İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Sadık yurttaş, sözde yurttaş

Kürtler geçmişlerine karşılık, demokratik bir gelecek için talepte bulunuyorlar. Bunun da modern siyaset dilindeki adı, demokrasi talebidir, başka hiçbir şey değil. Halbuki Profesör Öğün, Kürtlerin taleplerini demokrasi dışı olarak sunuyor

ORHAN MİROĞLU

Batılı bir gezginden ya da öne sürdüğü tezler çoktan aşılmış bir Kürdologdan bile, Kürt sorununun tarihsel evrimi ve bugünü hakkında tartışmalara zaman zaman katılan Türkiyeli bilim adamlarımızın ve entelektüellerimizin söylediklerinden daha çok şey öğrenilebilir diye düşünüyorum.

Milliyetleri ve milliyetçilikleri konuşmaya başladığımız bugünlerde, hem Kürt hem de Türk milliyetçiliğini tanımanın asıl olarak bu ülkede üretilecek bilgiyle mümkün olacağına inananlardan biri olduğum ve böyle düşündüğüm için, yukarıda ifade ettiğim düşüncede yanılmış olmayı ne kadar çok isterdim. Ama bilim adamlarımız Kürtler ve Kürt sorunu hakkında konuştukça yanılmadığımı görüyor ve doğrusu, bu ülkede, bilim adamlarımızın demokrasi gibi evrensel bir değeri ve sistemi düşünür ve yorumlarken bile, bunu Kürt sorunundaki egemen algının süzgecinden geçirerek yaptıklarına tanık olmak, itiraf edeyim ki, beni karamsarlığa itiyor, dahası mutsuz ediyor. Demokrasi eğer Kürtlerin de işine yarıyorsa ve Kürtler de demokrasiyi talep ediyorlarsa (bunu duymayan kalmadı, sağır sultanlar bile işitti sanırım) o halde yapılacak şey, demokrasinin tanımını, kapsama alanlarını yeniden gözden geçirmek olmalıdır ve 4 Nisan tarihli Radikal gazetesinde, Neşe Düzel’le röportaj yapan Profesör Süleyman Seyfi Öğün, tam olarak böyle bir şey yapıyor.

Öğün, Mersin’de meydana gelen bayrak hadisesinden sonra Genelkurmay’ın yaptığı açıklamada geçen “sözde vatandaş” kavramında bir kusur bulmuyor ve bu kavramda dıştalayıcı bir anlamın olmadığını kabul ediyor. Milliyetçiliğin zararlı bir şey olduğunu (ama özellikle Kürt milliyetçiliğinin! Öğün’e göre o Kürtlerin afyonudur hatta!) söyleşi boyunca tekrarlayan Öğün, tam da Türk milliyetçiliğinin bugün yaptığı şeyi yapıyor ve Kürtleri devletine sadık Kürtlerle, sadık olmayan Kürtler diye ikiye ayırıyor, böyle bir katagorik ayrım yapıyor. Bu söylemin de, “benim Kürdüm”, “benim olmayan Kürt” söyleminden bir farkı bulunmuyor. Yine Öğün’e göre, “Ulus-devlet denilen şey de sonuçta, özgürlükler, haklar ve yükümlülükler üzerinden bir toplumun devlete sadakatidir” ve Kürtler demokrasiyle alakalı talepler üzerinden değil, kimlik talepleriyle siyaset yaptıkları için, devlet bu sadakati sorgulama hakkına her zaman sahiptir, bu yüzden, Genelkurmay’ın devletin yurttaşlarının bir kısmını “sözde vatandaş” olarak tanımlamasında şaşılacak bir şey yoktur. Yani bu söz “garip ve şaşırtıcı bir söz” değil.

Demokrasinin kapsama alanı

Profesör Öğün, Kürtlerin taleplerini, demokrasi dışı talepler olarak sunmak istediğinden, demokrasinin kapsama alanını ve meselelerini, bireyin maddi ihtiyaçları ve özgürlükleri düzeyine indirgiyor. Demokrasiyi, kültürel bağlamlar üzerinden tartışmaktan ve biraz da böyle anlaşılmasından hiç yana değil. Demokrasi teorisinin, uluslaşma süreçlerine ve Batı’nın çokkültürlü toplumsal yapılarının sorunlarına getirdiği muazzam katkıyı gizlemeye ve yok saymaya çalışıyor. Oysa demokrasiyle ilgili düşünce tarihi Öğün’ü doğrulamaktan çok uzak. Bu konuda Öğün’e değil, “Demokrasi, insanı yalnızca bir yurttaş olmaya indirgemez, onu aynı zamanda ekonomik ve kültürel topluluklara bağlı özgür bir birey olarak tanır” diyen Alain Touraine’e inanmamız gerekiyor. Bir ulusal aidiyet ve değerler bütünlüğüne bağlılık duygusu olmadan, demokrasinin gerçekleştiği bir tek ülke var mıdır diye sayın Öğün’e sormak istiyorum. Bu yüzden Carlos Fuentes, Latin Amerika’daki demokratik değişim sürecini kültürel bağlamı içinde değerlendirirken, ulusalcılığı Latin Amerika’daki değişikliğin tarihsel sahibi olarak görüyor. (Kendim ve Ötekiler, Can Yayınları, syf 253)

“Bir ulusal aidiyet ve değerler bütünlüğüne bağlılık”, Kürtler söz konusu olduğunda asla kabul edilebilir bir şey değildir. Herkese mubah olan şey, Kürtlere yasak! Neden? Kürtlere ait bir ulusal kimlik ve aidiyet yoktur da ondan! Öğün, Kürt kimliğini Türk’e rağmen bir kimlik olarak görüyor. Bu da “başka hiçbir şeye” yaramayan bir kimliktir. Komşusu olduğumuz ülkelerdeki Kürt kimliği acaba nedir ve ne işe yarıyor, Öğün gibi düşündüğümüzde? Mesela, Arap’a ve Acem’e göre bir Kürt kimliği mi dememiz gerekecek, böyle düşünmeye devam edersek? Kuzey Irak’ta kurulan Kürt Federe Devleti’nin de bir işe yarayıp yaramadığı meselesini tartışırken nasıl olacak da “işe yarayan” bir selamete varacağız!

Öğün, Kürt kimliğinin tanınması ile ilgili talepleri, demokrasi talebi olarak değil, bir takıntı olarak tanımlıyor ve Kürtleri bir bilim adamı olarak algılayışında insanı hayrete düşüren sonuçlara varıyor. Mesela, “Kürt kimliği tanınsın demek, töre cinayetleri de tanınsın demektir” diyor. Bu düşüncenin bana fazlasıyla “çok özgün” geldiğini söylemek istiyorum. Bu özgünlüğe daha kaç bilim adamımız yakın duruyor olabilir diye de cidden merak ediyorum. Öğün’ün kitaplığımda bulunan ve bir süre önce beğeniyle okuduğum “Mukayeseli Sosyal Teori ve Tarih Bağlamında Milliyetçilik” kitabına, bu yazıyı yazmadan önce, yeniden baktım. Röportajında ifade ettiği bu görüşlerin uzağında duran bir kitap bu, keşke öyle kalsaydı her şey dedim içimden.

Yeni milliyetçi dalganın yol açabileceği vahamete her nedense Öğün pek dokunmuyor. “Devlet aklının” daha fazlasına izin vermeyeceğini söylüyor. 6-7 Eylül olaylarından sonra, bir daha böyle bir şeyin yaşanmaması gerektiğini akıl eder, devlet aklı diyor. Tümü de 6-7 Eylül olaylarından sonra, Maraş’ta, Çorum’da, Sivas’ta meydana gelen kıyımları unutuyor ve devlet aklına fazlaca güvenip yanıldığı böylece ortaya çıkıyor.

Kürtlerin onuru

Süleyman Seyfi Öğün, şeyhin, ağanın karşısında birey olamayan insandan, onurunu koruyamayan genç kızlardan söz ediyor. Ama bu kurumları kimin koruduğunu, iki yüzyıla yayılan modernleşme sürecine rağmen nasıl olup da bugünlere kadar varlıklarını devam ettirdiklerinin izahını yapmadan ve yaşadığı coğrafyayı terke zorlanmış, kent varoşlarında sıkışıp kalmış, her türlü istismara açık, adeta kriminal bir halk haline getirilmiş Kürtlerin onurunu peki nasıl koruyacağız? Böyle bir soru da sorma gereği duymadan tabii, söz ediyor, onuru korunması gereken kızlardan ve insanlardan. Sadece bu da değil, bana göre, Öğün, bu insanların “ulus-devletin” yurttaşları olarak devlet nezdinde, onurlarının ne kadar korunduğu ya da korunması gerektiği sorusuyla alakalı bir yerde durmuyor. Çünkü onun izahında, yurttaşların devletle ilişkilerinde paylarına düşen, sadakattir, onur değil.

“Tarih şimdiki zaman içinde, kendi halimize bırakmaz bizi. Tarihin ticareti, insanlara geçmişlerine karşılık bir gelecek satmaktan ibarettir” diyor Kundera. Kürtler şimdiki zaman içinde tam da bunu yapıyorlar, yani geçmişlerine karşılık, demokratik bir gelecek için talepte bulunuyorlar. Bunun da modern siyaset dilindeki adı, demokrasi talebidir, başka hiç bir şey değil.

Yorumlar kapatıldı.