Yossi Sarid / Ha’aretz
24 Nisan Ermeni soykırımının 90. yıldönümü olacak ve Ermeni yönetimi, başkent Erivan’da, Türkler tarafından katledilmiş bir milyondan fazla Ermeni’nin anısına uluslararası bir konferans düzenliyor. Konferansa ben de davet edildim ve katılmaya karar verdim.
Bu ay ayrıca Prof. Yair Auron’un insanın hem gözünü açan hem midesini bulandıran ‘İnkâr: İsrail ve Ermeni Soykırımı’ adlı İngilizce baskısı çok iyi eleştiriler almış kitabının İbranice baskısını okuyacağım.
Pek çok ülkenin aksine İsrail, Ermeni halkının katlini hiç tanımadı, bununla da kalmayıp soykırımı inkâr edenlere arka çıktı. Resmi tepkilerimiz yadsıma ile kaçamak cevaplar verme arasındaki belli belirsiz hayal âleminde, “Gerçekten soykırım mıydı belli değil” ifadesi ile, Şimon Peres’in “Bu iş tarihçilerin işi” biçimindeki acımasız ve aptalca sözleri arasında gidip geldi.
İsrail’in bu tavrının iki sebebi var. Birincisi Türkiye ile ilişkilerinin taşıdığı önem.
Türkiye her nedense soykırıma dair her türlü sorumluluğu yadsıyarak, tarihi sorumluluğun omzuna yüklenmesini önlemek için dünya çapında ağır bir baskı uyguluyor. Bu baskı işe yarıyor; sadece İsrail değil başka ülkeler de kârzarar hesabına girişmek durumunda kalıyor. İkincisi başka bir ülkenin katliamını tanımanın, Yahudi soykırımının tek olma özelliğini yok edeceği düşünülüyor.
Beş yıl önce, Ermeni soykırımının 85. yıldönümünde, eğitim bakanı olarak Eski Kudüs’teki Ermeni kilisesine davet edilmiştim. O gün şunu söylemiştim: “Bugün burada sizlerle bir insan, bir Yahudi, bir İsrailli ve İsrail’in eğitim bakanı olarak birlikteyim.
Bu anma gününüzde fazlasıyla uzun zamandır yalnız kaldınız. Burada bulunmamın ne kadar önemli olduğunun farkındayım. Bugün ilk kez, eskisi kadar yalnız değilsiniz.”
Katliam döneminde Türkiye’nin Yahudi Amerikan büyükelçisi Henry Morgenthau’nun Ermenilerin katlini “modern tarihin en büyük katliamı” olarak nitelemesini hatırlattım. O iyi kalpli adam 20. yüzyılda olacakları nereden bilebilirdi, Yahudi soykırımını kim tahmin edebilirdi? Franz Werfel’in “Musa Dağı’nda 40 Gün” adlı, 1933 baharında Almanya’da yayımlanmış, milyonlarca kişiyi ve gençliğimde beni de şoke etmiş eserini hatırlattım.
Konuşmamın sonunda şunları dedim:
“Biz Yahudiler, ölümcül nefretin başlıca kurbanları olarak başka kurbanlara iki kat duyarlı olmalı, kendimizi onlarla özdeşleştirmeliyiz. Sessiz kalanlar, göz yumanlar, kâr-zarar hesabı yapanlar ve görmezden gelenler, daima öldürülenlere değil, katillere yardım etmiştir. Yeni tarihimizde soykırım üzerine büyük bir bölüm görmek istiyorum ve bu bölümde Ermeni soykırımından da açıkça bahsedilmelidir. Bu bizim, sizlere ve kendimize karşı görevimizdir.”
Çıkarlar bir yana
İsrail’deki Ermeni cemaati ve bütün dünya, bu açıklamayı tatmin hisleriyle dinledi. Türkiye ise vaveyla koparıp şikâyette bulunarak, İsrail hükümetinden açıklama istedi. ‘Benim hükümetim’ önce kem küm etti, ardından sorumluluk kabul etmeyip benim kendi adıma konuşmuş olduğumu söyledi.
Artık şunu söyleyebilirim: Haklıydılar.
Tüm ayak sürüyenler, tüm inkârcılar haklıydı. Gerçekten de kimseye danışmamış, kimseden izin istememiştim. Cevap baştan bilindikten sonra, ahlaki duruşla siyasi duruş arasındaki çelişki ortada olduktan sonra, neyi soracaktım? O günlerdeki Haaretz’in başyazısındaki gibi: “Soykırımlardan alınan dersler, Holocaust kurbanı Yahudi halkının en öncelikli değerlerinden olmalı ve hiçbir çıkar diplomasisi bu yolda engel teşkil etmemeli”.
İsrail Dışişleri Bakanlığı (ve diğerleri) hep kendi gölgesinden bile korktuğundan, hepimizi ‘dünyanın suskunluğu’ ile suç ortaklığı yapmaya zorlayarak, üzerimize karanlık bir gölge düşürüyor. Sürgündeki Tibetlilerin lideri Dalai Lama burayı iki kez ziyaret etti, ama ‘yetkililer’, ikisinde de onunla görüşmemem için beni uyardı, bunun Çin’le ilişkilerimizde krize yol açacağını söylediler. Aynı şeyi Türkiye için de söylüyorlar. Her ikisinde de bu uyarıları şiddetle reddettim. Ben hep sonunda ahlaki politikaların galip geldiğine, çürük politikaların ise kaybettiğine inanmışımdır.
Ve sözlerimi Ermenistan’ın başkentinde de tekrarlayacağım. Tabii yine kendi adıma konuşarak. (İsrail gazetesi, 29 Mart 2005)
Yorumlar kapatıldı.