Davut Dursun
Nisan ayının üçüncü haftası Türkiye için iki önemli gelişmenin tartışılmasıyla geçiyor. Biri Ankara’da 23 Nisan 1920’de açılan Büyük Millet Meclisi’nin yücelttiği “milli hakimiyet” ilkesi ve bunun Türkiye Cumhuriyeti için ifade ettiği önemin tartışılması. Diğeri de Osmanlı Devleti döneminde Dünya Savaşı yıllarında İttihat ve Terakki hükümetinin 1915 yılında aldığı meşhur Ermeni tehciri kararı ve bu karar çerçevesinde gelişen olayların tartışılması.
Büyük Millet Meclisi’nin Ankara’da açılması ve çalışmalarının Türkiye Cumhuriyeti için arzettiği önemi gelecek yazıya bırakalım. Bugün şu Ermeni sorunu üzerine birkaç söz söyleyelim.
Doksan yıldır tekrarlanan iddialar ve bu iddialardan beslenen çevreler var. Bu çevrelerin sadece Ermeni diyasporasından ve Ermenistan yönetimi ve halkından ibaret olmadığını herkes görüyor. Ermenilerin konu üzerinde bu kadar ısrarla durmaları ve tüm dünyada Türkiye’ye karşı bir kin, garaz ve düşmanlık kampanyaları yürütmelerini bir noktaya kadar anlamak mümkünse de üçüncü devlet ve toplumların bunu istismara yönelik politikalarını anlamak biraz zor gözükmüyor.
Evet Batı ülkelerinin çoğunda küçümsenmeyecek bir Ermeni toplumu yaşamaktadır. Bunların oylarına talip olan partiler ve siyasi çevreler ister istemez onları kazanmak için bu sorunu istismar etmektedirler. Ermenilerin Batı ülkelerinde oluşturdukları cemaat ve baskı grupları siyasi pazarlıkta bu meseleyi önlerine koydukları ve bununla ilgili belli karar ve siyasalar talep ettiklerini biliyoruz.
Bunu ister insanlığın yüce değerleri, isterse siyasi istismar ve çıkar için yapsınlar neticede Türkiye’ye yönelik kin, garaz ve düşmanlığı tahrik etmektedirler.
Ancak bunun ötesinde işin içerisinde bir de din ve Kilise boyutunun olduğu gözden ırak tutulmamalıdır. Soruyu şöyle sormamız gerekiyor: Ermenilerin yerinde Müslüman bir halk olsa acaba aynı siyasi tavrı gösterirler miydi? Bunda hiç şüphe yoktur ki Batılılar ne Müslümanlar, ne de Hıristiyan olmayan Batı dışı toplumlar için kılını bile kıpırdatmamaktadır. Burada Batılıların meşhur “öteki” sendromu devreye girmekte ve “ötekileştirilen” veya “öteki” olarak görülen toplumlar için ayrı standartlar ve politikalar devreye sokulmaktadır.
Uluslararası ilişkilerde kullanışlı bir araç…
Konunun bir başka yanı bunun uluslararası ilişkilerde kullanışlı bir “araç” haline getirilmiş olmasıdır. Devletler rakiplerine karşı üstünlük elde etmek, tezlerini güçlendirmek, muhataplarını köşeye sıkıştırmak veya zor durumda bırakmak için bu tür etkin silahlara ihtiyaç duymaktadırlar. Ermeni sorunu arayıp bulunamayacak türden bir “araç”. Çıkarla ilgili bir konu gündemde ise bu sorunu asla görmeleri söz konusu bile değil; ama muhatapları nezdinde ellerinin güçlendirilmesi gerekiyorsa çekmeceden çıkarılan dosyaların başında Ermeni sorunu geliyor. Bu bakımdan konu tamamı ile siyasi bir sorundur ve elbette ki çözümü de siyasi olmak zorundadır.
Türkiye’nin bu konuda takip ettiği politikanın ne tür sonuçlar verdiğini, daha doğrusu vermediğini sorunun her yıl tartışma gündeminin en üst sıralarında yer almasından anlamak mümkün. Türkiye’de hükümetler dışarıda konu tartışılmaya başlayınca birkaç demeç vererek sorunu geçiştireceklerine inanmakta, ancak bunun hiçbir işe yaramadığını bir acı gerçek olarak herkes görmüş bulunmaktadır.
Son yıllarda üniversiteler bu konuya angaje edilmekte ve bu amaçla Ermeni Araştırmaları Merkezleri kurulmaktadır. Arşiv belgeleri taranıp okuyucu ve araştırmacıların hizmetine sunulmakta, arkasından da Türkiye bir resmi tez şeklinde “konuyu tarihçilere bırakalım, tarihe mal olmuş bir konudur, bunu siyasiler değil tarihçiler çözsün” şeklinde bir siyasa belirlemiş bulunmaktadır. Tarihçiler de resmi tezi tekrarlamaktadırlar! Bilim kılıfına sarılmış tezler ne kadar sorun çözmektedir?
Gerçekten Ermeniler tarafından tüm dünyada propaganda edilen ve bu çerçevede ileri sürülen iddia ve talepler tarihte kalmış ve tarihçiler tarafından yapılacak araştırmalarla çözümlenecek bir sorun mudur? Türk Tarih Kurumu yıllardır çalışıyor, konuyla ilgili arşiv belgelerini topluyor ve bunları değerlendirerek bir bakış oluşturuyor. Ama bu çaba sorunun çözümü için yeterli mi?
İşin yanlışlığı bir siyasi sorunun çözümünü tarihçilerden beklemektir. Tarih ve tarihçiler sorun çözme misyonuyla yükümlü kişiler değildir. Bu konu üzerinde çalışan tarihçilerin tekrarladıkları bilgiler doğru olsa bile siyasi tarafları tatmin etme işlevi gösteremez. Ancak bu bilgiler siyasi karar vericiler tarafından kullanılabilir, bu araştırma ve belgelerden alternatif çözümler için faydalanılabilir.
Ermenistan ve Ermeni toplumu yetkilileri bu sorunun gerçek boyutunun ne olduğunu asla öğrenmek istemeyeceklerdir. Çünkü bu kadar etkili bir silahı ellerinden düşürmenin kendilerini ne duruma getireceğini bilmektedirler. Ancak Türkiye’nin bu konu üzerinde geliştireceği siyasi meydan okuyuş ve çözüm yolları muhataplarını köşeye sıkıştıracak ve ellerindeki kullanışlı silahı bırakmalarına zorlayacaktır.
Sözün özü her yıl nisan ayında tartışmak ve cevap yetiştirmek zorunda kaldığımız Ermeni sorunu tarihçilerin çözebilecekleri bir sorun değil; sorunun muhatapları siyasilerdir. Çözüm tarihçiler değil siyasiler bulmak zorundadır.
Yorumlar kapatıldı.