İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Bu gidişle daha çok `siyaset´ değiştirilir

Kürşat Bümin

Etyen Mahçupyan, 5 Nisan’da TBMM’de düzenlenen “Ermeni Soykırımı” konusunun tartışıldığı toplantıda şöyle diyor: “Türkiye bu konuda herhangi bir şeyi savunabilir (…) Her türlü pozisyonu savunmaya bir ulus devlet olarak hakkı vardır; ama şuna hakkı yok diye düşünüyorum: Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin akılsızca davranmaya hakkı yoktur, yanlış strateji çizmeye ve yanlış taktik uygulamaya hakkı yok, yanlış siyaset yapmaya hakkı yok.”

Sizi bilmem ama ben Etyen’in ve Hrant’ın (Dink) “diaspora”ya yaptığı ziyaretlerin tahmin edilenden çok daha önemli olduğunu düşünüyorum. Türkiye Cumhuriyeti Etyen’in dilediği gibi “akıllıca” davranabilseydi bu arkadaşlarımızın vakit geçirmeden ödüllendirilmesi gerekirdi! Etyen TBMM’deki toplantıda şunları da söylüyor: ” (…) çünkü, biz Avrupa’ya gittiğimiz zaman, onlara da ne kadar vahim bir şekilde hasta ve akılsızca olduklarını ve de kasıtlı olarak, Türkiye’yi cezalandırmak için bu işleri yaptıklarını söylüyoruz; ama, bunu yaparken, Türkiye’nin de doğru çizgide bir siyaset geliştirmesi son derece önemli bir olay.”

Yani özetle, Etyen ve Hrant gibi Ermeni aydınların varlığı, “Ermeni meselesi” karşısında geçen gün karşılaştığımız gibi bu konuya ilişkin “siyasetini” bir kez daha değiştirerek ne yapacağını gerçekten bilemeyen Türkiye açısından büyük bir şanstır… Avrupa parlamentolarından çıkan kararları son derece “anlamsız” bulan, “diaspora”ya bir şeyler anlatmak için çırpınan, ama bunun karşılığında haklı olarak Türkiye’nin de “akılcı” bir siyaset geliştirmesini talep eden ve dolayısıyla meselenin siyasi ve ahlaki-vicdani çözümünü bu ülkede gören bu arkadaşlarımızın varlığı gerçekten bir şanstır.

Biliyorsunuz, toplum olarak “Bunu tarihçilere bırakalım, bu siyasi konu değildir” siyasetine tam ısınmaya başlamıştık ki, Adalet Bakanı Cemil Çiçek’in ortaya attığı yeni “siyaset” ile birlikte kafamız yine karıştı… (“Meselenin çözümünü Çiçek’e bırakırsanız, olacağı buydu!” dediğinizi duyar gibiyiz!) Çiçek, yeni “siyasetimiz”i şöyle ortaya koyuyor: “Türkiye bugüne kadar ‘Bunu tarihçilere bırakalım, bu siyasi konu değildir’ tarzındaki temelde doğru, ama günümüzün ihtiyaçlarını karşılamayan politikadan daha farklı politika izlemeye mecburuz.” Peki bu yeni “politika” nasıl bir şey mi? İşin özetinin şu olduğu anlaşılıyor: “Soykırım iddiası vardır diyenlerin yalanlarını ortaya dökmek adına topyekun çabaya ihtiyaç olduğu aşikardır.”

Neden acaba? “Bunu tarihçilere bırakalım da onlar işin içinden çıksın” siyaseti niçin bu kadar kısa ömürlü oldu acaba? Sorun “tarihçiler” de mi? Yoksa “tehcir”in sadece “suçlu Ermeniler”e uygulandığı yolundaki bütün dünyayı üzerimize güldürebilecek derecede gülünç bir tezi hâlâ savunmayı sürdüren ve basında hakkında çok tatsız haberler çıkan kardeşinin üniversiteden uzaklaştırılmasını bile “Ermeni meselesi” çerçevesinde açıklamaya çalışan Türk Tarih Kurumu Başkanı’nın “tarihçiler”e kılavuzluğu yeterli ölçüde yararlı bulunmadı mı? Yoksa “siyaset bilimci” mesleki kimliği ile Ermeni Araştırmaları işine koyulan Hikmet Özdemir’in çabaları da mı bir sonuç vermedi? Her akşam ekrana getirilen romancılarımızın da mı bir yararı olmadı?

Hiç şüphe yok ki, Türkiye’nin bugüne kadar izlediği “yol haritası” ile 24 Nisan’da yabancı basında daha bir öne çıkan bilgi-iddia-tezlerle (artık hangisini tercih ederseniz) başedebilmesi imkânsızdır. Düşünebiliyor musunuz; ABD Başkanı Bush’un 24 Nisan’da yayımlarığı mesajı bile “Bush yine ‘soykırım’ demedi’ sevinci içinde medyamıza aktarabildik. Oysa biliyorsunuz, Bush bu mesajına şu sözlerle başlıyordu: “Ermeni Anma Günü’nde, Osmanlı İmparatorluğu’nun son günlerinde 1.5 milyon kadar sürgüne zorlanan, kitle halinde öldürülen Ermenileri hatırlıyoruz.” İnsaf yani; bu mesaj da mı bir “müjde” olarak tercüme edilir?

Le Monde gazetesi 24 Nisan’da yayımladığı bilgi notunda, “tehcir” edilen Ermenilerin kadın, çocuk ve 45 yaşın üstündeki erkeklerden oluştuğunu, 45 yaşın altındaki erkeklerin ve Ermeni elitlerinin tatuklanıp öldürüldüğünü iddia ediyordu. Siz söyleyin şimdi: Batı basınının tamamını dolduran bu bilgi-iddia-tezler (artık hangisini tercih ederseniz) karşısında Çiçek’in formüle ettiği yeni “siyasetimiz” ile tutunabilmek mümkün müdür?

Durun, daha bitmedi: 24 Nisan’ı arkada bırakmış ve biraz rahatlamıştık ki, bu sefer de ülkenin en büyük gazetesi “Talat Paşa’nın defteri”nde yer alan bilgileri yayımlamaya başlamaz mı? Hem de Murat Bardakçı’nın kaleminden, hem de (belki inanmayanlar olur diye) defter sahifelerini okurların gözüne sokarak..

Ne mi yazıyor bu defterde? Talat Paşa, 1914’teki Ermeni nüfusunun “miktar-ı hakiki”sinin 1.5 milyon olduğunu, “tehcir” edilen Ermeni sayısının ise (tamı tamına) 924 bir 158 olduğunu yazıyor. Anlaşılan o ki Talat Paşa’nın defterinde bilgi çok. “Tehcir” sırasında yetim kalan ve Müslüman ailelere teslim edilen Ermeni çocukların sayısını da 6 bin 828 olarak veriyor defter.

Hadi bakalım; bırakalım “Batı basını”nın yazıp çizdiklerini, kolaysa Talat Paşa’nın defterinin altından kalkın bakalım… Tamam canı isteyen “Talat Paşa da nereden biliyormuş, bekleyin önce tarihçilere soralım!” diyebilir tabii ki.. Diyebilir ama biraz tuhaf kaçmaz mı; o zaman da “Tehcir edenden daha iyi mi bileceksin?” demezler mi?

Zaten bakın, “defter” hakkında ne düşündüğü sorulan Şükrü Elekdağ, cevabını hemen yapıştırmış bile: “Bu işte bir yanlışlık var.”

Evet doğru, “Bu işte bir yanlışlık olsa gerek” ama yanlışlık nerede acaba?

Olsun, bu da aşılmayacak bir sorun mu? Bir de bakarsınız ki Çiçek ortaya yepyeni bir “siyaset” daha atıvermiş…

Yorumlar kapatıldı.