İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Yanlış psikoloji

Murat Belge

Kıyıma ‘genosid’ demenin ne kadar yerinde olduğunu tartışırken, pazar günü, öldürme kastının ve ayrıca bu hedef için oluşturulan örgütlenmenin kapsamından söz ettim. Çeşitli ülkelerin ceza yasalarında, öldürmenin bireysel örneklerinde, bir de ‘tahrik’ öğesine yer verilir ki, topluluklararası çatışmalarda da bunun önemi azımsanamaz. Bu konuda, Almanya’da olanla burada olanı kıyasladığımızda, gene belirgin bir farkla karşılaşıyoruz. Almanya’da Yahudiler hiçbir şey yapmamışlardı. Buradaki Taşnak’la, Hınçak’la kıyaslanabilir hiçbir örgütleri, Almanya’dan ayrı bir hayat yaşamak üzere hiçbir planları yoktu. Burada ise kıyım öncesinde de silahlı Ermeni hareketlerine rastlanır. Bu girişimlerde yeterince açık
bir etnik imha kararlılığı görülür.

Bunu, bu noktada, Ermeni tarafından gelen bir tahrik olduğu olgusunu belirtmek ve 1915’le Holocaust’un hukuki değerlendirmesi çerçevesinde hesaba katılması gereken bir başka öğenin altını çizmek için söylüyorum. Yoksa, ‘ilk kim yaptı?’ tartışmasına bir girildi mi, bunun sonu yoktur. Adem’in elmayı ısırdığı ana kadar geri dönmemiz gerekebilir. 1895’te olanları mı alacağız, ondan öncesini mi? Berlin’de Osmanlı Devleti’nin ‘vilayat-ı sitle’de ıslahat yapmayı taahhüt ettikten sonra kılını oynatmamasını mı? Abdülhamid’in kurdurduğu Hamidiye Alayları’nın marifetlerini mi?

Zaten bu nedenle ‘Sorunu tarihçiler çözsün’ demek absürd bir görüştür. Tarihçiler geçmişi inceler, geçmiş de son derece karmaşıktır; bakış açıları, yorumlar, değerlendirmeler bireyden bireye değişir. Oysa iki halk arasındaki ilişkileri düzeltmek, önceliğe geleceği ilgilendiren bir iştir. Bu iş, geriye bakarak değil, ileriye bakarak yapılır.

Ancak, geldiğim şu noktada, ‘genosid’ kavramının bu olaya karışmasının, ‘ileriye bakma’yı güçleştiren bir rol oynadığını gözlemlediğimi de söylemeliyim. Aynı zamanda geriye nasıl bakacağımız konusunu da karıştırıyor. Çünkü ‘tarihi’ bir olayın tespiti ve açıklaması sorusunun üzerine ‘hukuki’ bir soruyu oturtuyor. Bu da öyle sıradan bir ‘hukuk’ sorusu değil; önce bir tarafın, sonra da kaçınılmaz olarak öbür (savunmadaki) tarafın bu olayla ilgili bütün duygu birikimi bu kelimenin içine boşaltılıyor.

Bunun Türkiye’de aldığı biçim üstüne birkaç şey söylemek istiyorum. Eğitim ve öğretim düzeninin özsel bir parçası olarak bu olayın üstünün örtüldüğü, örtülemediği zaman da ‘Onlar bizi öldürdü’ diye anlatıldığı malum. Böyle olmasını eleştirmek değil, şimdi varmak istediğim nokta, bunun bir sonucu.

Sıradan bir Türk yurttaşı için, tarihte bir Ermeni kıyımı yapılmış olduğunu öğrenmek, bir ‘şok’ halinde gerçekleşiyor. Böyle bir olguyla yüzleşmek, kimse için kolay bir şey değil. Aslında, bu gibi şeylere karşı duyarlılığınız daha fazlaysa, kabullenmesi de daha zor olabilir.

Ama işin içine, aynı anda, bir de ‘genosid’ yaftası giriyor. Sıradan Türk yurttaşı Ermeni kıyımını bilmiyor, ama Holocaust’u bilmeyen dünyada yok. ‘İşte, senin ataların bunu yaptı’ demiş oluyorlar, yani.

Böyle bir şeyi kabullenmek büsbütün güçleşiyor ve ‘genosid’ suçlamasının
payı arttıkça, buna karşı ‘Hayır, bu bir yalandır’ diye tepki göstermenin ahlaki haklılığı da artıyor. Bununla, bu koşullarda karşılaşan bir Türk için soru ‘Tarihte şöyle şöyle bir olay oldu mu?’ türünden nesnel bir soru olmaktan çıkıyor; ‘Sen bir alçak mısın?’ sorusuna dönüşüyor.

Nesnel sorunu açığa çıkarmak istiyorsak, bunun doğru psikolojik yöntemi bu değil.

Yorumlar kapatıldı.