İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Ben Topik Değilim!



Ben Topik Değilim!

Bundan 100 yıl önce iki milyon Ermeni vardı bu topraklarda. Anadolu’nun dört bir yanında hayatı vareden, güzelleştiren bu insanların öyküsünü kartpostallarla anlatan “100 Yıl Önce Ermeniler” in yayıncısı Osman Köker’den dinliyoruz.



Express

Yücel GÖKTÜRK


BİA (İstanbul) –

Bundan 100 yıl önce iki milyon Ermeni vardı bu topraklarda. Niceliği bir yana, niteliği de azımsanamayacak bir nüfustu bu; becerileri, üretimleri “topik”e indirgenemeyecek bir halktı. Anadolu’nun dört bir yanında hayatı vareden, güzelleştiren bu insanların öyküsünü kartpostallarla anlatan “100 Yıl Önce Ermeniler” in yayıncısı Osman Köker’den dinliyoruz…

“100 Yıl Önce Ermeniler” kitabı yapma fikri nasıl doğdu?

Osman Köker: Türkiye’de tarih hep Türkler üzerinden anlatılıyor, özellikle şehir tarihleri. Daha önce orada kimse yaşamamış, o şehri Türkler kurmuş, adı da Türkçe’deki filanca kelimeden ya da bilmem hangi hikâyeden geliyormuş gibi. Her şehrin böyle bir efsanesi var. Bunlar beni çok rahatsız ediyordu. Bir kızım var, ilkokulda, ona da Tokat şehrinin adının “bu şehri kuran Turanî aşiretlerden Togayitlerden geldiği” öğretiliyor. Nereden geliyor peki? Büyük ihtimalle, Bizans imparatoriçelerinden birinin adı verilmiş şehre. Adı çeşitli dillerde Evdoksiya, Yevtokya gibi biraz farklı olarak söylense de, Türkler buraya gelmeden çok önce de burada bir şehir olduğu ve isminin zamanla Tokat’a dönüştüğü kesin. Her şehrin böyle bir Türkleştirilmiş hikâyesi var. 1930’larda, ’40’larda birçok şehir için böyle kitaplar yazılmış, otuz-kırk sayfalık, o şehrin tarihini Türkler açısından yontarak anlatan kitaplar… İlkokul müfredatında “şehrimizin tarihi” işlenir, orada mutlaka böyle bir Türkleştirme noktasından izah edilir. Türklerin dışındaki unsurlardan ya hiç bahsedilmez ya da o şehri vareden, o şehrin sosyal hayatının bir parçası olan insanlar olarak değil, problem çıkaran unsurlar olarak bahsedilir. Bu nedenle şehirlerimizin tarihinde farklı unsurların, özellikle de Ermenilerin rolü, yeri gibi konulara epeydir kafa yoruyordum…


Siz nerelisiniz?

Maraşlıyım. Bu sorunun arkasından bugünlerde hemen başka bir soru geliyor. “Kökeninizde Ermenilik var mı?” Siz sormadan söyleyeyim: Türküm, müslümanım, Sünniyim.

İstanbul’a gelişiniz ne zaman?

1991. Ondan önce daha çok Maraş ve Ankara…

Öğrenim?


ODTÜ’de maden mühendisliği okudum, mezun olmadım. Gazetecilik yaptım. Daha çok sol basında çalıştım, dergicilik, yayıncılık yaptım. 10-12 yıl kadar önce haftalık Söz dergisini kuranlar arasındaydım. Uzun süre Tarih Vakfı’nda Toplumsal Tarih dergisinin yayın yönetmenliğini yaptım ve muhtelif kitaplar hazırladım. Azınlıklar konusunda makaleler yazdım. Son dönemde Ermeni tarihi üzerine yoğunlaştım yayıncılıkta…

O ilgi nasıl doğdu?

Azınlıklara genel bir ilgiyle, içinde yaşadığın şu şehri gezmeye, öğrenmeye çalışıyorsun, hangi taşın altını kazısan gayrimüslimler çıkıyor… Bir ara insan Hakları Derneği’nde Azınlık Hakları İzleme Komisyonu diye grup kurduk ve farklı grupların dününü, bugünü ve sorunlarını araştırdık.

Azınlıklar tarihinin siyasal tarafı mı, sosyal tarafı mı daha çok ilginizi çekiyor?

Sosyal tarafı daha çok ilgimi çekiyor. Ermeni sorununda da, soykırım tartışmasından çok, “nerelerde varlardı, ne yaparlardı, nasıl bir hayatları vardı ve o hayat, o kültür somut olarak nasıl yok oldu?” soruları ilgimi çekiyor.


Kitabın adı “100 Yıl Önce Türkiye’de Ermeniler”; bugünden 20. yüzyılın başlarına gidiyoruz, belli bir yıl var mı kerteriz alabileceğimiz?

Yer olarak da, zaman olarak da sınırlar koydum kitapta. Bugünkü Türkiye sınırlarının içini alıyoruz. Yani 20. yüzyıl başında Osmanlı topraklarına dahil olup da bugün Türkiye Cumhuriyeti’nin sınırları dışında kalan Halep, Kudüs gibi yerleri almadık, ama o dönem Rusya sınırları içinde olmakla birlikte, bugün Türkiye’nin sınırları içerisinde bulunan Erzurum’un doğu ilçelerini, Artvin, Kars, Ardahan gibi yerleri dahil ettik kitaba. Zaman bakımından da ortalama olarak 1905 alınabilir. Bu bakımdan “100 yıl önce” lafı pek yanlış sayılmaz. Ama kitaptaki bütün veriler 1905’e ait değil. Mesela, Ermeni okullarıyla ilgili kullandığım temel listeler 1901 ve 1903’te yayınlanmış. Kiliselerle ilgili olarak Surp Pırgiç Ermeni Hastanesi’nin 1904-1907 arasındaki salnamelerini, hatta 1915 başında Ermeni Patrikhanesi’nin Babıali’ye verdiği kiliseler listesini kullandım. Kitapta Ermenilerle ilgili bilgiler Osmanlı idarî yapılanmasına göre bölünerek, vilayet, sancak, kaza bazında veriliyor. Bu idarî bölünmede de 1907 yılını temel aldım. Çünkü meşrutiyetin ilanından sonra idarî yapıda da değişiklikler oldu.

Belki de 1908, II. Meşrutiyet’in ilanı, bir kerteriz alınabilir…

Ermeni cemaatinin sosyal, ekonomik durumu diye baktığımızda, 1908 çok önemli bir tarih olmayabilir.

Ama ortak tarihimiz açısından en güzel tarihsel an 1908 galiba. Kitabınız-daki kartpostallarda da var, meşrutiyet kutlamalarına Ermeniler aktif olarak katılıyor; Abdülhamit’in istibdat rejimine karşı muhalefetin aktif unsurlarından biri de Ermeni cemaati. Kutlamalarda Ermenice pankartlar, dövizler göze çarpıyor. Kurulan mecliste de her kesimden, cemaatten temsilciler var; Ermeniler, Rumlar, Yahudiler, Kürtler, Sünni Türkler, Alevi Türkler…


İstanbul, Amasya ve Merzifon’daki kutlamaların kartpostalları çok dikkat çekici. Hemen bütün şehirlerde öyle kutlamalar yapılmış. Zaten 1908 devriminde Türk olmayan unsurların çok yoğun bir katılımı söz konusu, işin teorisi de bütün Osmanlıların kardeşliği üzerine kuruluyor zaten.

Fransız devriminin sloganı kullanılıyor o kutlamalarda: “Özgürlük, eşitlik, kardeşlik”…

Burada o sloganın oturduğu yer, Osmanlı’yı oluşturan farklı milletlerin kardeşliği… 1908 meclisi, bence bu ülkenin gelmiş geçmiş en kaliteli meclisi. Osmanlı topraklarındaki bütün topluluklar, nüfuslarıyla aşağı yukarı orantılı bir şekilde temsil ediliyor. Farklı kültürlerin bir arada olmasının ötesinde, toplumun en ileri kesimleri meclise girmiş. Çünkü parti sultası yok. İttihat – Terakki bile bugünkü anlamda bir parti değil. Partilerin listesinden gelmişlik yok, her şehir en muteber hemşerilerini göndermiş meclise. Mecis’te parti grupları yok, herkes özgürce fikrini beyan ediyor. Çok hoş tartışmalar var; Türkiye’nin kuruluş döneminde de, günümüzde de yapılan birçok tartışma ilk kez o mecliste dile getiriliyor. Örneğin “zina suç mudur, değil midir?” konusu o zaman da tartışılıyor, İstanbul’un Ermeni mebuslarından Krikor Zohrab zinanın suç olamayacağını savunuyor. Kadın-erkek eşitliği tartışılıyor. “Bugün erkekler meclisinde tartışıyoruz. Eğer kadınlar da mecliste olsaydı, onlar çok daha farklı fikirler ifade ederdi” deniyor. Ayrıca evlilik dışı doğmuş çocukların haklarından bahsedilirken “piç” kavramına karşı çıkılıyor. Krikor Zohrab, “piç” kavramının Ortaçağ’dan kalma olduğunu, asilzadeliğe dayandığını, halbuki meşrutiyetin ilanından beri bütün Osmanlı vatandaşlarının eşit olduğunu söylüyor. O yıllara göre çok ileri argümanların dile getirildiği, tam bir kuruluş meclisi 1908’deki meclis…

O tarihte Ermeni nüfusu ne kadar ve nerelerde?

Farklı rakamlar veriliyor. Kitapta başlıca iki kaynağı kullandım. Biri Ermeni patriklerinden Mağakya Ormanyan’ın Patrikhane’nin verilerine dayanarak yaptığı döküm, diğeriyse 1914 Osmanlı nüfus sayımı. 1914’ten önce de nüfus sayımları var, ama 1914’tekinin verileri daha ayrıntılı; vilayet, sancak, hatta kaza bazında görebiliyorsunuz verileri. Ormanyan’ın verilerine baktığınızda, Osmanlı’da bugünkü Türkiye sınırları içerisinde yaşayan Ermenilerin sayısını 2 milyon olarak hesaplayabilirsiniz. Osmanlı nüfus sayımında ise 1,3 milyon civarında. Hangisi doğrudur derseniz, ikisinin de yanlış olma ihtimali çok fazla. Günümüzde insanları evlerine hapsediyoruz, yine doğru sayım alamıyoruz: il olmak isteyen ilçe ya da kamu fonlarından daha fazla yararlanmak isteyen bir yerleşim yeri, nüfusu beş yıl içinde iki katına çıkmış gösterebiliyor. Eskiden de başka saiklerle nüfus verilerinde oynamalar olmuştur. Mesela 1906-1907 nüfus sayımında Beykoz’da hiç Ermeni yok gözüküyor. Ama başka kaynaklarda Beykoz’daki fabrikalarda çalışan Ermenilerden bahsediliyor. Orada bir kilise var, dernek var, okulları var, koroları var. Bugünlerde Beykoz’daki Ermeni mahallesinin Beykoz Belediyesi tarafından restore edilmekte olduğuna dair haberler okuyoruz gazetelerde. Nüfus sayımına göre Ermeni yok, ama bir Ermeni mahallesi var…

1914 itibarıyla, yuvarlak olarak 1.5-2 milyon diyebiliriz herhalde…

Bazı Ermeni kaynakları 2.5 milyona kadar çıkıyor, ama 2 milyona yakın bir nüfus diyebiliriz.

Cumhuriyet dönemindeki ilk nüfus sayımında çıkan rakam ne?

1927’deki ilk sayımda anadili Ermenice olanların sayısı 65 bin kadar. Dini sorulduğu zaman Ermeni Kilisesi’ne bağlı olduğunu söyleyen 77 bin kişi çıkıyor, 40 bin kadar katolik ve 7 bin kadar da protestan var. Katoliklerin önemli bir kısmını, protestanlarınsa tamamına yakınını Ermeni olarak kabul etmek lazım. 1935 sayımındaki rakamlar da bundan pek uzak değil. Ama nüfus sayımlarına pek güvenmiyorum. Her tarafta “ne mutlu Türküm diyene” yazacak, sonra nüfus sayımlarında “Ermeni misin?” diye sorduğunuzda doğru yanıt alacağınızı sanacaksınız…

Bugünkü rakam ne?

60 bin Ermeninin kaldığı kabul ediliyor…

Kabaca 100 bin dersek, 2 milyondan 100 bine inen bir nüfus söz konusu…

Orantı olarak bakarsak, genel nüfusun yüzde 10-15’i civarında bir orandan binde bir civarında bir orana gelinmiş durumda…

Peki nerelerde yaşıyorlar? Bu yanlış bir soru oldu aslında, çünkü her yerdeler galiba… Olmadıkları yerler nereleri?

Ege’yle Akdeniz’in birleştiği yerde çok yoklar. Sayımlarda görünmüyorlar, kiliseleri de yok. Ama, Osmanlı nüfus sayımları, Patrikhane’nin verileri, kiliselerin dökümleriyle sınırlı kalmayıp ticarî yıllıkları da taradık kitabi hazırlarken. Mesela Annual Oriental diye bir yıllık var, her şehirde önde gelen tüccarların, zanaatkarların isimleri yer alıyor o yıllıklarda. O dönem adı Marki olan Fethiye’de Ermenilerin okulu yok, kiliseleri yok, nüfus sayımlarında da esamesi okunmuyor, ama ticarî yıllığa bakıyorsun, şehrin önde gelen ticaret erbabının önemli bir kısmı Ermeni. Biraz cemaatten kopuk olarak gelip yerleşmişler belki. Foça’da da hiç yok gözükür Ermeniler, ama ticarî yıllıklarda Eski Foça kasabasındaki tüccarların yarısından çoğu Ermeni çıkıyor. Başka yerlere kıyasla daha az olmakla birlikte, Ege’de de varlar, İzmir’de, Aydın’da, Ödemiş’te, Manisa’da, Turgutlu’da…

En yoğun oldukları yerler nereleri?

Van, Erzurum, Bitlis…

Trakya’da da yoğunlar, değil mi?

Trakya’da şaşılacak bir yoğunluk var. Mesela Tekirdağ’ın yarısına yakını Ermeni. Edirne ve Gelibolu’da, Silivri ve Çatalca’da önemli Ermeni toplulukları var.

Orta Anadolu’da da azımsanmayacak bir Ermeni nüfusu var galiba…

Ankara, Kayseri, Yozgat, Sivas; Kırşehir’in, Niğde’nin, Konya’nın merkezi… Oralarda yoğun olarak varlar, ama Nevşehir civarında hemen hiç yoklar. Kayseri’nin doğu tarafında, şehrin on kilometre uzağında, kuzeyden güneye uzanan bir köyler sırası var, o köylerin nüfusu ya tümden Ermeni ya da en az yarısı Ermeni….

Kitapta Anadolu’nun dört bir yanından kartpostallar var, mesela Karadeniz’deki Ermeni varlığı şaşırtıcı…

Evet, Bafra’da Ermenilerin olduğu kimin aklına gelir?

Samsun’daki Meryem Ana günü kutlamasını resmeden kartpostal hayret verici…

Üç ayrı yıla ait kartpostallar var o kutlamayı resmeden. Meryem Ana günü sokaklarda kutlanıyor. Katolik Ermenilerin bir geleneği o…

Bizi tilt eden bir “nostalji” var son yıllarda, “ne güzel komşumuzdun sen Hayganuş abla” ya da “ne güzel Ermeni mezeleri vardı” güzellemeleri… “Nostalji değil, tarih” diye bakıldığındaysa, başka bir realite görülüyor. Kitabınız örneğin, üretim içindeki insanları gösteriyor. Tereyağ yapan, halı dokuyan kadınlar, imalathanelerde çalışan emekçiler… İki milyona yakın nüfusun doğrudan maddî hayatın üretimine katkısı “topik”e indirgenemeyecek bir katkı değil mi?

O konuda güzel bir karikatürü var Aret Gıcır’ın. Sonunda adam isyan ediyor, “ben topik değilim” diye… Nüfusun niceliğinden çok, niteliği önemli. Nüfusun çok az olduğu yerlerde, bakıyorsunuz, belli sektörler bu insanlar sayesinde var. Dokuma, ipekböcekçiliği, lületaşı gibi,alanlarda işçisinden, zanaatkarından tüccarına, Ermeniler çok belirleyici bir rol oynuyor. Bursa’da hem ipekböceği yetiştiriciliğinin, hem de filatür fabrikası dediğimiz ham ipek üretiminin Ermenilerin elinde. Devletin ipekböcekçiliğini ıslah etmek için kurduğu ipekçilik Enstitüsü’nün kurucusu Kevork Torkomyan; öğrencilerin büyük kısmı da Ermeni. Bursa civarında Ermenilerin yaşadığı birçok köyde de dışarıya ham ipek ihraç eden atölyeler var. Kütahya’da çinicilikte çok önemli yerlere sahipler. Eskişehir’de lületaşı atölyelerinin büyük bir kısmı Ermenilerin. Ankara’da tiftikte, Ege’de halı dokumacılığında ve kurutulmuş meyve ihracatında önemli yerlere sahipler. Doğuda zaten ne varsa büyük ölçüde Ermenilerin elinde. Doğunun geri kalmışlığı çok tartışıldı. Feodalizm dendi, okul gitmedi dendi, birçok şey söylendi. 1960’ların, ’70’lerin tartışmalarının belkemiğini oluşturuyordu bu konu. Ama doğunun geriliğiyle oraların Ermenilerden arındırılmış olması arasında bir ilişki kuran olmadı. Yüz yıl önceye baktığımızda, doğunun aslında pek de geri olmadığını görüyoruz. Doğu, Ermeniler gittikten sonra bu hale geldi oralar. Erzurum’a, Van’a, Harput’a, Sivas’a, Tokat’a bakıyorsunuz, hem sosyal hayat anlamında, hem de iktisadî üretim anlamında geri değil o zamanlar. Ermenice gazeteler, dergiler çıkıyor, tiyatrolar var, okullar, has taneler var, muhteşem binalar var. Eski tartışmalara dönüp yeniden bakmamız lazım…

Büyük kayıp, halkların ortak kaybı…

Bir uygarlık çöküşünden bahsetmek abartı sayılmaz. Olanlara sadece Ermenilerin kaybı olarak bakanların çok sığ olarak baktığını düşünüyorum, bu bizim de kaybımız.

Katolik Ermenilerden söz ettiniz, çoğunluk Ortodoks galiba…

Ortodoks deyimi de kullanılır, Gregoryen de, Apostolik de. Sergide ve kitapta çok doğru bir adlandırma olmadığını bildiğim halde, Gregoryen deyimini kullandım, daha yaygın olarak bilindiği için. Çoğunlukla Ermeni Kilisesi’ne, Doğu Kilisesi’ne mensup buradaki Ermeniler. Onların dışında Katolik ve Protestan Ermeniler var. Katoliklik 18. yüzyılın başında Sivaslı Mikhitar’ın öncülüğünde başlıyor. Ama özellikle 19. yüzyıl içinde, tıpkı Protestanlık gibi, misyonerlerin çalışmalarıyla yayılıyor. İlginç bir topluluk daha var: Ermenice konuşan, ama Rum Ortodoks Kilisesi’ne bağlı olan Hayhoromlar. Onlar da tıpkı Karamanlılar gibi Rum kabul edilerek mübadelede Yunanistan’a yollanmış.

Diğer gayrimüslim topluluklar gibi, Ermenileri de illâ kiliseyle, “resmî-kurumsal” inançla bağlantılı olarak adlandırmak da doğru değil gibi. Anadolu aynı zamanda heterodoksinin de -kabaca “Bektaşilik” diyelim- beşiği, Ermenilerin de “Bektaşi”leri, panteistleri, ateistleri vardır herhalde…

Komünistleri bile var. “Komünist Manifesto”, Türkiye’de ilk kez Ermenice basılmak isteniyor. Bunu “Manifesto”nun 1888 tarihli İngilizce baskısına Engels’in yazdığı önsözden öğreniyoruz. Matbaa ve yayınevi, üzerinde Marx’ın adının bulunduğu bir kitabı yayınlamaktan çekinmiş, Abdülhamit dönemindeyiz çünkü ve çevirmenine “sizin adınızla yayınlasak” diye teklif etmişler. O de bu çözümü uygun görmeyince, baskı mümkün olmamış.

Ermeniler arasında dinî inanç farklılığı gibi siyasal farklılıklar da var elbette En bilinen iki çizgi, Hınçak ve Taşnak…

Başka partiler de var. O dönemin Batı toplumlarında hangi siyasî bölünmeler varsa, Ermeni toplumunda da aşağı yukarı aynı bölünmeler var. Solda olan bu iki partinin yanı sıra, liberal ve halkçı partiler de var.

Siyasal olarak bizlere en yakını hangisi?

En yakın çizgi “Yoldaş Pançuni”. (gülüyor) Yervant Odyan’ın yarattığı bir tip bu. Yoldaş Pançuni’nin maceraları 1913’te önce bir gazetede tefrika edilmiş; sonra da ayrı kitap olarak basılmış. Arapkir civarındaki Dzabılvar köyüne kırsal alan çalışmasına giden bir Ermeni sosyalistinin merkeze yazdığı mektup ya da raporlardan oluşuyor. Müthiş bir hiciv…

Taşnak ve Hınçak arasındaki farklılıklar neler?

Taşnaksutyun Partisi olarak geçen Ermeni Devrimci Federasyonu, 1890’da Tiflis’te kurulmuş. Esas olarak Osmanlı toplumunda faaliyette bulunuyor, ama Rusya’da da faaliyeti var. 20. yüzyıl başındaki diğer sosyalist partiler gibi, İkinci Enternasyonal’e üye. İşçi sınıfı sosyalizminden çok, Ermeni toplumunu Asya’nın karanlığından daha ileriye taşımaya çalışan ilerici bir parti olarak görmek mümkün. Zaten bu niteliğinden dolayı Osmanlı seçimlerinde ve meclislerinde de İttihat ve Terakki’nin müttefiki durumunda. Hınçaklar da 1887’de Cenevre’de kurulan sosyal demokrat bir parti. Adı Ermenice “çan” kelimesinden geliyor, ama bunu sadece dini çağrışımıyla değil, “halkı kendisine çağıran bir işaret” olarak yorumlamak daha doğru.

“100 Yıl Önce Ermenilere dönelim: Kartpostalları kitaplaştırmak fikri nasıl doğdu?

Orlando Carlo Calumeno adlı bir koleksiyoncunun elinde Ermenilere ilişkin çok sayıda kartpostalın bulunduğunu öğrendim. Oriando’nun koleksiyonunda Osmanlının son dönemine ait 4 bin kadar kartpostal var. Bunların önemli bir kısmı doğrudan ve dolaylı olarak Ermenilere ilişkin: Ermeni mahallelerini, okullarını, kiliselerini, manastırlarını gösteren kartpostallar, Ermenilere ait otel, fabrika gibi işletmelerin kartpostalları, Ermeni editörler tarafından üretilmiş veya bir Ermeni tarafından bir başka Ermeniye yollanmış kartpostallar…

En eski tarihli kartpostal hangi yıldan?

Hangi kartpostalın hangi tarihte basıldığını tespit etmek pek mümkün değil, ama üzerindeki damgalardan ya da yazılardan hangi tarihte kullanılmış olduğunu bulmak mümkün. 1897’de yollanmış bir kartpostal mevcut, üzerinde Ortaköy iskelesinin ve camiinin resmi var. En eskisi galiba oydu. 1898’de İstanbul ve İzmir’den yollanmış kartpostallar da var.

En son hangi tarihte var? Ermeniler gibi kartpostallar da belli bir tarihten sonra azalıyor mu?

1914’ten sonrasını pek koymadık kitaba. Kitaptaki metin de 1914’e kadarki dönemi ele alıyor çünkü. Zaten genel olarak kartpostalcılık da, kartpostallardaki Ermeni motifi de I. Dünya Savaşı’ndan itibaren inişe geçiyor. Koleksiyonda daha geç dönemlere ait Antep ve Adana, Mersin kartpostalları var. 1921 ya da 1922’de postalanmış bir kartpostal vardı. Adana yakınlarında, Ortaçağ’dan kalma Ermeni kalelerinden birine, Sis ya da Anavarza kalesine ait. Yıkık dökük bir kale. Gönderen kişi kartpostalın üzerine Ermenice olarak “bugün Kilikya’nın her tarafı bu fotoğraftaki gibi” yazmış. O günlerin ruh halini anlatmasına rağmen, bizim ele aldığımız döneme ait olmadığı için kullanmadık bu kartpostalı. Kitapta Ermenilerin sosyal hayatına ilişkin çok sayıda kartpostal var. Benim favorilerimden biri, “Ermeni zeybek Haçadur Şahinyan”ın fotoğrafının yer aldığı kartpostal. Nedense zeybek gibi bazı sıfatların hep Türklerle alâkalı olduğunu düşünürüz.

“100 Yıl Önce Ermenilere tepkiler nasıldı?

Övgü dışında bir tepki olmadı. Kitap epey ilgi topladı, sergiye ilgiyse umduğumuzdan daha fazlaydı. Sergi ikincil bir üründü, işin aslı kitaptı. Sergi, biraz kitabı tanıtmaya, kitabı almayacak insanların da bilgilenmesini sağlamaya yönelikti. Ama serginin dili, görselliği insanları çok etkiledi. Üç kere gelenler olduğunu biliyorum… Biz Türkler öğrensin diye yaptık, ama Ermeniler de -özellikle yeni kuşaklar- tarihlerini pek bilmiyor. 11 günde 10 bine yakın insan sergiyi gezdi. Sadece son gün 1500 kişi geldi. “Eleştiri” derseniz, Gümüşhacıköylüler “niye bizim kartpostalımız yok” dediler.

Orası neresi?

Amasya’nın, geçmişte Ermenilerin yoğun olduğu bir kazası. “Merzifon’un o kadar katpostalı var, biz de Amasya’nın kazasıyız, üstelik biz 1980’lere kadar orada kaldık, bize sergide niye yer vermediniz?” dediler, (gülüyor) Sergide çok duygusal anlar da yaşandı. Birisi babasının fotoğrafını buldu, Harput’taki Amerikan okulunun, Fırat Koleji’nin öğretmeniymiş, yirmi kadar öğretmen ve okul yöneticisinin fotoğrafının yer aldığı bir kartpostalda gördü babasını. Bir başkası, babasına yazılmış bir kartpostalı buldu. Tekirdağlı bir kadın evinin fotoğrafını buldu. Böyle çok duygusal anlar oldu.

Sergiyi yinelemeyi, başka kentlere de götürmeyi düşünüyor musunuz?

Düşünüyoruz, ama henüz yeri ve zamanı tam olarak belli değil. Bu yaz İstanbul’da yeniden açacağız, dört-beş şehre daha gitme hazırlığımız var. Ayrıca yurtdışından, Almanya, Fransa, İngiltere, Kanada gibi ülkelerden teklifler var. Memleketimizin tarihini oralarda da tanıtacağız.(YG/EÜ)

Yorumlar kapatıldı.