Mahir Kaynak
Ermeni soykırımı iddialarının güçlü bir biçimde gündeme getirilmesi, takipçilerinin Ermeni örgütleri ile sınırlı kalmayıp bir çok devletin organlarının da olayla yakından ilgilenmesi ne anlama geliyor? Bu sadece geçmişin bir muhasebesinden mi ibaret yoksa gelecekte izlenecek bazı politikaların yolu mu döşeniyor?
Önümüzdeki günlerde dozu artırılarak dünya medyasında tartışılacağı anlaşılan bu konu bir hazırlık niteliği taşıyor gibi görünüyor. Önce ülkemiz dünya kamuoyunda soykırım yapan bir ülke olarak tanıtılacak sonra kurgulandığını sandığımız bir iç çatışmada, önceden hazırlanmış kamuoyuna, eylemlerimiz bir soykırım olarak sunulacaktır.
Son olaylar halkımızın kolayca provoke edileceğini göstermektedir. Küçücük bir kıvılcım büyük yangınlara sebep olabilmektedir. İlk denemede başarılı sonuçlar alan proje sahipleri, tahrikin boyutlarını büyüterek bir çatışma yaratabileceklerine inanmış olmalıdır. Kaldı ki bu tahrikler sadece bir tarafa değil her iki tarafı da galeyana getirecek bir nitelik kazanabilir.
Eğer böyle bir çatışma gerçekleştirilebilirse bir dış müdahalenin bütün şartları hazır olacaktır. Bir tarafın soykırımı olarak sunulacak olaylar, bu müdahalenin meşruiyetini sağlayacaktır. Ermeni sorununun tüm Batı ülkelerinde dile getirilmesi bir ön mutabakatın olduğu izlenimini veriyor. Böyle bir durumda itiraz etmenin mümkün olamayacağı çok açık.
Türkiye’de bir olayda haklı olduğumuzu ispata çalışmak genel bir davranış biçimidir ve bunların hiçbir sonuç vermediği ortada iken aynı yol sürekli denenir. Şu anda da gerçekte bir Ermeni soykırımı olmadığını, savaş şartlarının sonucunda üzücü olaylar meydana geldiğini, karşı tarafın buna sebep olacak davranışlar sergilediğini anlatmaya çalışıyoruz. Bununla sonuç alacağımızı sanmak sadece safdillik olabilir. Dünyadaki yönetim kademeleri zaten her şeyi bilmektedir ve amaçları gerçeklerin ortaya çıkması değildir. Söylediklerimiz dünya kamuoyuna yansımaz söylediğimiz şarkıyı sadece biz dinleriz.
Bir projeyi engellemenin yolu onun mantık zincirinde önemli bir kopukluk yaratmaktır. Eğer bir çatışma öngörülüyorsa ve bu tarafların hassas noktalarına saldırıp onların tepkilerinden yararlanarak gerçekleştirilecek ise yapılacak tek şey olaylara kayıtsız kalınıyor intibaı yaratmaktır. Halkın sessizliğine devletin en aktif biçimde rol oynaması eşlik temelidir.
Her operasyon bir veriler kümesi üzerine oturtulur. Yani bugün halkımızın birbirlerine karşı duruşları, geçmişteki çatışmanın yarattığı ön kabuller ve kemikleşmiş kanaatler böyle bir operasyona zemin teşkil eder. Türkiye’de bunları kökten değiştirecek ve yepyeni bir ilişkiler zincir oluşturacak bir söylem halka kabul ettirilirse herkes her şeye yeniden başlamak zorunda kalır.
Bunların zor şeyler olduğunu biliyorum. Devletin olaylara farklı bir yaklaşım sergilemesi, karşı tarafın işlerini bozacağı için, ciddi eleştiriler alır ve medya olayları bırakıp yönetimle çatışmaya başlar. Milli hassasiyetler bu kez devletin karşısına çıkarılır ve ülkeyi satmakla itham edilir.
Ancak bir devlet halkına derdini anlatabildiği ve yaptığı en aykırı sayılan işleri bile güvenle kabul ettirebildiği durumda güçlü sayılır. Her kademesi usulsüzlüklerle itham edilmek, bazı dış ve iç güçlerin kontrolünde olduğu iddiasıyla önceden güvensizliğe mahkum edilmiş olmak şüphesiz çok önemli bir engeldir.
Dünya üzerinde büyük bir savaşın etkilerine denk sonuçlar yaratacak uluslararası bir ortamda sakin bir koyda demir atmanın mümkün olmadığını anlamak zorundayız. Ayrıca her ülkenin zayıf yanları da vardır ve en güçlülerin bile hassas bir yeri bulunabilir. Bölgemizdeki istikrarsızlığın ülkemize doğru yaklaştığını kabul edip bundan hasar görmeden hatta daha güçlenerek çıkmanın yollarını bulmamız gerekir. Her mücadele acılara gebedir ancak zaferler de sadece mücadelenin sonunda elde edilir. Türkiye’nin artıları eksilerinden fazladır.
Yorumlar kapatıldı.