Nuray Mert
Malum, geçtiğimiz günlerde Trabzon’da son derece tatsız sokak olayları yaşandı. Ne yazık ki konu kapanmış veya geride bırakılmış değil, tam tersine her an yeniden alevlenmeye müsait bir gerilim söz konusu.
Trabzonlu hemşerilerim darılmasınlar, kuşkusuz, bu olay veya tepki verme biçimi Trabzon’a özgü değil, ama Trabzon bu tür gerilimlerin alevlenmesine veya kışkırtılmasına (artık ne derseniz deyin) son derece müsait bir yer. Bu ve buna benzer konularda, bölgeler, şehirlerarasında, davranış kalıpları açısından belirgin farklılıklar olduğu aşikâr. Bunun muhtelif ve tartışılabilir nedenleri olabilir, konuyu fazla o yönde uzatmak istemiyorum.
Ama, aslında, Trabzon’un diğer muhafazakâr- milliyetçi bölge ve şehirlerden çok farklı bir konumu var ve delikanlılık kültürü dışında, buradaki milliyetçi hoyratlığı anlamak daha zor görünüyor. Zira, Trabzon, tarihi bir liman kenti, kozmopolit geçmişi ve uzun bir şehir kültürü dolayısıyla, bu tip tepkilere uzak kalması beklenebilecek bir
yer. Ama diğer taraftan, zamanında yaşanan Pontusçuluk, Türk-Yunan çekişmesi, mübadele ve Ermeni olayları dolayısıyla, yakın tarihin
çok gerilimli olaylarına sahne olmuş bir yer.
Bu açıdan, güvenlik paranoyasının çok kolaylıkla harekete geçebileceği bir tarihi hafıza mevcut.
Diğer taraftan, Türkleşmesi ve Müslümanlaşması, Fatih döneminde başlayan bölgede, Trabzonluların etnik kimliğine, çeşitli vesilelerle bir şekilde
işaret edilmesinin, bu yöre insanlarını sürekli Müslüman-Türk kimliklerinin altını çizme ve hatta bunu abartmasıyla sonuçlandığı söylenebilir.
Yine de, Trabzon’da olanları Trabzon’a sınırlamak mümkün değil. Nitekim, bu gerilim, Mersin’deki bayrak yakma ve ardından bayrak asma ve benzeri hareketlerle başladı. Olup biteni, ne sadece, Türk halkının faşizme fazlasıyla meyyal olmasıyla, ne sabrı taşmış bir halkın haklı isyanıyla ne de birilerinin AB sürecine karşı düğmeye basmasıyla veya diğerlerinin başka bir düğmeye basmasıyla anlamak ve açıklamak mümkün. Zira, olay yeri,
her anlamda fazlasıyla kalabalık.
Türk olsun, Kürt olsun bu ülkede yaşayanların tepki verme biçiminin, zaman zaman, lümpenleşmeye, dayatmaya, yatkın olduğu bir gerçek. Kürtlerin
her topluluk faaliyetinde, tatsız taşkınlıklar sergilemeleri de bunun bir ürünü olarak görülebilir. Buna karşılık, Türklerin çoğunluk olma duygusunun, kolaylıkla karşısındakini susturmaya yeltenmeye dönüştüğü kesin. Diğer taraftan, Kürt siyaset söylemlerinin, özellikle Irak işgalinden sonra, bıraktık, her işi vurdu kırdı ile halletmeye alışık, kendisinden başkasına yaşama hakkına aklı yatmayan kesimleri, bu ülkede yaşayanların çoğunu giderek daha fazla rahatsız ettiği de bir vaka. Tüm bunlar, Türkiye’yi fazlasıyla gerilimli, onun ötesinde, herhangi bir yönde bir manipülasyon, düğme basma faaliyetine heves eden varsa, amaçlarına ulaşmaya fazlasıyla müsait bir yer haline getiriyor.
Tüm bu olanlardan kaygılanıyorsak, bu tansiyonu düşürmeye çaba harcamak gerekiyor. Öncelikle, aklı bu tür toplumsal linç girişimlerine yatanlara seslenmek lazım; ülkenizi seviyor olmanızla, elinize geçeni dövmek arasında ne alaka var?
Dahası, ortaya koyduğunuz resim, sizi bir şeyi seven, kollayan insanlar, Türkiye’yi, ‘sevilecek ülke’ görüntüsünden çok uzağa düşürüyor.
Ülkenize, yapılabilecek en büyük kötülük bu ve bunu siz yapıyorsunuz. Dört kişi üzerine çullanan yüzlerce kişinin aklına, mantığına, daha önemlisi vicdanına kim inanır? Dediğine kim kulak verir? Zaten, savunduğunuz şeyin, sadece yumruk, tekme tokatla savunulacağını düşünüyor, toplumun çoğunun da sizin gibi düşündüğüne inanıyorsanız, bu ülkenin geleceği adına korkup, kaygılanmakta haklısınız, çünkü böyle bir ülkenin geleceği gerçekten de karanlık olur.
Yorumlar kapatıldı.