İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

İnkârla nereye kadar?

MUHAMMED EL-SEMMAK

Türkiye Sovyetler Birliği’ne karşı ABD’nin mızrakbaşı olma rolünü kaybetmesinden bu yana kendisine düşman güçlü Ermeni lobisinin Washington üzerinden kurduğu baskıya maruz kalıyor. Ermeni lobisi Amerikan karar alma organları üzerinde etkide bulunma gücü açısından dördüncü sırada yer almakta.

Birinci sırayı Yahudi lobisi almakta. Ardından Yunan ve İrlanda lobileri geliyor. Türk veya Arap-İslam lobisinin yokluğu nedeniyle Türkiye ABD’deki çıkarlarını Yahudi lobisini destek alarak savunmak zorunda. Bu lobiye giriş kapısı ise İsrail.

Tam da bu noktadan hareketle Erdoğan, İsrail’i ziyaret etti (İsrail üzerinden de Batı Şeria’yı). Üstelik Şaron’a ve politikalarına yönelik zehir zemberek eleştirileri hâlâ hafızalardayken.

Erdoğan, ülkesindeki kamuoyunun İsrail’e ve liderlerine ne gibi duygular beslediğinin, kendisiyle birlikte Filistin halkına ve davasına nasıl bir gönül bağıyla bağlı bulunduğunun, Türklerin Kudüs’ün ve Mescidi Aksa’nın geleceğinden diğer bazı Müslüman halklardan daha fazla kaygı duyduğunun idrakinde.

Nitekim Erdoğan, İsrail ziyaretinin yansımalarının derecesini hafifletmek ve kamuoyunun tepkisini yumuşatmak amacıyla iki girişimde bulundu. İlki Mescidi Aksa’yı ziyaret edip orada namaz kılmasıydı. İkincisi ise İsrail ile Filistin yönetimi arasında arabuluculuk girişiminde bulunmasıydı. Ancak Erdoğan ortada Türk, Rus ve Avrupa aracılığına imkân olmadığını çok iyi biliyordu. Zira Ortadoğu’daki çözüm veya çözümsüzlük girişimlerini ABD tekeline almıştı.

Washington tek başına başkaları için roller belirlemekte. Tabii bu İsrail yönetimiyle anlaşarak ve eşgüdüm içinde yapılmakta.

Ermeni lobisinin hedefi, tıpkı Fransız parlamentosundan çıktığı gibi Amerikan Kongresi’nden 1915 yılında yaşanan Ermeni katliamlarını ve Ermeni halkının Türkiye’den tazminat alma hakkını tanıyacak bir karar çıkartmak. Ermeni lobisi bu amacına ulaşırsa dünyadaki parlamentolar Kongre’yi örnek alacak ve bu durum Türkiye’yi son derece zor bir konuma koyacak.

Türkiye kendi imkânlarıyla böylesine tehlikeli bir gelişmeyle başa çıkamaz. Bu yüzden ABD içinde Ermeni baskısına karşı koyabilecek bir baskı gücünü işleve koymak zorunda görmekte kendisini. Bu gücü bulacağı tek güç ise Yahudi lobisi. Yalnız bunun da önceden ödemesi gerekli bir bedeli bulunmakta. İşte Erdoğan’ın İsrail gezisine ve İsrail ile ekonomik ve askeri işbirliği anlaşmaları imzalamaya zorlayan etken bu. Bu yüzden Erdoğan, Amerikan Yahudi lobisinden, Ermeni lobisinin ABD’deki Türk çıkarları üzerinde yapacağı olumsuz etkileri ortadan kaldırma vaadi karşılığında İsrail ziyaretiyle ilk ödemeyi yapmış oldu.

Erdoğan ‘en sevimsiz helale’ sığınmak zorunda kalan ilk Türkiye başbakanı değil. Kendisinden önce de 1997 yılında iktidara gelen modern Türk İslami hareketinin en güçlü lideri Necmettin Erbakan da aynı yolu izledi. Erbakan aşırı İslamcı siyasi kariyerine rağmen geşmişte hiçbir başbakanın yapmadığı askeri işbirliği anlaşmalarına imza attı İsrail’le. Erbakan
bu anlaşmaları ihtiyaçtan ve zorunluluktan dolayı değil bugün Erdoğan’ın yaptığı gibi tamamen istemeyerek ve zorla yaptı.

Sonuç olarak Türkiye Ermenilerin maruz kaldığı katliamları itiraf etmemesinin bedelini belirli dönemlerde taksitle ödemekte.

Ve Türkiye bu bedeli hak etmeyenlere ödemekte. Şayet katliamları tanısa ve Ermeni halkına özür sunsa maruz kaldığı birçok siyasi provokasyondan kurtulacak.

Bu katliamlar işlenirken Almanya Türkiye’nin müttefikiydi. Bugün Almanya parlamentodan Ermeni halkından özür dileyen ve maruz
kalınan katliamları kınayan bir karar çıkarma hazırlığı yapıyor. Acaba vekil yani Almanya özür dileyip itiraf ederken aslın yani Türkiye’nin inkâr ve reddi sürdürmesi akıl kârı mı ve nereye kadar böyle gidecek?

(Lübnan gazetesi Müstakbel, eski milletvekili, 6 Mayıs 2005)

Yorumlar kapatıldı.