Murat Yetkin
Sezer, Erdoğan ve TSK’nın açıklamaları, gerilimin giderilmesi için ortak çabayı gösteriyor
Dün yapılan dört açıklama, Ankara’nın toplumun sinirlerini geren kutuplaşma ihtimali konusunda iş tehlikeli noktaya ulaşmadan ortak zemin arayışına girdiği izlenimi verdi. Sabah saatlerinde Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, akşam saatlerinde Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ tarafından yapılan açıklamalar, kriz yönetiminde zafiyete düştüğü izlenimi veren hükümete destek olur nitelikteydi. İlk açıklama, Suriye ziyareti için yola çıkmadan önce Cumhurbaşkanı Sezer’den geldi. Sezer, ‘kimi kentlerimizde yaşanan ve üzüntü veren olumsuz gelişmelerin yaygınlaşma’ eğiliminden söz ediyor, buna karşı uyanık olmak ve kışkırtmaya kapılmamak gereğinden söz ediyordu.
İkinci açıklama, iki saat sonra, Başbakan Tayyip Erdoğan tarafından AKP Meclis Grubu’na hitaben yapıldı. Erdoğan, ‘ülkenin geleceğini üç-beş kendini bilmeze bırakmayacak dirayete, dikkat ve maharette’ sahip olduğunu söylüyor, öte yandan ‘hiçbir grubun ülkesini daha çok sevdiği iddiasıyla hukukun kendisine vermediği bir hakkı ihdas edemeyeceğini’ vurguluyordu. Erdoğan’a göre ‘ortada suç ya da hukuka aykırılık varsa, bunu soruşturacak, kovuşturacak, yargılayacak, cezalandıracak otorite’ belliydi.
Başbakan’ın bu sözleriyle, CHP lideri Deniz Baykal’ın ‘Konuşması gerekenler susarsa, sokak konuşur’ dediği, milli değerlerin savunulması refleksi diye gördüğü kitlesel tepkiyi kastettiği anlaşılıyordu.
Öğle saatlerinde, İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu, TBMM’de daha öz ve itinayla seçilmiş sözcüklerle yazılmış bir açıklama okudu. Açıklamada, ortada suç varsa, cezasını tepkiyle sokağa dökülen kitlelerin veremeyeceği, bunun meşru bir yol olmadığı vurgusu vardı. Bu, olumlu ve gerekli bir vurguydu.
Aksu, konuştuğu sırada, Genelkurmay İkinci Başkanı Başbuğ, savunma muhabirlerine açıklama yapıyordu. Başbuğ’un şu cümleleri, sokaktaki kitlesel şiddeti ve kutuplaşma tehlikesini beraberinde getiren tepkiler üzerineydi: “Türkiye’de meydana gelecek, yaratılacak gerginlik ve olaylar ülkemize zarar verir. Türk Silahlı Kuvvetleri böyle bir durumu en son
arzu edecek kurumdur. Bu tür toplumsal olayları belirli bir olaya bağlamaksızın, nedenlerinin sosyologlar tarafından analiz edilmesi daha doğrudur.”
Demek ki Başbuğ, Trabzon, Sivas ve Sakarya’daki olayları tek nedene, tepkiye bağlamaktan çok, derinlemesine bilimsel inceleme yapılmasından yanaydı. Eylemciler için şunları söylüyordu: “Olabilecek tahriklere karşı toplumun provokasyon ve heyecana kapılmadan, hangi amaçla olursa olsun yasadışı her eylemin gereğini devletin ilgili kurumlarına bırakmanın, kanun çerçevesinde ve sağduyulu hareket etmenin önemli olduğunu ifade etmek isteriz.”
Dünkü açıklamaların, Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık, Genelkurmay arasında koordine edilmiş olup olmaması o kadar önemli değil. Önemli olan, konuya serinkanlılıkla yaklaşmak amacıyla bir ortak akıl arayışına fazla geç olmadan başlamış olması.
Bundan sonra önemli olan söylenenlerin lafta kalmaması olacak.
Nihayet konuşmaya başladık
Dün Meclis’te Ermeni soykırımı iddiaları üzerine yapılan ortak çağrı, belki dünya çapında yankılar uyandıracak bir girişim olmayacak. Ermeni grupların soykırım iddiaları bu girişimle son bulmayacak. Ama dün Meclis çatısı altında (CHP’nin girişimiyle başlatıldığı kayda geçmeli) yapılanın, Türk kamuoyunun yakın tarihinin önemli bölümüyle yüzleşmesi açısından bir ilk olduğunun altı çizilmeli. Dışişleri Bakanı Gül’ün yaptığı konuşma, bir Türk hükümet yetkilisinin, Meclis Genel Kurulu’nda Ermeni meselesi üzerine yapılan bir oturumda 1915’te olan bitenleri önemli ayrıntılar açıklayarak yaptığı ilk konuşma. Geçen hafta Meclis AB Uyum Komisyonu’nun konuyu, Türk vatandaşı Ermeni aydınların da katıldığı bir oturumda özel olarak alması da ilk kez oluyordu. Türk diplomatlara ‘Ermeni meselesi açıldığında derhal o mekânı terk edin’ talimatının verildiği bir devekuşu politikasından dünkü noktaya gelinmesi zaman aldı.
Yorumlar kapatıldı.