Haluk Şahin
Bir 24 Nisan daha geride kaldı. Kimi çevrelerce ‘Ermeni soykırımı’ olarak nitelendirilen olayın 90. yıldönümü olması dolayısıyla Türkiye’ye yönelik psikolojik ve siyasal baskı her zamankinden daha yoğundu. Pek çok yazı yazıldı, pek çok şey söylendi. Bütün bunlar arasında benim unutamadığım, kafamda evirip çevirip yeni anlamlar yüklediğim cümle Fransız Dışişleri Bakanı Michel Barnier’e ait.
Türkiye’nin Avrupa Birliği görüşmeleri boyunca ‘Ermeni soykırımı’ konusunda sıkıştırılması gerektiğini söyleyen Barnier, kelimesi kelimesine olmasa da, şöyle bir şey demiş:
“Türkiye’nin bu konuda biraz hafıza çalışması yapması gerekiyor.”
Aklıma bir ‘film noir’ sahnesi geliyor:
Az döşemeli bir sorgu odasındayız. Ağır bir cinayetle suçlanan ve bunu ‘kendi iyiliği için’ itiraf etmesi istenen adam ısrarla suçsuz olduğunu öne sürmektedir. Uzun boylu dedektif şöyle der:
“Ya, demek itiraf etmeyeceksin. Şimdi çıkıyoruz ama geri geleceğiz. Bu arada sen biraz hafıza çalışması yap.”
Hafıza çalışması yap! Yani, düşün taşın, inkârdan vazgeç ve suçlu olduğunu itiraf et!
Bu öneriyi duyduğumda yüzümün kızardığını saklamayacağım. Ama bu utancın nedeni adamın söyledikleri ya da söyleyiş tarzı değil, söylediklerindeki haklılık payıydı!
Değil mi ama, suçu itiraf etmek için olduğu kadar, masum olduğunu kanıtlamak için de o hafıza çalışmasını yapmak gerekiyor.
Ve, artık çok iyi biliyoruz ki biz onu yapmamışız.
Niçin yapmamışız? Niçin?
Belki korkmuşuz, aldırmamışız, tembellik etmişiz, beceriksiz kalmışız, amnezya taklidi yapmışız, hatırlatmaya çalışanların ocağına incir dikmişiz… Aydın düşmanlığını marifet saymışız. Şimdi düştüğümüz duruma bak!
Geçen hafta boyunca kimi uzmanlar 1915 yılında tehcir edilen Ermenilerin sayısını tartıştılar. Bu konudaki rakamlar gazetelerde manşet oldu. 987 bin 569 kişi mi, 413 bin 569 kişi mi? Bu konuda ‘yeni’ belgeler ortaya atıldı. ‘Yeni’ şeyler söylendi.
Bunları dinlerken aklıma o ünlü dize geldi: ‘Daha önceleri neredeydiniz?’
Madem ki bu konu bu kadar önemli, madem ki bir ‘ulusun onuru’ söz konusu, madem ki ‘atalarımızın katil ilan edilmesini istemiyoruz’, bütün bunların, tüm rakamları ve kanıtlarıyla çoktaaan ortaya serilmiş olması gerekmez miydi? Kitaplarıyla, makaleleriyle, sempozyumlarıyla, belgeselleriyle ve konulu filmleriyle cümle âleme anlatışmış olması gerekmez miydi?
Neydi bu ölümcül tembelliğin nedeni?
Kötü şeyler keşfetme korkusu mu, adamsendecilik mi, göz dağlayan türden bir şovenizm mi, acemilik mi, yılgınlık mı, yoksa kurcalanmayan sorunların eninde sonunda buharlaşıp gideceği konusunda naif bir inanç mı?
Belki, hepsi.
Hafıza çalışmamı yaptım, itirafa hazırım: Suçluyuz!
Yorumlar kapatıldı.