Yalım Eralp
Soykırım konusunda Türk tezini savunan Prof. Justin McCarthy Türkiye’ye geldi ve gene aramızda tanıtım yapmış olduk! Ancak, yararlı bir gelişme var: Türkiye soykırım iddialarını tartışmaya başladı. Tartışmadan hiçbir şey olmaz. Ancak, asıl tartışmayı uluslararası forumlarda yapmaya alışmalıyız. Gerekli olan odur. Bu alanda aklımız herhalde genetik nedenlerle çok geç başımıza geliyor!
Dışişleri Bakanı Abdullah Gül konuyu Birleşmiş Milletler’e taşımak istemediklerini, zira BM’de doğrunun yanlış, yanlışın doğru yapılabildiğini söyledi! Bu beni biraz şaşırttı; zira Kıbrıs meselesinin ancak BM’de çözülebileceğini söylüyoruz ve de Güvenlik Konseyi’ne adaylığımızı koyduk. Dışişleri Bakanı konunun BM Genel Kurulu tarafından karara bağlanmasını kastediyorsa görüşüne katılırım. Konunun uzman bir heyet tarafından araştırılmasını kastediyorsa katılmam. Darfur’da işlenen cinayetler konusunda kurulan uzman tahkik heyeti gibi bir kurula herhalde Bakan karşı çıkmaz diye düşünürüm. Soykırım iddialarını tahkikle görevli BM Adalet Divanı konuyu Soykırım Sözleşmesi’ne göre inceleyemez; zira sözleşme geriye dönük işletilemez.
TBMM Mavi Kitap konusunda İngiltere’nin özür dilemesini istiyor. Avam ve Lordlar kamarası diler mi bilemem; zor.. Ancak, soykırım iddialarının tek temeli Mavi Kitap değil; Bab-ı Ali’deki ABD Sefiri Hans Morgenthau’nun hatıratı da var.
Türk-Ermeni diplomatik ilişkilerinin kurulması ve sınırın açılması ise önümüzde duran konular. Ermenistan Dışişleri web sitesinde ilişkilerin kurulması için Türkiye’nin 3 şart ileri sürdüğü belirtiliyor : a. Yukarı Karabağ sorununun halli veya bazı işgal edilen bölgelerden Ermenistan’ın çekilmesi. Bunun ön şart olmasını Ermeni tarafı bazı uluslar arası konulardaki tutumuza aykırı buluyor. b. Ermenilerin soykırım iddialarından vazgeçmesi. Bu talebi gerçekçi bulmuyorum. c. Türkiye’nin sınırlarının Ermenistan tarafından tanınması. Ermeni tarafı 1921 Kars anlaşmasının geçerli olduğunu kabul ettiğini ileri sürüyor.Ancak, protokol taslağında Kars anlaşmasına atıfta bulunulmasına, Azeri ve Gürcü sınırlarını da kapsaması nedeniyle anlaşmaya atıfta bulunulmasından kaçınıyor. Sınırlar tanınmadan sınırların açılmasını istemek doğru değil. Buna Ermeniler kabul edebileceğimiz bir çözüm bularak Kars anlaşmasının geçerliliğini teyit edebilmeli.
Avrupa Birliği’nin “komşu politikası” gereğince Türkiye eninde sonunda sınırlarını açacak. Bunu başkaları bize empoze etmeden yaparsak iyi olur. Sınırların bizi tatmin edecek bir formül altında açılması için aktif olmalı ve Ermenistan sınırlarımızı tanıma yoluna gitmediği takdirde kusurun bizde olmadığını AB’ye ispat edebilmeliyiz. Ermeniler’in Azeri topraklarını işgal etmemeleri ve soykırım iddialarından vazgeçmelerini sınır açılması için ön şart olarak ileri sürersek haksız çıkarız.Sınırların açılması Azerbaycan için de yararlı olur.Zira Türkiye bu durumda Azeri-Ermeni sorununu çözmeye çalışan AGİT Minsk grubu içinde daha aktif bir konuma gelir.
İlişkilerde hayati olmayan ön koşulları ileri sürmek kendi dış politikamızı zora sokar. Bazıları bunu Kıbrıs meselesindeki tutumumuza bağlamaya çalışır. Bazıları da Hatay’ı kendi sınırları içinde göstermeye devam eden Suriye ile ilişkinizi nasıl ” mükemmel “olarak nitelersiniz diye sorar.
Akılcı yollarla ve hayati çıkarlarımızı tehlikeye sokmadan meselelere kısa zamanda çözüm bulmak bizim yararımızadır.Sorunların üst üste binmesi bunları yumak haline getirir. Yunanistan’la böyle olmadı mı? Sorunların dışarıdan empoze edilmeden çözümlenmesinin bir başka yararı da bunun kamu oyu açısıdır. Zira dış baskılar yapıldığında kamu oyunda milliyetçilik tehlikeli biçimde yükseliyor ve iç gerginliklere yol açıyor. Dikkatli olmalıyız. İç politika ile dış politika artık iç içe…
Yorumlar kapatıldı.