İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Geriye dönük uygulanabilirlik (2)

Gündüz Aktan

Geçen cumartesi günkü yazımda, Eski Yugoslavya Uluslararası Mahkemesi’nin 19 Nisan 2004 Bosna – Hersek soykırım kararının, 1821-1922 arasında Türklere Balkanlar ve Kafkasya’da yapılan katliamlar için emsal oluşturduğunu söylemiştim. 1948 tarihli Soykırım Sözleşmesi’nin 90 yıl önceki Ermeni olaylarına hukuken uygulanamayacağını ileri sürerken, çok daha önce vuku bulan olaylara uygulanmasını savunmak bir çelişki sayılmaz mı?

Sözleşmenin giriş bölümünde ‘tarihin her döneminde soykırım insanlığa büyük kayıplar verdirmiştir’ deniyor. Bu hükme dayanarak çok sayıda hukukçu, sözleşme kabul edilmeden önce de soykırımların vuku bulduğunu; sözleşmenin soykırım diye yeni bir suç ihdas etmediğini; sadece mevcut bir suçu, ismini koyarak, teyit ettiğini belirtiyor. Bu hukukçular bu nedenle sözleşmenin geriye dönük uygulanabileceğini ileri sürüyor.

Nitekim müttefikler, Nazilerin işledikleri suçun vahameti karşısında, daha önce uygulaması olmayan bir uluslararası mahkeme kurarak (Nuremberg Mahkemesi) sanıkları yargıladı. Bu bir tür geriye dönük uygulamaydı. Mahkeme, Yahudileri yok edenleri ‘insanlığa karşı suç’ kavramına göre
mahkûm etmesine rağmen, daha sonra sözleşmeyle tanımlanan soykırımdan esinlenerek ‘Yahudi soykırımı’ kavramı kabul edildi. Almanya da buna itiraz etmedi. Bu da geriye dönük bir uygulamaydı.

Soykırım Sözleşmesi’nde geriye dönük uygulama konusunda açık bir hüküm bulunmuyor.

Bu boşluğu doldurmak için 1968’de ‘Savaş Suçları ve İnsanlığa Karşı Suçlara Zamanaşımı Uygulanmaması Konusunda Sözleşme’ oluşturuldu. Bunun 1. maddesi ‘işlenme tarihiyle ilişkisiz olmak üzere’… ‘1948 Sözleşmesi’nde tanımlandığı şekliyle soykırım suçuna zamanaşımı uygulanamaz’ diyor.

Türkiye bu sözleşmeye taraf değil. Ancak yine de tahkim veya yargıya gitmek gerekirse, tek taraflı bir beyanla Soykırım Sözleşmesi’nin Ermeni olaylarına uygulanmasını kabul edebiliriz. Kaldı ki Ermenistan veya herhangi bir ülkenin Türkiye’yi tahkim veya yargıya davet etmesi karşısında, 1968 Sözleşmesi’ne taraf olmadığımızı bir defi olarak ileri sürmemize siyasi bakımdan imkân da yok. Zira bu soykırım suçunu işlemiş olduğumuzun bilinmesinden kaçıyoruz anlamına gelir.

Yani Soykırım Sözleşmesi’nin, Ermeni olayları gibi, 1821’den, hatta ondan da önce Türk ve Müslümanlara karşı Balkanlar ve Kafkasya’da
vuku bulan etnik temizlik ve katliamlara uygulanabilirliğini savunmak zorundayız.

Soykırım suçuna ilişkin cezaların nasıl verileceği, sözleşmenin 3. maddesinde belirleniyor. Buna göre Bosna-Hersek’te soykırım yapılırken BM Güvenlik Konseyi’nin 713 sayılı kararla Yugoslavya’ya
silah ambargosu uygulanması sonucu Boşnakların kendilerini savunmalarına imkân verilmemesi; öte yandan da BM Barış Gücü UNPROFOR’un bu soykırımı engellememesinin suça iştirak (madde 3-e) çerçevesine girip girmeyeceği,
olağanüstü bir hukuk konusu olarak ortada duruyor.

Balkanlar’da ve Kafkasya’da (ve Kırım’da) Türk ve Müslümanlara yapılan katliamlarda Çarlık Rusya’sının bizzat etnik temizlik ve katliam yapması (madde 3-a); bu bölgelerdeki Hıristiyan toplumları katliama sevk etmesi (m. 3-b, c); katliamları engellememesi de (m. 3-e), doğrudan sorumluluk yaratıyor. Ermeni olaylarına soykırım diyen Duma’nın, sadece Sovyetler Birliği dönemini değil, daha öncesini de göz önüne alması doğru olur.

Balkanlar’da Türk ve Müslüman katliamlarına yardımcı olan diğer büyük devletler için de durum aynı.

Bu olayların başlangıç aşamasında Balkanlar’daki Hıristiyan toplumların henüz devletleşememiş olmaları, Bosna-Hersek’te Bosna Sırplarının
soykırım yapması örneğinde görüldüğü gibi, onları soykırım suçlamasından kurtarmaz. Buna karşılık Osmanlının isyanları bastırması sırasında işlenen suçlar, yine Bosna örneğinde görüldüğü gibi, genelde savaş suçu, istisnaen de insanlığa karşı suç kapsamına giriyor. Bu suçlar da zamanaşımına tabi olmamakla birlikte, soykırımdan farklılar.

Tarihle yüzleşilecekse, tüm tarafların buna hukuk disiplini çerçevesinde katılmasından doğal ne olabilir?

Yorumlar kapatıldı.