H.Bülent Kahraman
Türkiye’deki milliyetçiliğin evreleri var, önceden de belirttiğim gibi. Bu iş ilkin Trablusgarp ve Balkan yenilgilerinin ardından patladı. Türkçülükle baş gösterdi. Bugün neredeyse aklımıza gelmeyen fakat Türkiye’de sağ/milliyetçi politikaların oluşmasında çok etkili olmuş birçok kuruluş o dönemlerde ortaya çıktı. Mesela Milli Türk Talebe Birliği onlardan birisidir. Bu dönemde öne çıkmış birçok önemli isim bu sürecin gelişmesinde ayrıca rol oynadı. Örneğin Ziya Gökalp’in ve diğer sistematik Türkçülerin adları bilinir ama Yahya Kemal’in, bir ‘ufuk’, bir kimlik yaratmaktaki çabası unutulur. Oysa, bu tür katkıların önemi daha fazladır. Böylelikle Türkçü/milliyetçi oluşumu tamamlanıp ardından gelen döneme büyük bir politik ve kültürel miras olarak devrediliyordu.
İkinci dönem 1930-1944 arasında gelişir. Türkçü tezlerin artık bir ulus-devlet kurduğu bu dönem orada kalmaz. Çok karmaşık (eklektik) bir yapı içinde serpilip gelişir. Zaman zaman ırkçı antropolojiden yararlanır, etnisist bir model kurar. Fakat gücünün asıl kaynağı kitleleri yönlendirmektir. Bunu da tarihyazımı (historiografi) ile sağlar. Resmi Tarih Tezi ortaya saçılır. 1944 Turancılık davası bu sürecin sonunu getirmiştir getirmesine ama milliyetçi/Türkçü dönem etkisini icra etmiş, nesiller boyunca sürecek parametrelerini somutlaştırma olanağını bulmuştur. Bunlar, egemen ve dışına çıkılmaz devlet halkası, organik/korporatist toplum, devlete karşı görevleri olan fakat asla muhalif olamayan, politik bir özne niteliği kazanamayan yurttaştır.
Üçüncü dönem milliyetçiliğin sağ siyasetler aracılığıyla ve muhafazakâr bir politik ideolojiyle bütünleşerek gelişmesidir ki, 1950’den sonrası bu gözle görülebilir.
Gene de iş, asıl, 1970’lerde hızlanır. 1968’de Ülkü Ocakları’nın, 1970’te Aydınlar Ocağı’nın kurulması işin sistematik hale getirilmesinin önemli adımlarıdır. 1976’da bir kez daha ders kitapları değiştirilecektir. 1981 Anayasası modeli somutlaştıracak, 1983’te Milli Kültür Raporu hazırlanacak, 20 Haziran 1986’da Atatürk Kültür Dil Tarih Yüksek Kurumu, Aydınlar Ocağı Raporu’nu benimseyecektir. Milliyetçilik, artık devletin resmi görüşüdür.
Bu gelişmenin çok dramatik odaklarından birisini 1990’lar hazırladı. Süregiden ve düşük yoğunluklu diye nitelendirilen PKK çatışması, onun sonucunda ortaya çıkan toplumsal gerilim, belli çevrelerin sürekli olarak menfi yönde yorumladığı, Türkiye’yi gerçek ve somut bir dış baskı altındaymış gibi gösteren AB süreci, ona bağlı olarak ve gene belli çevrelerin kitleleri tahrik etmek için kullandığı Ermeni sorunu, Kıbrıs’taki gelişmeler bu dönemde milliyetçiliğin bir daha canlanmasına yol açtı.
Daha önemlisi bu dönemde milliyetçiliğin artık popüler kültürün bir parçası haline gelmesiydi. Kazandığı büyük sembol değeriyle milliyetçilik bu dönemin en belirgin dili ve toplumsal örüntüsü haline geldi. İçinde barındırdığı dayanışma ve cemaat ruhuyla, göç, yoksullaşma, merkezden kopma, yerleşiklik ruhunu kaybetme, milliyetçiliği zaten bütün tarihi boyunca en çok beslemiş kavram olan ‘köksüzlük’ gibi olgularla sarsılmış insanları bir araya getiren en etkili araç oldu milliyetçilik, İslam’la birlikte. Üstelik artık sağı ve solu birleştiriyordu da. Şimdi bu milliyetçilik kılıfından çıkarılıyor. Mesela Orhan Pamuk ‘resmen’ imha edilmek isteniyor. Hiç kendiliğinden değil, hiç rastlantı değil. Bir öncü bu, bir işaret fişeği, bir yoklama aynı zamanda.
Geldik, bir kıyıda durduk mu demeli bir kıyıdan hiç de yavaş olmayan bir biçimde açılmaya başladık mı?
Yorumlar kapatıldı.