İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Genoside uğrama şerefi!

Murat Belge

Günümüzün ‘ulus-devletler’ dünyasında her ülkenin, birçok noktada birbirine yaklaşan ‘ceza yasaları’ vardır. Herhangi bir ceza yasasının en önemli bölümlerinden biri ‘öldürme’ fiiliyle ilgili olanıdır. Bu fiilin dünyada bildiğimiz çeşitli kategorileri vardır. Örneğin ‘taammüden’ dediğimiz kategori… Uzun uzun planlayarak, hesaplayarak işlenen cinayet. Bu kategorilerin, suçun kanıtlanması halinde gerektireceği cezalar da farklıdır. Taammüden işlenmiş cinayete verilecek ceza ile anlık bir öfke sonucu işlenmiş (‘kasti’ olan) cinayet ya da bir boğuşma sırasında kasıt olmaksızın işlenmiş bir cinayetin cezası aynı olamaz.

Hammurabi’nin yasalarını yaptığı çağda ‘kısasa kısas’ temeline dayanan bir hukuk insanlığa yetiyordu. Bugün ayrıca, suçun tanımlanmasında, hukuk, psikolojinin ve sosyolojinin geliştirdiği perspektifleri de hesaba katmak gereğini duyuyor.

Uzun bir süreden beri uluslararası, devletlerarası hukuk gelişiyor. Bu, pratik zorunlulukların tetiklediği bir gelişme. Dünya başka türlü yaşayamayacağı için böyle oluyor. Dünya, gitgide bir ‘federal dünya’ haline gelecekse (ki, egemen eğilim bu yönü işaret ediyor) bunun yeterli bir hukuki çerçevesi olmalı. O çerçeve içinde, toplulukların birbirlerine karşı işlediği suçların da, geçmiş deneyimlerden yararlanarak
dikkatle çizilmiş kategorileri olmalı.

‘Buna gerek yok! Toplu öldürmenin her çeşidi ‘genosid’dir!’ tutumu bana doğru da görünmüyor, pragmatik de.

Bugün dünyada ‘genosid’ denince insanların aklına ilkin Nazilerin öncelikle ve ağırlıkla Yahudilere, ama onların yanında Çingenelere, birtakım Slavlara uyguladıkları muamele geliyor. Bu da, doğrusu, dünyada tek! Bir benzeri yok! Benzeri olmadığı gibi, böylesinin tekrarı da pek muhtemel görünmüyor. Bu doğruysa, bundan çıkacak sonuç dünyada tek bir ‘genosid’ olduğu, bunun da ‘holocaust’ diye anılan eylem olduğudur.

Bunu şimdiye kadar herkesten hararetle savunanlar Yahudilerdi. Yahudiler, ‘genoside uğramış olmak’ kaderini kimseyle, bu arada Ermenilerle de paylaşmak istemiyorlardı. Dolayısıyla Ermeniler de Yahudilere öfkeliydi (‘soykırım’ yıldönümlerinde Türk bayrağının yanında bir de İsrail bayrağı yakmak adettendi).

Tuhaf bir durum, ama aynı zamanda anlaşılır bir durum. Bir zulme uğramış bir topluluk o zulmü kendi kimliğinin bir parçası haline getiriyor. Kimliğinin parçası haline getirince, zulüm, sanki karşıtına dönüşüyor,
o topluluğun kendinden başkasına vermek istemediği bir ‘şeref’ haline geliyor.

Ancak, son zamanlarda bu karşıtlaşma konumunda bir şeyler değişmeye başladı. Bazı Yahudiler, ‘Başkalarına yapılanlar da ‘genosid’ sayılır, Ermeni olayı da bu kategoriye girer’ demeye başladılar. Şimdi bu, verili koşullarda, Yahudi dünyasında ‘ilerici’ bir tavır olarak ortaya çıkıyor. Çünkü, Yahudilerin bir tür ‘milli gurur’ olarak kendilerine sakladığı bir şeyi başkalarına da ‘armağan’ etmiş oluyor.

Öte yandan, Alman toplumunun da, bilinç’altı’ ya da ‘üstü’, bunun yaygınlaşmasına psikolojik bir ihtiyaç duyduğunu tahmin ediyorum. Dünyanın ‘tek kötü adam’ı olmaktan çıkıp bu rolü başkalarıyla paylaşmak ne de olsa bir ferahlama getirmeli.

Şimdi ben de 1915’in İkinci Dünya Savaşı ile aynı kategori içine konmaması gerektiğini düşünüyorum.

Bunun için sıralayacağım gerçeklerin ciddi gerekçeler olduğuna inanıyorum. Bunlara da yarın gireyim.

Yorumlar kapatıldı.