardı eder: Bunlardan 25 bininin Kürt olduğu ve devlet tarafından öldürüldügü kasıtlı olarak unutulur!

Şimdi işin asil özüne geliyoruz. Türkiyenin asıl sorunu insana değer vermeyen, onu yok sayan otoriter ve faşizan devlet yapısı. Pişmanlık duygusunun gelişmesi ve insanlara ilişkin değerlerin oluşabilmesi için bu ceberrut devlet yapısından kurtulmak gerekiyor. Dehşet sayılarının içinin doldurulabilmesi ve onlara insani boyut kazandırabilmenin tek bir yolu var: Demokrasi.

Yorumlar kapatıldı.