Ardan Zentürk
Cumartesi günü, baharın ışıltılı yüzünü yaşayan İstanbul’un tarihi semti Rami’de bulunmak keyifliydi… Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç, Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir ve Avrupa Birliği yetkililerinin katıldığı çok anlamlı bir törende buluştuk…
Tören alanında Türk ve AB bayrakları yan yana asılmışlardır…
Avrupa Birliği’nin Fener Rum Patrikhanesi’nin çevresini eski güzelliğine kavuşturma programı çerçevesinde 26 evin yenilenme çalışmaları başlatıldı… Avrupa sadece 26 ev için 377 bir Euro’yu gözden çıkartmış bile…
Törenin yapıldığı mütevazi sokak arası alandan başınızı hemen kaldırdığınızda Patrikhane’nin dev silüetini görebiliyordunuz…
Aslında o, İstanbul’un hayli yoksul kesiminin yaşadığı, çocukların top peşinde koşturduğu, mahalle esnafının birbiriyle şakalaştığı sokakların, küresel güçler mücadelesinin ana noktalarından biri olduğunu anlamak mümkün değildi…
Fener Rus Patrikhanesi’nin ekümenik sıfatı kazanmasında belli ki Amerikan yönetiminin ısrarı var…
Avrupa Birliği’nin de son derece titiz hazırlanmış bir strateji ime bu çabanın alt yapısını hazırlama gayreti…
Bütün bu gelişmeler, Amerika’daki o ünlü Rum lobisini de, AB içindeki Yunanistan faktörünü de aşan, Türkiye’nin de hayli dışında gelişen işlerdir…
Avrupa Birliği, Yunanistan’ın üyeliğiyle sadece 10 milyon Ortodoks nüfusa sahipti… Yeni üyelerin alımı sürecinde bu sayı önce 40 milyon, ardından önümüzdeki 20 yıl içinde de 100 milyona doğru yürüyecek gibi görünüyor.
Balkan Ortodoksları, bugüne kadar Fener Patrikhanesi’nden çok, Rus Ortodoks Kilisesi’ne yakın durmalarıyla tanınıyorlar… Oysa, Ortodokslar, Avrupa tarihinde ilk kez, Doğu Roma’nın evlatları olarak, tüm Avrupa’nın karar mekanizmalarında ağırlıklarını artıran bir noktaya doğru tırmanıyorlar…
Batı Avrupa ile Amerika’nın telaşı ise, Doğu Avrupa Ortodoks kiliseleri üzerinde Rusya etkisini kırmak, yerine ekümenik sıfatıyla Fener Patriğini güçlendirmek…
Tıpkı… Papa gibi…
Tarihin aynasından baktığınızda, Fener çevresinde şekillenen olaylar ile, geçtiğimiz günlerde kendisine mucizeler atfedilerek ebedi istirahatgahına yolcu edilen Papa 2.Jean Paul için yapılmış olanlar arasında büyük bir fark görülmüyor…
Polonyalı Başpiskopos Karol Wojtyla ABD topraklarına ilk kez, Harvard gibi çok saygın bir üniversitede konferans vermek üzere 1976 yılında ayak bastı. Konferansını, o dönem Harvard ve Columbia Üniversiteleri’nde ders veren bir Polonya asıllı akademisyen Zbigniew Brezezinski can kulağıyla dinlemişti. Kendisi de koyu bir Katolik olan Brezezinski’nin ilk işi, Başpiskopos Wojtyla ile baş başa kahvaltı etmek, ömür boyu sürecek bir dostluğun da temelini oluşturmaktı. Brezezinski, daha sonra, eski başkanlardan Jimmy Carter’ın Ulusal Güvenlik Başdanışmanı olacak ve 22 Ekim 1978 tarihinde de Başpiskopos Wojtyla’yı Vatikan’a, Papa 2.Jean Paul adıyla seçtirecekti!…
Bunları ben söylemiyorum. Brezizinski’nin, yardımcısı David Aaron aracılığıyla bu seçimi gerçekleştirmekte görevlendirdiği, Sovyetler Birliği’nin yıkılması, Vatikan’a Polonyalı bir Papa’nın geçişiyle gerçekleşecektir lafını bizzat söylediği Beyazsaray Ulusal Güvenlik Konseyi uzmanlarından James M. Rentschler 30 Ekim 1998 tarihli International Herald Tribune gazetesinde yer alan açıklamalarında söylüyor… Hatta, Brezezinski’nin yanı sıra, hepsi Polonya asıllı ve Katolik güçlü Amerikalı politikacılar Thomas P.O’Neil, Edward Muskie, Clemen Zablocki, Barbara Mikulski gibi isimler ile Roma’ya nasıl gidip de yoğun çaba harcadıklarını da anlatıyor…
Vatikan’daki Papa veya Fener’daki Patrik… Bu makamlara bakarken temsil ettikleri ruhani dünyadan çok, bu dünyaya dönük politik denklemlerini iyi incelememiz gerekiyor…
11.04.2005
Yorumlar kapatıldı.