Zülfü Livaneli
Kadir kıymet bilen dostlardan birisi olan Oral, Kayseri’de yöneticilerle görüşmüş ve Elia Kazan’ın annesinin doğduğu Germir Köyü’ndeki harap kilisenin bir müzeye dönüştürülmesini teklif etmiş.
Yöneticiler de bunu heyecanla karşılamışlar.
Bence de çok doğru bir fikir. Germir Köyü’nde açılacak bir Elia Kazan Müzesi yalnızca büyük yönetmenin anısını yaşatmakla kalmayacak, dünyaya Anadolu’nun nasıl bir kültür zenginliği taşıdığını anlatacak.
Böyle bir müzeyi UNESCO’nun ve Avrupa Konseyi’nin de değerlendireceğine kuşkum yok.
***
Elia Kazan’ın ömrünün son yıllarında iyice artan Türkiye merakı, somon balıklarının ölmeden önce doğdukları sulara dönmek için yaptıkları uzun ve zorlu yolculuğu hatırlatırdı. Resmen “daüssıla” denilen hastalığa yakalanmıştı.
New York’taki evinin en üst katındaki çalışma odası, Hollywood geçmişini yansıtan resimlerin yanı sıra Türkiye’deki dostlarının fotoğraflarıyla doluydu.
Marlon Brando’nun yanında Yaşar Kemal’in, James Dean’in yanında Kayseri eski Belediye Başkanı Osman Kavuncu’nun, Marilyn Monroe’nun yanında Zeynep Oral’ın fotoğrafını görmek hiç de şaşırtıcı değildi.
Son yıllarında sık sık Türkiye’ye geliyordu ve her yaz bir iki hafta “mavi yolculuk” yapıyorduk.
Ama bitmek tükenmek bilmeyen bir sıla özlemi vardı: Ölmeden önce annesinin doğduğu köy olan Germir’i tekrar görmek istiyordu.
Bir gün her şeyi ayarladım ve birlikte Kayseri uçağına bindik.
Bir otele yerleştikten sonra ver elini Germir Köyü.
Ne yazık ki yağmurlu, çamurlu, gri bir gündü. Hava soğuktu.
Nedense Germirliler Elia Kazan’a pek dostça yaklaşmadılar. Başımıza toplanan herkesin bu zengin Amerikalı’dan bir “dileği” vardı. Kimi köye ambulans göndermesini, kimi para vermesini söylüyor ama kimse “Buyrun bir çay için!” demiyordu.
Sonunda yaşlı bir haram bunu akıl edebildi. Teşekkür ettik ve annesinin evini aramaya koyulduk.
Köy çamur içindeydi.
Kiliseye geldik. Tavanı ortasından ikiye ayrılmıştı, çökmek üzereydi. İnsanın genzini yakan keskin bir kokuyla loş kiliseye girdik ve o görkemli yapının hayvan ahırına dönüştürülmüş olduğunu gördük.
Kazan’ın annesinin evi diye gösterilen yer de yıkılmış bir evin kalıntılarını taşıyan çamurdan bir tümsekti.
Kayseri’ye dönerken Kazan çok hüzünlüydü.
“Biliyor musun?” dedi. “Bu köyde annemin tuvaletler ve şık şapkalarla çekilmiş resimleri var.”
Sustum. Ne cevap verebilirdim.
Kayseri’de kapalıçarşıya gittik.
Eliyle koymuş gibi halıcı dükkanlarının bulunduğu bölümü buldu. Sakatatçılar da aynı bölümdeydi. Dükkanların önünde çengellere asılmış ciğerler sarkıyordu.
Eskiden orada babasının da halıcılık yaptığını biliyordum.
“Beni burada yalnız bıraksana!” dedi.
İtiraz ettim, çünkü başına bir şey gelmesinden korkuyordum.
Ama o kendisini iki saat yalnız bırakmam için ısrar etti.
Küçük hasır bir iskemlenin üzerine oturdu.
Başını ellerinin arasına aldı ve halıcı dükkanlarını seyretmeye başladı.
Aradan iki saat geçtikten sonra onu aldım.
Akşam bir lokantada rakı içerken “Bugün kapalıçarşıda saatlerce babamı düşündüm ve onu yine bağışlayamadım” dedi.
Bilenler bilir: Elia Kazan’ın kendisine ve annesine çok sert davranan babasıyla ilgili bir saplantısı vardı.
Ben de onu biraz neşelendirmek isteyerek “Baban 20. yüzyılın başlarında bu şehirden, bu dükkandan seni çıkarıp New York’a götürüyor ve Elia Kazan olmanı sağlıyor. Eğer böyle bir girişimde bulunmasaydı, belki sen hâlâ burada halıcılık yapıyor olacaktın” dedim.
Yüzü aydınlandı. “Doğru!” dedi.
Sonra babasının anısına kadeh kaldırdık.
Eğer böyle güzel bir müze açılırsa, bu gezinin resimlerini ve Amerikan CNN’inin çektiği filmleri, diğer belgelerle birlikte kendilerine teslim etmek isterim.
Yorumlar kapatıldı.