İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Ermeni meselesi hiç de basit değil

Bazı konularda ısrarlı olmak, Türkiye’nin ilerlemesini istemeyenlerin bahanelerini destekliyor

ALBERTO NEGRI

Her savaş bir yıkımdır; 1914’te Osmanlıların karşı karşıya kaldığı savaşta da bu kural bozulmadı. Ancak savaş sırasında yaşanmış trajedilerden en fazla dikkat çekeni Anadolu’da Ermenilerin katliydi.

90 yıl sonra karşıt iki tezin çatışması sürerken Türkiye, bağrında yeniden canlanan milliyetçilikle yalnız Ermeni meselesinde kendine yönelen eleştirileri değil, aynı zamanda 3 Ekim’de katılım müzakerelerine başlayacağı AB’nin baskısını da püskürtüyor.

O dönemde yaşananlar, kısaca, nedir? 1915 yılı baharında Fransız ve İngilizlere karşı Almanların yanında yer alan Osmanlı İmparatorluğu saldırıya uğramıştı. Ermeniler, Ruslar ile Türkler arasında bölünmüştü. Jön Türkler Ermenilerin Ruslara başkaldırmasını sağlamaya çalışırken tam tersi bir tepkiyle karşılaşmışlar ve 8 bin kadar Ermeni Çarlık Rusyası’nın ordusuna katılmıştı. 17 Nisan 1915 tarihinde Van’da da geçici bir Ermeni hükümeti ilan edilmişti. Türklerin tepkisi ani olmuş ve Osmanlı düşmanın beşinci kolu saydığı Ermenileri, Suriye ve Mezopotamya’ya doğru tehcir etmeye karar vermişti.

Kanlı olaylar ise 24 Nisan’da önde gelen 600 Ermeni şahsiyetinin İstanbul’da öldürülmesiyle başladı. Tehcir korkunç şartlar altında gerçekleşti; göçe zorlanan binlerce kişi ‘Teşkilatı Mahsusa’ ve kontrgerillalar tarafından öldürüldü. Kurbanların sayısını tam olarak belirlemek mümkün değil: Ermenilere göre bu rakam 1,5 milyondan fazla; Türk kaynaklarına göreyse 300 ile 500 bin arasında. Her halükârda böyle bir katliam söz konusu ki, yaşananlar dönemin Amerikan Büyükelçisi Morgenthau tarafından “bir ulusun öldürülmesi” olarak değerlendirilmişti.

Peki karşıt tezler nelerdir? Temelleri çok sayıda çalışmaya ve tanıklığa dayanan Ermeni tavrı herhangi bir uzlaşmayı kabul etmemektedir: Onlara göre, Osmanlı hükümetinin, bir halkı, sistematik ve planlı bir şekilde yok etme niyeti açık. Bu, Ermenilere göre, tek ve büyük bir ‘Turan devleti’ için engel teşkil eden Ermenileri ortadan kaldırmak adına gerçekleştirilmiş bir soykırım. Bunları reddeden Türk tezi de ılımlı değil. Fevkalade fazla sayıda belgeye dayanan bu tez, Ermenilerin düşman ordusu içinde özel birlikler kurduğu, bu nedenden dolayı tehcirin “savaş koşulları içinde alınmış bir karar” olduğu; neticede imparatorluğun Ermenileri ortadan kaldırmaya çalışmadığı üzerine dayanmakta: Türkler son olarak geçtiğimiz günlerde, 1910 ile 1922 yılları arasında 500 bin Türk’ün Ermeni çeteleri tarafından öldürüldüğünü ortaya koyan kaynakları belgeledi.

Acı gerçek hangisi? Burada basit fakat acı bir saptama göz ardı edilemez: Savaş arifesinde Anadolu’da 1,5 milyon Ermeni vardı. 1920’li yılların başlarında ise 60-70 bin civarındaydılar. Ermeni soykırımı 1985 yılında BM’nin insan hakları alt komisyonu tarafından ve ardından da 1987 yılında Avrupa Parlamentosu tarafından tanındı. Benzer bir adım 2001 yılında çok sayıda Ermeni’nin yaşadığı Fransa tarafından atılmıştır.

Öte yandan Avrupa, Türklerle Ermenileri uzlaşmaya çağırıyor. Geçtiğimiz günlerde, Ankara bu olaylara ışık tutması için ortak bir komisyon oluşturulmasını önerdiyse de, tarihi koruyucusu Rusya tarafından arka çıkılan Erivan bu öneriyi geri çevirdi. Ankara endişeli… Ermeni meselesi ile AB arasında bağ kurulmasa da, müzakere sürecinde Fransa’nın baskıları üzerine Türkiye ile Ermenistan arasındaki ilişkilerin mecburi olarak normalleştirilmesi için bir talep pekâlâ gündeme getirilebilir.

Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök’ün “PKK, Kıbrıs ve Ermeni meseleleri üzerinde Avrupa’nın sürdürdüğü baskıların devam etmesi halinde askerlerin AB konusunda verdikleri desteği geri çekebileceği” yönünde yaptığı yeni açıklamalar ise hiç de öyle rastlantı değil.

Dahası da var… Şu anda Türkiye’de milliyetçiliğin geri dönüşüne şahit olunuyor. Yazar Orhan Pamuk bile bu havanın kurbanı oldu ve bir İsviçre gazetesinde yer alan “1915 yılında bir milyon Ermeni ve 1980’li yıllarda da 30 bin Kürt öldürüldü” yollu ifadesinin ardından İstanbul’dan bir süre uzak kalmayı tercih etti. Medya bir ‘Türk karşıtlığı’nın altını çiziyor ve ülke tarihinin açıkça tartışılmasında duyulan zorlukları haklı çıkarmak adına ‘dış mihrakların müdahalesi’ne başvuruyor.

Esasen siyasi güçler tarafından birçok vesileyle ileriye götürülen, hatta teşvik edilen milliyetçilik, Ankara’nın Avrupa hedefleriyle tezat teşkil ediyor. Bazı tutum ve davranışlar konusunda ısrarlı olmak ise Türkiye’nin ilerlemesini istemeyenlerin ve farklı bir geleceğe yönelik haklı arzusunu paylaşmayanların bahanelerini destekliyor. (İtalyan gazetesi, 24 Nisan 2005)

Yorumlar kapatıldı.