Nuray Mert
Birkaç gündür Beyrut’tayım. Beyrut’u yeniden Ortadoğu’nun ‘Paris’i yapma gayretleri akim kalmış görünüyor. Hariri’nin Fransızlarla ortak şirketi tarafından küçük bir İtalyan şehri havasında yeniden inşa edilen, şehir merkezindeki şık kafeler geçen yıl olduğu gibi canlı değil, diğer taraftan, her yer asker ve barikat dolu. ‘Sedir devrimi’ adına
ise, ellerinde Lübnan bayrağı ile bekleşen havalı birkaç üniversite öğrencisinden başka bir emare yok. Onlar da, ‘Suriye gitsin’ ve Amerikan aksanıyla ‘we wanna freedom’ dışında kelam bilmiyor, onun için, uzun boylu ne düşündüklerini anlamak mümkün olmadı.
Ama ben bugün başka bir şey yazmak istiyorum. Biliyorsunuz, Beyrut’ta, Türkiye’den göçen, büyük bir Ermeni nüfusu yaşıyor. 24 Nisan öncesinde, buralarla yaşayanlarla konuşmak istedik, Burj Hamud Ermeni bölgesine gittik. Bölge, geldikleri yerlere göre anılan mahallelerden oluşuyor ve sadece yaşlılar değil, hemen herkes Türkçe konuşuyor. Sadece, en küçüklerle anlaşamadık, dokuz yaşlarında bir çocuk, birkaç kelimeden sonra İngilizceye geçti. Neden geldiğimizi sordu, ‘Arkadaş olmak için’ deyince de ‘Biz arkadaş olamayız’ dedi.
Buralarda, belli ki, yaş küçüldükçe yeniden ‘arkadaş’, ‘dost’, olmak imkânı azalıyor ve böyle giderse daha da güçleşecek. Yaşlıların ‘tehcir’, ‘zulüm’ dediğine gençler, çocuklar ‘jenosid’ (soykırım) diyor. Olan biteni birinci elden, anne ve babalarından dinleyenler, yaşanan faciayı kuşkusuz daha derinden hissediyor, yaşadıkları bu yeni toprakları çok daha fazla yabancılıyor. Hatıraları daha taze ve katlanılmaz, ama göz yaşartıcı bir samimiyetle yeniden dost olmak istediklerini söylüyorlar. Birileri bize sataşır diye ödleri kopuyor, korumaya kollamaya çalışıyorlar. Yaşı genç olup, çok okumuş yazmış olmayanlarla da anlaşmak zor değil, soruları, ‘Geçmişle yaşayamayız’ diye olgunlukla geçiştiriyorlar. Yaşananları kitaplardan okuyanlar ve onlar adına konuşma mevkisinde olanlarla ise konuşmak, konuşursak anlaşmak mümkün değil. ‘Jenosid’ ile başlayıp biten ezber bir metnin ötesine geçmek imkânsız gibi.
Aramıza kan girmiş, o bile kitaplar kadar tesirli olmamış. Belli ki, kitaplaşmış husumetin önüne geçmek çok ama çok zor. Önce, Batılıların kanca atması ile Katolik, Protestan olup kiliseleri dağılmış, yine bu süreçte ulus-devlet hevesine kapılıp, bir kör dövüşe savrularak, çocuklarını yitirip, topraklarından sürülmüş insanlar kimliklerini, ‘Jenosid’ mitine dayandırma gayretine düşmüşler. Kimsenin ‘jenosid’e ilişkin fikri birbirini tutmuyor, burada yaşayanlar Türkiye’nin Kilikya bölgesinden gelmiş, ama ellerinde Sevres’in Ermenistan haritası var. O haritada, dedelerinin yaşadıkları yer yok, ama resmi Ermeni tezi o haritada ısrar ettiği için, ona sarılıyorlar. ‘İmkânınız olsa, siz de şimdi orada yaşayanları mı tehcir edeceksiniz’ diye sorduğunuzda verecek cevapları yok. Kimi Ermeni olaylarından sorumlu olanların, Türklerden ziyade, o sırada iktidar olan Jön Türkler olduğunu, onların da ‘zaten Yahudi’ olduğunu ısrarla vurguluyor, kimi İsrail’i kendisine model olarak alıyor.
Zaman geçiyor ve geçtikçe içinden çıkılmaz bir hal alıyor, ‘Biz arkadaş olamayız’ diyen çocuk büyümeden, konuşmanın yollarını bulmamız şart. Yok, Ermeni tasarılarının ABD Kongresi’nden geçmesini engellemek için değil. Bu bölgede yaşayanları birbirine düşürerek, her durumda kârlı çıkanların hesaplarını boşa çıkarmak için. Kulak asmayın, uluslararası ilişkilerde, ‘Dost düşman yoktur, çıkarlar vardır’ diyenlere. ‘Çıkar’ diye diye dünyayı insanlıktan çıkardılar. Mecburiyetten değil, muhabbetten doğan barış barıştır.
Murat Yetkin, 17 Nisan’da, ‘Ermeni tasarısına karşı İsrail desteği’ başlığı altında eski hikâyeyi yazmış. ABD’de Musevi lobileri, soykırım yasasına karşı Türkiye’yi destekleyecekmiş. Tasarı İsrail’in çıkarlarına da uymuyormuş. Neymiş çıkarları? Irak’ta ABD, Filistin’de İsrail işgaline göz yumacak suç ortaklığı mı?
Daha öncede yazdım, bir büyük tufanda birbirimize girdik, feci şeyler yaşandı diye, bunları kullanarak bize ‘ahlaksız teklif’ler yapanlardan ilelebed kurtulamayacak mıyız? Aynı şey Ermeniler için de, geçerli. Bizi horoz gibi dövüştürüp, soyup soğana çeviriyorlar, insanlığımızdan ediyorlar. 24 Nisan’dan sonra, ama vakit geçmeden, o çocuk büyümeden arkadaş olmanın yolunu bulmak zorundayız.
Yorumlar kapatıldı.