İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Bilmeden konuşan rezil olmayı göze alır!

Ruhat Mengi

Pazartesi akşamı STAR TV de yapılan Ermeni soykırımı iddiaları ile ilgili program tam bir ibret belgesiydi. Uzun süren tartışmalar sonunda milli bir dava konusunda dahi bilmeden, araştırmadan ahkâm kesenlerin utanılacak bir duruma düşmesi acaba onlara ve benzerlerine biraz ders oldu mu?

TTK Ermeni Araştırmaları Merkezi Başkanı Prof. Hikmet Özdemir, ASAM Ermeni Araştırma Merkezi Başkanı ve eski Büyükelçi Ömer Lutem, Prof. Dr. Baskın Oran ve gazeteci Etyen Mahçupyan’ın katıldığı programda konuşulanları, mümkün olsa aynen yazmak isterdim. Baskın Oran, neredeyse soykırım sözleşmesinin geriye yürümeyişinden büyük üzüntü duyar bir ifadeyle “Yürüseydi 1915 olayları bu tarife uyuyor” dedikten sonra:

“Genocid kelimesinin bir tabu olduğunu, bunun da Türkiye’yi feci bir duruma soktuğunu, Ermeni isyanlarının ilk başlayışında bile onların değil ‘Kürt ve Çerkez çetelerinin’ saldırılarıyla suçlu olduğunu, Ermenilerin onların çete hücumları karşısında Batı’nın dikkatini çekebilmek için harekete geçtiğini söyledi. Ona göre Osmanlı, savaştan yararlanarak bu insanları sürmüş ve ciddi sayıda ölüme neden olmuştu. İşte bu olay bugün Genocid olarak ele alınıyordu.”

Söyledikleri o kadar “tarihî gerçekleri yansıtmaktan uzak” sözlerdi ki, o yılların tarihinde uzman olan Prof. Hikmet Özdemir program boyunca ona nazik bir şekilde “Konuşmasının tarihi gerçeklerle ilgisinin olmadığını” anlatmaya ve bu gerçekleri açıklamaya çalıştı.

Büyük hatalar

Baskın Oran ve onun gibi konuşanlar Ermeni olaylarının, Patrik’in de bilgisi dahilinde ve desteğiyle nasıl başlatıldığından, bu başlangıç ve çıkarılan isyanlar hakkında yabancı konsolos ve komutanların gönderdiği raporlardan ve diğer tüm belge ve bilgilerden habersiz olabilirler mi bilmiyorum. Ama konuyu iyi bilen tarihçilerin ve Türk milletinin önünde tarihi bile saptırmaya nasıl cesaret edebildiklerine hayret etmemek imkânsız.

Daha sonra Prof. Hikmet Özdemir’in aynı gün, Murat Bardakçı’nın çalıştığı gazetede verdiği; ‘Talat Paşa’nın notlarından tehcire uğrayan Ermeni vatandaş sayısı”nın aslında “o illerde yaşayan toplam Ermeni sayısı” olduğunu ve “gazetede gösterilen el yazısının da Talat Paşa’ya ait olmadığını” söylemesi programın sürpriz açıklamalarından biriydi.

“1915’teki tehcirin, devletin kendisini koruması için zorunlu olduğu ve olaylara soykırım veya etnik temizlik denemeyeceği” görüşüne katılmakla birlikte “Bu rakamları tarihçi olarak değil, gazeteci olarak verdiği” sözlerini anlamak mümkün değil.

Bardakçı dün de CNN’de Mehmet Ali Birand’a “El yazısının Talat Paşa’ya değilse de adamlarından birine ait olabileceğini” anlatıyordu.

Genocid önemsiz mi???

Aslında bu konuşmalar ve son günlerde karşılaştığımız benzer olaylar bize bugünkü ve gelecek tüm kuşakları, yine son günlerde “Genocid kelimesi o kadar önemli mi, nasıl olsa Türkiye Cumhuriyeti Osmanlı’dan sorumlu değil” şeklindeki (Baskın Oran’ın da tekrarladığı) açıklamaların tam aksine, çok yakından ilgilendirecek ulusal bir davayı hafife aldığımızı gösteriyor.

Bir gazetecinin veya bir profesörün emin olmadığı olayları açıklamaya, hata yapınca mazeret aramaya hakkı olmamalı.

Örneğin; Minnesota Üniversitesi’nde, Türk-Ermeni Atölye Çalışması’na verdiği tebliğde “Ben tarihçi değilim. Dolayısıyla daha fazla ve somut bilgiler üretilmesi çabasına gerçek anlamda katkıda bulunamam” diyen Murat Belge’nin daha sonra Erivan’daki soykırım anıtına çiçek koyarak gayet emin bir şekilde “1915 olayları BM’in soykırım tanımına girer” demesini anlamak da mümkün değildir.

Murat Bardakçı nın “Ben Taner Akçam’ı da, Baskın Oran’ı da arşivlerde hiç görmedim. Arşiv okumadan bu konularda görüş bildirilemez” demesi de aynı gerçeği vurguluyor.

Nitekim Oran; tehcir sırasındaki şikâyetler için tahkikat mahkemelerinin 1915 sonbaharında kurulduğunu da bilmiyor ve mahkemelerin işgal döneminde kurulduğunu iddia ediyordu.

Sonuç: Benim vardığım sonucu Prof. Oran dün gece tek cümlede söyledi; bu soruyu Ermeniler’e sormuş, “Sizde neden bir Taner Akçam yok?”

Onlarda ne Taner Akçam, ne Halil Berktay, ne Orhan Pamuk, Baskın Oran ve ne de benzerleri var.

Omuz omuza hızla sonuca ilerliyorlar, niye merak ediyorsunuz ki?

“Bizim cephe”nin geleneksel dağınıklığı!

Yine Londra’da duyduklarım… Yani gerçekten ilginçti hepsi ve de doğru…

Mesela Kıbrıs sorunu ile ilgili konuşmalar… Bir yetkili (önemli bir yetkili ama devlet memuru olduğu için isim veremiyorum); İngiltere’nin Kıbrıs Türk kesimi üzerindeki izolasyonun kalkması için çalıştığını söyleyerek devam ediyor:

“Eğer Talât, Türkiye ve Yunanistan doğru sesleri çıkarırsa durum Türkiye lehine gelişebilir. Ama buna rağmen Papadopulos inat ederse yapacak bir şey yok”.

Sonra durup biraz düşünüyor ve ekliyor: “Ona, işi geciktirdikçe kendisi için daha kötü olacağını anlatmaya çalışıyoruz.”

Bu arada konuşmaya katılan bir İngiliz banka yöneticisi Londra’da otobüslerin üzerinde KKTC ilânlarının yasaklandığını hatırlatıyor. Sohbet ettiğim gruptan bir başkası “Belediye Başkanı’nın numarası… Hep bu tür ‘yanlı’ işler yapar” deyince “bir yetkili” söze karışıyor.

“Ama Türkler de bu duruma yeterince itiraz etmediler. Bakın, Londra’daki Kıbrıslı Rum ve Türklerin sayısı birbirine eşit. Seçimlerde yapacakları etki göz önüne alındığında iki tarafa da aynı dikkatin gösterilmesi lâzım. Ama duruma baktığınızda Kıbrıs Rum kesiminden gelenlerin son derece organize ve disiplinli olduğunu, mahalleleri ele geçirdiğini, etkilerini arttırdığını görüyorsunuz. Türklerde ise hiçbir organizasyon, çaba yok. Otobüslerdeki ilânların yasaklanmasına bile sesleri yükselmedi.”

Sizi hiç şaşırttı mı bu açıklama? Beni şaşırtmadı, devletin bile iç ve dış politikada belli bir çizgisinin olmadığı, olaylar kapıya dayanıp çok geç kalındığı anlaşılmadan harekete geçmediği, her konuda dağınık, çoğu kez anarşik bir görüntü sergilendiği ortadayken neden şaşırtsın ki?

Yorumlar kapatıldı.