İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Adil yargı mı?

Gündüz Aktan

Murat Belge 8, 9, 10 Nisan’da Radikal’de çıkan yazılarında, I. Dünya Savaşı sonunda İstanbul işgal altındayken kurulan mahkemelerde Ermeni olaylarından sanık olarak yargılananların ifadelerinden bölümler aktarıyor. Belge, bu mahkemelerin adil yargıdan ne kadar uzak olduklarına, hatta bunların kararlarından soykırım suçunun çıkmayabileceğine işaret ediyor. Ancak mahkeme tutanaklarının çok sayıda Ermeni’nin katledildiği bir trajedinin yaşandığını gösterdiğini de kabul ediyor.

Taner Akçam ve Ermeni ‘tarihçi’ Vahakn Dadrian da kitaplarında bu mahkeme tutanaklarını, soykırımın varlığını ispat sadedinde kullanıyorlar.

Ermeni olaylarının bir trajedi olduğu hiçbir zaman inkar edilmedi. Resmi tarih diye aşağılanan tarih yazımının, rahmetli büyükelçi Kamuran Gürün’ün ‘Ermeni Dosyası’ kitabıyla başladığı söylenebilir. Sn. Gürün bu kitabı, sanıldığı gibi, emekli olduktan sonra değil, Dışişleri Bakanlığı müsteşarıyken, yani 1982’de yazdı. Kitapta toplam Ermeni ölümlerinin (400 bin değil) 300 bin civarında olabileceği bildiriliyor.

Ermeni tehcirine ilişkin suçlar konusunda ilk Divan-ı Harp 16 Aralık 1918’de kuruldu. Damat Ferit paşa sadrazam olunca, yavaş işlediği düşünülen Divan-ı Harp’in başına daha sonra zulmü dolayısıyla ‘nemrut’ lakabıyla anılan Mustafa Nâzım paşayı getirdi. Hızla harekete geçen mahkeme 8 Nisan’da Boğazlayan Kaymakamı Kemal beyi, 8 Temmuz’da da Bayburt Kaymakamı Nusret beyi, ciddi kanıtlara dayanmaksızın idama mahkûm etti.

Mahkemede Ermeni meselesine ilişkin davalar küçük bir bölümü oluşturdu. Hürriyet ve İtilaf hükümetinin asıl amacı, can düşmanı olduğu İttihat ve Terakki’yi bu mahkeme vasıtasıyla tasfiye etmekti.

Bu nedenle yargılamada sanıkların savunma hakkı sürekli ihlal edildi. Yaratılan terör havasında sanıklar canlarını kurtarmak için birbirlerini suçladılar ve yargıçların istedikleri ifadeleri verdiler.

İki davada aldığı kararlar mahkemenin mahiyeti hakkında fikir veriyor. 25 Haziran 1920 gazetelerinde çıkan bir kararında, ‘fitne’ ve ‘fesat’ olarak nitelendirdiği Kuvay-ı Milliye mensupları Miralay İsmet
(İnönü) dahil bir çok paşa ve milletvekilini, İttihat ve Terakki mensubu ‘eşkıya’ olarak tanımlayıp idama mahkum etti ve tüm mallarını haczetti. Aynı kararda Ankara’daki Büyük Millet Meclisi’ni ‘muzır’ ve ‘muhteris’ kişilerden oluşan isyancılar olarak suçladı.

11 Mayıs 1920 günkü gazetelere yansıyan kararında da ‘Mustafa Kemal ve hempalarını’ yani Kara Vasıf, Ali Fuat Paşa, Ahmet Rüstem bey (Müslüman olan Polonyalı, daha sonra Cumhuriyet’in Vaşington Büyükelçisi) ile Adnan ve Halide Edip Adıvar’ı idama mahkûm etti.

İngilizler, bu mahkeme yargısının böylesine gayriadil olmasının kendilerine zarar verebileceğini düşündüler. İçlerinde bir bölümü Ermeni olaylarından sanık 144 kişiyi Malta’ya götürdüler. Ancak İngiliz Kraliyet başsavcısı kendisinin İstanbul’daki gibi yargılama yapmasına imkân olmadığını, İngiliz standartlarında bir yargılama için gerçek tanık ve kanıta ihtiyacı bulunduğunu söyledi. Bunlar sağlanamayınca da tutukluları yargılamadan salıverdi.

Nemrut Mustafa Divan-ı Harbi işte bu.

Aslında Ermeni olaylarının soykırım olup olmadığını saptamak açısından çok daha anlamlı mahkemeler var. Tehcir sırasında Ermenilere
karşı işlenen suçlardan dolayı İttihat ve Terakki yönetimi döneminde kurulan mahkemeler 1397 kişiyi idam dahil çeşitli cezalara çarptırdı. Bunların 648’i Sivas, 223’ü Mamuretü’l Aziz, 70’i Diyarbakır,
25’i Bitlis, 29’u Eskişehir, altısı Şebinkarahisar, sekizi Niğde, 33’ü İzmit, 32’si Ankara, 69’u Kayseri, 27’si Suriye, 12’si Hüdavendigâr, 12’si Konya, 189’u Urfa ve 12’si Canik’te hüküm giydi.

Cezalandırılanlar arasında Konya askeri valisi Azmi bey, emniyet müdürü Aziz bey, bazı subaylar ve jandarma erleriyle Ermenilerin mücevherlerini çalan bir de Armikyan var.

Soykırıma tabi tuttuğunuz insanlara kötülük yapanları mahkûm etmek, Almanların SS’leri cezalandırmaları gibi bir şey.

Not: Bu yazıda Doçent Dr. Süleyman Beyoğlu’nun bir çalışmasından yararlanılmıştır.

Yorumlar kapatıldı.