Etyen Mahçupyan
Cumhuriyet’in ideolojik yaklaşımını ortaya koyan 24 Anayasası’nda ‘Türk vatandaşlığının’ tanımlanması, etnik ve siyasi mülahazaların bilinçli olarak birleştirildiğini ortaya koymakta.
Diğer bir deyişle yasa koyucu, Türklüğü istediği anda ve durumda, kendi inisiyatifine ve tercihine göre etnik veya siyasi bir bağlam içinde yorumlama yetkisini elinde tutmak istemiş. Böylece bazı görevler etnik Türk kimliğine ayrılırken, resmi söylemde Türk vatandaşlığının ‘siyasi’ temele oturduğu söylenegelmiş. Bugün de ‘Ne mutlu Türk’üm diyene’ sözü en fazla duyulan ve Cumhuriyet’in temel bakışı olarak sunulan bir söz… Ama herkes örneğin gayrimüslimlerin bürokrasi içinde belirli pozisyonlara gelemeyeceğini, dolayısıyla onların diğer Türkler kadar Türk sayılmadıklarını biliyor. Ayrıca bu durumun ürettiği psikolojik kabuller, gayrimüslimlerin muhatap oldukları durumların da ya ‘görülmemesine’ ya da bir acıma hissi eşliğinde nostaljik geçmiş içinde yoğrularak sulandırılmasına neden olmakta. Örneğin Vakıflar İdaresi’nin cemaat vakıfları üzerindeki eziyete varan uygulamaları, bir bölüm Türk vatandaşının ne ilgisi ne de bilgisi dahilinde… Geçmişte yaşanmış Varlık Vergisi benzeri uygulamalar ‘devletin ihtiyacı varmış’ mantığıyla normalleştirilirken, devletin din ayrımı yaparak vatandaşlarına farklı muamele etmesi ‘laik’ kesimi bile rahatsız etmemekte. Toplumun hoyratlığa teşvik edildiği 6-7 Eylül türü olaylar ise, büyük bir meraksızlık perdesinin ardında gizli kalmış durumda…
Türkiye toplumunun gayrimüslimlere yönelik bu duyarsızlığı, tesadüfen oluşmuş bir durum değil. Tabii ki bunun altında Osmanlı parçalanmasının ürettiği içe kapanmacı psikolojinin, karşılığını Müslüman kimliğinde bulması yatmakta. Dahası, Osmanlı modernleşmesi üretilmek istenen yeni vatandaşlık kimliğini, yani ‘Türk’ü Müslüman’dan devşirmek durumunda kalmıştı… Ancak söz konusu duyarsızlığın muhakkak ki ana nedenlerinden biri de bizzat Cumhuriyet yönetiminin tercihleri ve bu tercihleri uygulamaya dönüştürdüğü ölçüde, topluma ilettiği mesajdır.
Doğu Batı dergisinin 29. sayısındaki makalesiyle bu konuya daha da açıklık getiren Mesut Yeğen, siyasi ve etnik Türk tanımları arasındaki kararsızlığın 61 ve 82 Anayasası’nda da devam ettiğini örnekleriyle ortaya koyuyor. Örneğin vatandaşların hak ve yükümlülüklerini konu eden maddeler ‘herkes’ veya ‘vatandaşlar’ sözcüklerini taşırken; kamu hizmetine girmeye ilişkin maddeler ‘her Türk’ ibaresine sahiptir. Uygulama ise çok daha açık ve nettir… “1926 yılında çıkarılan 788 sayılı Memurin Kanunu’nun dördüncü maddesi, devlet memuru olacaklarda Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı ya da Türk vatandaşlığı yerine Türk ‘olmak’ şartını aramaktadır.” 1930’lu yılların gazete ilanları ise, farklı işlere farklı kimliksel nitelikte ‘Türk’lerin istendiğini ortaya koymakta. Örneğin “Askeri Veteriner Okulu’na öğrenci alınacağını bildiren 2 Temmuz 1938 tarihli ilan, alınacaklarda ‘Türkiye Cumhuriyeti teb’asından ve Türk ırkından olmak’ şartlarının arandığını belirtmektedir.”
Yeğen’in hem hatırlatan hem de ufuk açan makalesi, 34 yılındaki İskan Kanunu’nun nasıl bir demografik kompozisyon değişikliği amaçladığını ve ‘Türkleştirme’ hedefinin nasıl uygulamaya geçirildiğini de ortaya koymakta. Yeğen’e göre “Devlet ya da yasa açısından Türklüğün farklı dereceleri mevcuttur… Türklük Türk olmayanlarca olunabilir bir haldir, ancak bütün Türk-olmayanların olabileceği bir hal de değil…” Anlaşılan o ki Türklerin ve Türkiyelilerin gözlerini kapayarak yüzleşmekten kurtulduklarını sandıkları bazı gerçekler hâlâ önümüzde, anlaşılmayı ve tartışılmayı bekliyor.
Yorumlar kapatıldı.