Murat Belge
1915’te ne olduğunu hâlâ tartışıyoruz. Ancak bunu 2005’teki tartışma biçimimiz 1915’in kendisinden daha iyi değil. Bazı bakımlardan, daha kötü olduğu da savunulabilir. 1915’te, son analizde ‘bir avuç’ denilecek sayıda adam, bir korkunçluğu planlamış ve yürürlüğe koymuştu. Onlara uyan olduğu kadar uymayan da oldu. Yapılanı haklı çıkarmak üzere bir ‘topyekün seferberlik’ de ilan edilmedi.
Bir ‘sayı’ kavgası var ki, akıl alır gibi değil. Sanki Kapalıçarşı’da pazarlık ediyoruz. Ölüme gönderilmiş Ermeni sayısını azaltabileceğimiz kadar azaltacağız; ‘vahşice öldürülmüş’ Türk sayısını çoğaltabileceğimiz kadar çoğaltacağız. ‘Öldürülmüş’ değil de ‘hastalıktan ölmüş’ Ermenilerin sayısını ne kadar yukarı çıkarabiliyorsak çıkaracağız. Türklerin değil de Kürtlerin öldürdüklerini ne kadar artırabiliyorsak o kadar artıracağız -bir son çare olarak.
Ama bütün bu pazarlıkta, ‘toplam ölü’ konusunda, 300 bin gibi rakamların altına inemeyeceğiz.
İnemeyeceğiz, ama bunun ne anlama geldiğini düşünmemeyi başaracağız. Bu rakamla neyi anlatıyoruz, 300 bin lira mı, 300 bin çakıl taşı mı, 300 bin çadır direği mi, neden söz ediyoruz? Yoksa 300 bin insan canı mı?
Bunun herhangi bir sızısını duymayacağız; karşı taraf milyonlarda filan dolaştığına göre (tabii gene benzer duygularla), ‘300 bine indirdik’ diye mutlu da olacağz.
Demek ki, 300 bin insan canı (hele ‘yüzde şu kadarı da tifüsten’ ise) kabul edilebilir bir şey.
Bir yandan -‘reform yapma’ taahhüdünde bulunulan Berlin Antlaşması’nı izleyen dönemi kastediyorum- nüfus sayımları yapacak ve Ermenilerin hiçbir yerde çoğunluk olmadığını saptayacağız. Bir yandan, çoğunluk olduğunu herhalde reddetmediğimiz Türklerin, devletlerine, ordularına rağmen, bu azınlıktan çok daha fazla sayıda telefat verdiğini savunacağız.
Sonra başkalarını suçlamaya başlayacağız. Tabii sırada ilkin Almanlar var, ama onlarınki artık kabak tadı verdi. ‘Fransızlar Cezayir’de neler yaptılar!’ ‘Amerika’da Kızılderililer ne oldu!’ Ve benzerleri.
Amerikalılar hem de ta İkinci Dünya Savaşı’nda Japonlara ‘tehcir’ uygulamadılar mı? Uyguladılar. Yalnız, Amerikalılar yol üstündeki Kürtlere hâkim oldular, Japonlara saldırıp öldürmelerini engellediler. Ayrıca, tifüs filan konusunda da tedbirli davrandılar; yolculuk koşullarında kimse salgın hastalıktan ölmedi. Üstüne üstlük, bu yakınlarda, Amerika o zaman uyguladığı bu ‘tehcir’den ötürü Japon kökenli yurttaşlarından özür diledi.
1915’te yapılanların korkunçluğunu bildiğim kadar, bunun insanlık tarihinde ne ilk ne de son olduğunu da biliyorum. Yalnız, başkalarına ‘Siz de şunu yapmıştınız’ diye saldırırken kullandığım şiddeti, başkalarının da bana uygulayabileceğini hatırlamadan edemiyorum -ve yalnız Ermeni kıyımıyla sınırlı da değil.
Evet, Almanya bu yüzyıl başında, bugün Namibya dediğimiz bölgede, korkunç işler yaptı.
Ama ben Almanya’da, herhangi bir yazarın, düşünürün veya sıradan vatandaşın, “Biz Namibya’da korkunç işler yaptık” dediği için bir toplumsal linç olayıyla karşılaştığını bilmiyorum. Alman medyasında veya eğitim sisteminde, “Namibya hakkında birileri size bir şey söylerse sakın inanmayın. Yalandır. İftiradır. Bütün dünya Alman milletine düşman olduğu ve Versailles’ı diriltmeye çalıştığı için bilinçli ve sistemli yalanlar uyduruyorlar” diye bir kampanya yürütüldüğünü görmedim, işitmedim. Alman basınında çalışan ‘köşe yazarlarının’ yüzde 70’inin ‘sözde Namibya kıyımı’nın yalan olduğunu kanıtlamak üzere koro halinde çığırıştığına da şahit olmadım.
Evet, bütün zorluğuna rağmen, 1915’i anlamak, 2005’i anlamaktan daha kolay.
Bari elimizden, olmuş olana üzülme insan hakkını da almasalar.
Yorumlar kapatıldı.