Abbas Güçlü
Ermeni, Rum, Musevi lobisi var da neden bir Türk lobisi yok? Ermeni diasporası, her nisan ayında olduğu gibi yine dünyayı ayağa kaldırdı. Ortaya koydukları tezlerin çoğu dayanaktan yoksun. Ama yarattıkları gürültü, Türkiye’yi köşeye sıkıştırmaya yetiyor da artıyor.
Ermeni lobisi, dünyanın dört bir yanında, Türkiye karşıtı kampanyalar sürdürürken, bizim yurtdışındaki milyonlarca vatandaşımız nerede?
Neden onların hiç sesi çıkmıyor? Sayıları mı az? Güçleri mi yok? Yoksa ülkelerini Ermenilerden daha mı az seviyorlar?
Tam aksine. Sayıları da çok. Güçleri de var. Ülkelerini de en az onlar kadar seviyorlar. Peki o halde eksik olan ne? İşte bu konuda epey kafa yormamız gerekiyor…
Türkiye olarak yurtdışındaki vatandaşlarımıza ne kadar sahip çıkıyoruz? Bir sorunları olduğunda onlarla ne kadar ilgileniyoruz? Başta Ermeni konusu olmak üzere ulusal konularda onları ne kadar bilgilendiriyoruz? Lobi oluşturmaları için onlara ne kadar destek veriyoruz? Bu konular artık tartışılmalı. Tartışılmalı ki onları suçlamadan önce, onlar için ne yaptığımız, daha doğrusu neler yapmadığımız ortaya çıksın.
Yurtdışındaki çalışan vatandaşlarımızla diyalog içerisindeyiz ama öğrenci ve öğretim üyeleriyle kontağımız çok daha yoğun. Hemen hepsine, bir dokun bin ah işit. Elçiliklere, konsolosluklara, YÖK’e, MEB’e işleri bir düşmeyegörsün!..
Dışişleri, bu konuda kesinlikle yeniden yapılanmaya gitmeli. Sosyal ilişkileri geliştirici, vatandaş ile devlet arasındaki soğukluğu giderici aktivitelere yönelmeli. Birinin burnu kanadığında, sanki başbakanın burnu kanamış gibi onlarla yakından ilgilenmeli ki böylesi dönemlerde tek ses, tek yürek olabilsinler. Türkiye aleyhtarı saçma sapan bir program yayımlandığında, yüz binlerce protesto mesajıyla o programı yayından kaldırtabilsinler. Aslında bunlar o kadar zor işler değil. Ama hâlâ kamuoyunun gücünü, lobiciliğin etkisini, kültürel aktivitelerin önemini kavrayabilmiş değiliz.
Dışişleri Bakanlığı, nasıl ki AB’yi, Türkiye’ye yeterince anlatamadıysa, Türkiye’nin doğru tezlerini de başta yurtdışındaki vatandaşlarımız olmak üzere dünya kamuoyuna anlatamadı. Elbette bir şeyler yapıyorlar. Ama belli ki stratejilerini değiştirme zamanı geldi de geçiyor.
Tüm arşivlerimizi açıyoruz, gelin inceleyin diyoruz da kim dinliyor, kim gelip inceliyor. Onun yerine bilim adamlarımızı, sanatçılarımızı, tarihçilerimizi, işadamlarımızı, filmlerimizi, sergilerimizi dünyanın dört bir yanına kültür elçisi olarak yollayıp, Türkiye’nin sempatik yüzünü gösterelim.
Daha da önemlisi yurtdışındaki başarılı insanlarımıza sahip çıkalım, arkalarında olduğumuzu hissettirelim, önlerini açalım, yaptıkları doğru işlerle gurur duyalım.
Avrupa ve Amerika’daki üçüncü kuşak vatandaşlarımız, artık çok önemli konumlara geldiler. İçlerinde on binlerce çalışanı olan patronlar da var. Parlamenterler de var. Dünyanın en saygın kurumlarında yönetici konumunda olanlar da var.
Dünyanın en iyi üniversitelerinde, en etkin koltuklarda oturanları biliyorum. Ama onları ne tanıyan var ne de onore eden… Sadece onları harekete geçirebilsek, müthiş bir güç haline gelebilirler. Ama eziyet çektirmenin ötesinde, yanlarında bile olmuyoruz. Zor günlerinde sahip çıkmıyoruz.
Bazen bir film, bir kitap ya da bir TV programı, bize yönelik çok olumsuz görüşlerin oluşmasına neden olabiliyor. Peki biz onlara kızmanın ötesinde ne yapıyoruz?
Doğruları ortaya koyacak filmlere ve programlara sponsor olabildik mi? Haklı davalarımızı anlatacak misyonerler yaratabildik mi? Evet demek o kadar zor ki!..
Yorumlar kapatıldı.