İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Üzerimize çok geliyorlar

Prof.Dr. Toktamış Ateş

Sayın Kemal Derviş, Avrupa Birliği’ne girmediğimiz takdirde, Meriç Nehri’nin yeni bir demir perde olacağını söylerken sanıyorum çok haklıydı. Avrupa’ya teslim olunmak istenmesine kesinlikle karşıyım. Ancak her esen rüzgardan nem kaparak ve Ermeni meselesi, Kuzey Irak sorunu, Güneydoğu sorunu, Öcalan sorunu gibi sorunların çözümünde esnek davranmaktan uzaklaşarak, yolumuzun kapanmasına da karşı çıkıyorum.

Yıllardan beri Batı dünyasının “günah keçisi” olduk. Bir tür “şamar oğlanı” diyeceğim; ama böyle bir şeyi asla kendimize yakıştırmam ve eğer onlar öyle düşünüyorsa, çok yanılıyorlar. Umarım ne derece yanıldıklarını onlara gösterme fırsatımız bir gün olur.

Son yıllarda başta ABD ve Avrupa devletleri olmak üzere üzerimize gelenlere bakıp, bu durumu Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle açıklayanlar sanıyorum yanılıyorlar. Bu hesap, çok eskilere dayanan bir hesap. Örneğin 1964 Haziran’ında Başkan Johnson, o dönemin başbakanı İsmet Paşa’ya utanç verici bir mektup yazar ve “bizim size verdiğimiz silahları istediğiniz yerde kullanamazsınız, ancak bizim istediğimiz yerde kullanırsınız” dediği zaman, Soğuk Savaş en hararetli biçimiyle sürmekteydi.

Gene aynı şekilde Almanya, Türk vatandaşlarına vize koyduğu zaman Soğuk Savaş tam anlamıyla sona ermemişti. İlk Ermeni anıtı Marsilya’da açıldığında ve ASALA, dış misyon görevlilerimizi teker teker öldürdüğünde gene Soğuk Savaş devam ediyor ve bu olayların cereyan ettiği ülkeler sözde “dost ve müttefikimiz” sıfatını taşıyorlardı.

* * *

Ancak son dönemlerde üzerimize biraz fazla geliniyor. Bir yandan olmayan bir Ermeni soykırımı suçlaması sürerken, öte yandan Abdullah Öcalan’ın yargılanması ile ilgili Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararı, diğer yandan Kıbrıs’ta Papadapoulos’un uzlaşmaz ve şımarık tavrı, bunlara ilaveten AB üyesi kimi ülkelerin haddini bilmez çıkışları ve nihayet ABD’nin olumsuz tavrı, gerçekten katlanılmaz bir durum ortaya çıkardı.

Ermeni diasporasının gençlerinin Ermeni kimliğini kaybetmeye eğilimli olmaları nedeniyle endişeli olmasını ve nostaljik birtakım duygularla olmayan bir şeyleri kargılamasını anlayabiliriz. Ancak bu yalanlara inanmak ve bu çerçeve içinde yaptırımlar düşünmek, gerçekten inanılmaz. 24 Nisan 1915’te Ermeni cemaatinin birtakım önde gelenlerinin, çıkartılması düşünülen, “Tehcir Yasası” ile (hicret ettirme-göç ettirme) ilgili direnmelerini kırabilmek için, gözaltına alınarak sürgün edilmelerinin soykırım ile ne ilgisi olabilir? 14 Mayıs 1915’te çıkartılan ve 7 Eylül 1915’te gereğinin yapılmasına başlanan Tehcir Yasası, soykırım değil zor savaş koşulları altında alınması belki de kaçınılmaz olan, bir önlemdir. Aynı şeyi 1941 Aralık’ında Japonya ile savaşa tutuşan ABD kendi vatandaşlarına yapmadı mı? Hiçbir bozgunculuğu olmayan 120 bin vatandaşını evinden, işinden edip konsantrasyon kamplarında enterne etmedi mi? Ve bu insanları 4 yıl oralarda perişan ettikten 30 yıl sonra birer özür mektubu ve 20’şer bin dolarlık birer çek göndererek, ellerini temizlemiş mi oldu? Ya Kızılderililere yaptıkları?

Fransa’nın Cezayir’de yaptıkları, Belçika’nın Kongo’da yaptıkları… Bunlar soykırım değil mi?..

* * *

1915 yılında Ermenilerle ilgili olarak yaşananların elbette savunulacak bir yanı yoktur. Zor savaş koşulları içinde yaşanan çok acı günlerdir. Ancak bu acı, sadece Osmanlı’nın Ermeni tebaasının değil, tüm Osmanlı halkının çektiği bir acıdır. Hiç kimse bunun hesabını hiç kimseye vermek zorunda değildir.

Benim endişem, sözde dost ve müttefik görünen ve gene sözde insan haklarına saygılı ve dürüst görünen kimi ülkelerin, bu konuyu böylesine istismar etmelerinin, memleketimizde şoven bir tepki ortaya çıkarması olasılığıdır. Zaten ulusça duyguları çok kolay provoke edilen bir toplumuz. Geçtiğimiz haftalardaki “bayrak olayları”nda da bu duyarlılığı, duygusallığı ve nasıl kolayca provoke edildiğini acı bir biçimde yaşadık. Şimdi böylesine üzerimize gelinmesi, hem bu devletlere karşı, hem de bu devletlerin temsil ettiği Avrupa Birliği’ne karşı bir tepki ortaya çıkarabilir. Doğrusunu isterseniz Avrupa Birliği’ne girmenin tüm sorunlarımızı çözeceğine inanmadığım gibi, Avrupa Birliği’ne girememenin de dünyanın sonu olacağına inanmıyorum. Fakat böyle manasız ve yalan dolana dayanan senaryolar nedeniyle şoven duyguların provoke edilmesi ve bunun neticesinde olumsuz bazı adımlar atılması, doğrusu beni rahatsız edebilir.

Sayın Kemal Derviş, Avrupa Birliği’ne girmediğimiz takdirde, Meriç Nehri’nin yeni bir demir perde olacağını söylerken sanıyorum çok haklıydı. Avrupa’ya teslim olunmak istenmesine kesinlikle karşıyım. Ancak her esen rüzgardan nem kaparak ve Ermeni meselesi, Kuzey Irak sorunu, Güneydoğu sorunu, Öcalan sorunu gibi sorunların çözümünde esnek davranmaktan uzaklaşarak, yolumuzun kapanmasına da karşı çıkıyorum.

Bu işlerin doğrusunu kestirebilmek çok güç. Egemenlik hakkı nerede zedeleniyor, şovenizm nerede başlıyor, ayırt edilemiyor. Ancak herhalde soğukkanlılığımızı yitirmemek ve her hareketimizden önce içimizden 40’a kadar saymak zorundayız.

İSTANBUL BİLGİ ÜNİVERSİTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ

Yorumlar kapatıldı.