İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Taha Parla : Dominolar düşerken – Radikal 2

Bazı
konular vardır, fazla laf kaldırmaz; çok önemli ve
çok nazik olmalarına
karşın. Hatta belki de önemli ve nazik oldukları için. Laf
uzadıkça
kavramsal berraklık azalır, alışkanlıklar ve önyargılar
katmerlenir,
ilkeler ve sınır çizgileri bulanır, vb. “Soykırım mı, değil mi”
meselesi de bana bunlardan biri gibi görünüyor. (Hemen
söyleyeyim:
Tartışmayalım demiyorum; işi yokuşa sürmek amacıyla lafı
uzatmayalım
demek istiyorum.)

Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması ile
İlgili
Birleşmiş Milletler Konvansiyonu’nun (2000 itibarile 130 ülke
tarafından imzalanmış olan) 2. maddesi, soykırımı tanımlıyor. Bu
konvansiyonda soykırım ulusal, etnik, ırksal ve dinsel bir grubu kısmen
veya tamamen yok etmek niyetiyle/kasdiyle işlenmiş aşağıdaki
eylemlerden herhangi biri anlamına gelir:

a) Bir grubun mensuplarını öldürmek,

b) Bir grubun mensuplarına bedensel veya zihinsel olarak ciddi
şekilde zarar vermek,

c) Gruba, fiziki varlığını tamamen veya kısmen tahrip amacı
güden yaşam koşulları dayatmak,

d) Gruba, doğumları önlemek niyetiyle önlemler empoze
etmek,

e) Bir grubun çocuklarını zorla başka bir gruba aktarmak. (1)

Bu tanımın kapsamına epey bir şey girer, çünkü
genel
tanım/sınıflandırma kuralına uygun sayılır. Ne anlamsızlaşacak derecede
geniştir ne de ilgili örneklerin bir bölümünü
dışarıda bırakacak ölçüde
dardır. “Efradını câmi, ağyarını mâni/Fertlerini
içeren, gayrılarını
dışlayan” denecek cinstendir.

Bu tanımın biraz üzerinde durursak, örneğin (a) fıkrası
bir grubun
mensuplarını, bazılarının bugünlerde yaptığı gibi, “salt o grubun
üyeleri oldukları için” öldürmek demiyor; “bir
grup”, ulusal, etnik,
ırksal, dinsel bir grup diyor. (Biz buna siyasal ve kültüreli
de niye
eklemeyelim?) Neden ve niyetten çok da fiil ve sonuç
üzerinde durarak.
Nedenler çeşitli olabilir; daha önemlisi sonuçlar
değil mi? (Belli bir
durumda, birden fazla neden varsa, ki çoğu zaman öyle
oluyor, ne
yapacağız?) O yaklaşım çok daraltıcı oluyor ve
“fertleri”/benzerleri/çok yakın örnekleri dışarıda
bırakıyor ve
böylelikle sorumluluktan sözde kaçınılmış oluyor.

İnsanlık tarihinin belki de hatırlanan en eski genosidi/soykırımı
olan, M.Ö. (Ò) 30.000’lerde Afrika’dan gelen Kromanyon
insanının
Avrupa’daki Neandertal insanı (bir rivayete göre) tümden imha
etmesi
olayına ne diyecektik? Kromanyonlar, Neandertaller’i sırf Neandertal
oldukları için değil, jeopolitik, iktisadî, milli, siyasi,
vb.
çıkarları için kesti desek, temize mi çıkmış
olacaktık?

İspanyollar Orta ve Güney Amerika’daki yerlileri, İngilizler
(daha
sonrasının Amerikalıları) Kuzey Amerika’daki yerlileri ha sırf yerli
oldukları için kesmişler, ha köle diye, ucuz emek diye
itlaf etmişler;
ne fark edecekti? Sonuç aynı, iki niyet de birbirinden beter.

Korkarım, yukarıdaki türden bir “tanım püritenliği”nin
altında
defansif, eleştiri-savar sanılan bir kurnazlık (!) yatıyor. Son domino
taşının da düşmesi sanki böyle önlenebilirmiş gibi. Oysa
domino teorisi
aleyhte çalışmaya devam ediyor ve taşlar bir bir
düşüyor. Sırayla
(aşağı yukarı):

Olayı inkâr: Olmadı, yapmadık, etmedik; asıl onlar yaptı.
(Kanıtlar karşısında düştü.)

Suçu paylaş(tır)ma: Biz de yaptık, onlar da yaptı. Sanki bu,
herhangi bir tarafı aklarmış gibi. Oysa ikisinin de (yapan herkesin de)
sicilini karartır, kirletir. (Olgusal olarak doğru olsa da sorumluktan
kurtaramayacağı için düştü.)

Olayın boyutlarını küçültme: Yaptık ama milyon kere
değil 300 bin
kere yaptık. “Zaten emekli büyükelçi falancanın kitabı
da milyon değil,
400 bin bile değil, sadece 300 bin olduğunu kanıtlıyor”. Başka bir
deyişle, “Valla hâkim bey, maktûlû 38 yerinden değil,
sadece 28
yerinden bıçakladım” ya da “Zimmetime 100 milyar
geçirdiğim iftiradır,
yalnızca 80 milyar geçirdim,” vb., vb., vb. (Apaçık
ahlakî ve mantıkî
nedenlerle düşmek üzere. Ortaya atılması ve epeyce sahnede
kalması bile
ayıptı.)

Hakim/hakem/bilirkişi manevrası yapmak: “Herkes konuşmasın, bu işi
tarihçilere bırakalım.” Bir, tarihçilerin en tarafsız,
doğru, dürüst
olacağının kerameti nereden geliyor? İki, istenen B’yi değil de,
istenmeyen A’yı söyleyen tarihçileri hemen topa tutmadık
mı? (Bu da
düşmek üzere.)

Sondan bir önceki dominoya geliyoruz ve başa
dönüyoruz:

Olayın tanımını/adını daraltarak sorumluluktan kaçınma:
“Efendim,
soykırım, bir grubun mensuplarını sırf öyle oldukları için
öldürmektir;
biz onun için öldürmedik, başka
özellikleri/eylemleri nedeniyle
öldürdük, binaenaleyh yaptığımıza olsa olsa katliam
denebilir.”

Sayın emekli ve muvazzaf büyükelçiler ve
generaller, seçkin devlet
adamları, saygın akademisyenler! Neyi kurtarıyorsunuz? Soykırım sizi
mahçup ediyor da, katliam rahatlatıyor mu? Önemli olan, bir
olaya
verilen ad mıdır? (Kaldı ki ikisi de berbat.) Size göre ehven-i
şer
olanda ısrarınızın arkasında hangi son domino taşı var?

Bu öyle bir çıkmaz sokaktır ki, hiç girmemek
lazım. Herkesin
gardırobunda iskeletler var. Kimsenin eli tümüyle temiz
değil.
Retrospektif/retroaktif suç muhasebesi/envanteri yapmaya
kalkışmak,
benim elim görece daha temiz’i/senin elin daha pis’i kanıtlamaya
çabalamak ancak ve ancak “tencere dibin kara” kavgasını
kronikleştirir.
Ölçüp biçmeye girişmeden, kan davasına
dönüştürmeden, ama inkâra da
sapmadan, suçu kabul ile birlikte tekrarlamama
taahhüdünde bulunmak,
herkes için tek seçenektir. Burada söylenen,
özne terimi X’in içi Türk,
Ermeni, Kürt, Alman, Yahudi, Amerikalı, Fransız, İspanyol,
İngiliz,
Hintli vb., vb. diye doldurulabilecek,
milliyetçilikler-üstü bir genel
formüldür.

1-H.J. Steiner ve P. Alston, International Human Rights in Context
(Oxford, 2000), s. 122.

Yorumlar kapatıldı.