Erdal Güven
Alman şair Heinrich Heine’nin, Washington D.C.’deki Yahudi Soykırımı Müzesi’nin duvarına da kazınmış bir sözü vardır: ‘Kitapların yakıldığı bir ülkede, insanların yakılması da yakındır.’
Tarih Heine’yi haklı çıkarmıştır. Hem de kendi ülkesinde. Almanya’da 1933’te gerçekleşen ve tarihe ‘Kristal Gece’ diye geçen kitap kıyımını, çok geçmeden Yahudi Soykırımı izlemişti.
Gerçi biz, Heine’ye nazire yaparcasına ve nice Stalinisti hayran bırakırcasına tarihi hızlandırarak kitapları yakmadan önce insanları yakmış bir milletin evlatlarıyız Sivas’ta. Yine de Sütçüler Kaymakamı’nın Orhan Pamuk’un kitaplarının ayıklanıp imha edilmesine ilişkin talimatı, her şeyden önce Heine’nin sözünü anımsattı bana.
Sütçüler Kaymakamı’nın söz konusu talimatı kadar vahim olan, devletin bu talimattan neredeyse 45 gün sonra (talimatın tarihi 15 Şubat 2005), o da talimatın önce bir televizyon (NTV) sonra da bir gazete (Radikal) tarafından gündeme getirilmesinden sonra haberdar olması. Talimattan ve devletin bihaber halinden daha vahim olan ise, kaymakamın hâlâ o koltukta oturuyor olması. Valiliğin, eksik olmasın talimatı yanlış bulup iptal etmesi yeter mi, yetse bile neyi değiştirir? O zihniyeti ve o zihniyetin daha tehlikeli tezahürünü önleyebilir mi? Bunu, kaymakamın görevden alınması önleyebilir mi derseniz, bilemem, ama en azından bir yaptırım olur bu. Başıboş bir güruhtan bahsetmiyoruz, devletin bir memurundan bahsediyoruz.
Hal böyle olunca, AB’nin ‘Uygulama, uygulama, uygulama’ diye diretmesinin arkasındaki mantık daha iyi anlaşılmıyor mu? Kopenhag Siyasi Kriteri bağlamından onca yasa, yönetmelik, genelge çıkarıldı. Ama bunların hiçbiri Sütçüler Kaymakamı’nın o talimatı vermesini engelleyemedi. Demek ‘uyum’ için yasa çıkarmak yetmiyor, o yasanın gereğini yapmak, o yasayı benimsemek, benimsetmek ve içselleştirmek gerekiyor. Bu bağlamda, ancak o kaymakan daha fazla gecikmeden görevden alındığında AB’ye dönüp ‘Uygulama diyordunuz, işte uygulama’ diye yanıt verebilirsiniz.
Mesele elbette Sütçüler Kaymakamı meselesi değil. Türkiye sosyolojik tez konusu olmayı hak edecek ölçüde bir milliyetçilik kabarmasına sahne oluyor son dönemde. Sütçüler Kaymakamı’nın talimatı bir yansımadan ibaret. Yalnızca dışa yönelik değil bu kabarma üstelik, aynı zamanda içe dönük. Amerika’ya düşmanlık ve AB’ye karşıtlık kadar ‘gayrimilli’ye öfke tarafından körükleniyor. Hem resmi, hem siyasi hem de kamuoyu düzleminde. İpe sapa gelmez komplo teorileri olup dilden dile dolaşıyor, kitap olup çok satıyor, cop olup kadınların sırtına iniyor, siyasi demeç olup medyayı muhbirlikle suçluyor (neyse ki talimat vakasında muhbirlikle suçlanmadık, tabii henüz), yasa olup Hıristiyan azınlıkların elini kolunu bağlıyor, ceza olup karikatüriste kesiliyor, talimat olup kitap kıyımı buyuruyor…
İşin kötüsü bir çaresi yok haleti ruhiyenin. Varsa da ben bilmiyorum. Bildiğim, bir de yan etkisinin bulunduğu: Körleştiriyor.
Amerika’ya Kuzey Irak’ta PKK’ya karşı hiçbir şey yapmıyor diye hayıflanıyoruz ama Doğu ve Güneydoğu Türkiye’de ekonomik ve sosyal açıdan Kürtlerin hayatını iyileştirmek için biz ne yaptık diye düşünmüyoruz. Ermeni soykırımı iddiasına karşı tüm dünyaya haklılığımızı anlatmak için seferberliğe hazırlanıyoruz ama Ermenistan’a uyguladığımız ambargonun hiçbir sonuç vermediğini, ne bize ne de bölgeye yarar getirdiğini görmüyoruz… Birilerini ‘düğmeye basmak’la, yine Türkiye üzerine oyunlar oynamakla suçluyoruz, ama ikide bir kendi ayağımıza ateş ettiğimizi duymuyoruz.
Yorumlar kapatıldı.