Sefa Kaplan
Prof. Dr. Halil Berktay’a göre, Talat Paşa’nın dün yayımladığımız telgrafı, ‘katliamların nasıl bilinçli yapıldığının somut bir göstergesi.
Bu telgrafın anlamı, olaya bağımsız ve vicdanlı bir biçimde bakan bütün tarihçiler için çok açık.’ Bir tarihçiler jürisi önünde Talat Paşa’nın telgrafına ilişkin tahlil ve yorumunu savunmaya hazır olduğunu söyleyen Prof. Berktay, Ermenilerin Ermeni oldukları için hedef alındığını savunuyor.
1915’te ne oldu?
– 1915’ten başlayarak 1915 ve 1916 yılları içinde gerçekten korkunç bir olay cereyan etti. O dönemde bütün iktidar Talat, Enver ve Cemal Paşa üçlüsündeydi. Bunu özellikle belirtiyorum; çünkü, 1915’te yapılan işi bugünkü Türkiye Cumhuriyeti’ne teşmil edemeyeceğimiz gibi, o zamanki Osmanlı devletinin tamamına, hattá hükümetinin ve iktidar partisinin dahi tamamına teşmil etmek son derece zordur. Bu üçlünün iradesiyle, önce Tehcir Kanunu çıkartıldı. Bu yasa ile Osmanlı topraklarında yaşayan bütün Ermeniler, sırf Ermenilikleriyle tanımlanmış bir şekilde, ilk önce bulundukları mahalde gözaltına alınıyorlar, mallarını ve mülklerini arkalarında bırakmaya zorlanıyorlar.
Ama bazı istisnalar var…
– Evet ama bu istisnalar, göçe tabi tutulan Ermeni nüfus kitlesi içindeki istisnalar. Burada önemli olan, Osmanlı’nın Ermeni tebasını oluşturan bütün kitlenin, sırf Ermeni oldukları için ideo-politik bakımdan şüpheli, hattá potansiyel düşman veya hain gibi görülmüş ve bu muameleye tábi tutulmuş olmalarıdır.
Peki ya sonra?
– Resmi tezler şöyle bir anlatım içinde gelişiyor: 1915’teki savaş koşullarında, Ermeni milliyetçileri özellikle doğu cephesinde ve gerisinde, Çarlık Rusyası ordularıyla işbirliği içindeydiler. Bu bağlamda yerel Türk-Müslüman nüfusa saldırarak çok fazla zarar verdiler. Dolayısıyla, savaş bölgesinin güvenliği açısından, zorunlu bir karar alınmış ve Ermeniler daha emin bölgelere göç ettirilmiştir.
Bunlar hem yasada hem de İttihat-Terakki’nin 1916 Kongre zabıtlarında yer alıyor…
– Elbette. Zaten ben de, bütün bunlar gerçek değildir demek istemiyorum. Ermeni milliyetçileri böyle faaliyetlerde bulunmuyorlardı, saldırılar düzenlemiyorlardı da demiyorum zaten. Ama bazı anlatımlarda, sanki uygulama, sadece savaş cephesi, yani Doğu Anadolu ile sınırlıymış gibi bir imada bulunuluyor. Diğer bazı anlatımlarda ise sanki Ermenilerin bir genel isyan hali varmış gibi imalarda bulunuluyor. Hepsi yanlış: 1914-15’te (1915 Nisanı öncesinde) bir Ermeni isyanı yoktu. Doğu Anadolu için bile kitlesel bir isyan hali söz konusu değildi. Ermeni komitacılarının faaliyeti de halk ile milliyetçi gerillaların ayırt edilemeyeceği bir kitlesellik boyutlarında değildi. Osmanlı devletinin Ermeni tebasının büyük çoğunluğu, masum yaşamını barış içinde sürdürüyordu.
KATLİAMLAR PLANLI MI
Tehcir sırasında neler yaşanıyor?
– Bu tehcir öyle kayıpsız, katliamsız yapılmıyor. Dışarıdan baktığımızda muazzam bir telefat görüyoruz. Osmanlı topraklarında yaşayan 1.5 milyon Ermeni’nin, Türk devletinin tahminiyle asgari 300-400 bin kadarı, Ermeni diasporasının azami tahminiyle 1 milyon 200 bin kadarı ölmüştür. Üstelik bu insanlar, bir veya bir buçuk yıl içinde ölüyorlar. Orhan Pamuk bir milyon demiş, bana sorduklarında da ben belki 600 bin, belki 800 bin, belki 1 milyon diyorum. İsterseniz 300 bini kabul edelim, ne fark eder? Bu, korkunç bir rakamdır. Bu kadar kısa süre içinde, bu kadar insanın nasıl öldüğünü düşünmemiz lazım.
Nasıl ölüyor bu kadar insan bu kadar kısa süre içinde?
– Bugüne kadar Türkiye’nin resmi söylemi, bunların, deyim yerindeyse, ‘kazara’ öldüklerini iddia etti. 1915 Nisanı’ndan itibaren, en az 300 bin, belki 600 bin veya daha fazla ölüden söz ediyorsak, bu, dağınık köyler arasında iki tarafın paramiliter grupları tarafından yapılan çete savaşlarından çok başka boyutlarda bir olayın varlığını gösterir. Deniliyor ki, asla planlı katliam olmadı, katliam olduysa da kazara ve istenmeksizin, konvoylara saldıran çapulcular yüzünden oldu. Ayrıca salgın hastalıklar, açlık ve yoksulluk da telefata yol açtı…
Ama seferberlik koşullarında bütün bunlar da vardı…
– Var tabii, ama bu neyi halleder ki? Devlet, Ermenileri zorla göçürüyorsa ve sonra bu insanların önemli bir bölümü açlıktan ve susuzluktan ölüyorsa, bu bile çok ciddi bir şekilde devletin suçu kategorisine giriyor.
Peki bizzat Talat, Enver ve Cemal Paşa mı istedi bu katliamların yapılmasını?
– Evet, bunların emir ve talimatıyla yapıldığına dair ipuçları içeren belgeler var.
TALAT PAŞA’NIN TELGRAFI
Planlı katliam olduğunu gösteren belge var mı?
– Evet. Bakın şöyle bir tablo billurlaşmaktadır gözlerimizin önünde. Bu katliamların düzenleniş tarzının, yine resmi tezler için son derece rahatsız edici bir biçimde çok sayıda yerel gözlemcisi vardır. Bütün bunlar, ‘Ermeni propagandasıdır’ diye dışlanıyor. Bunun için ben uzun uzadıya binlerce belgeyi bulan bu gözlem ve tanıklıklar üzerinde hiç durmak istemiyorum. Benim bütün söyleşilerimde dile getirip tahlil ettiğim Talat Paşa’ya ait bir telgraf var. Bu telgraf, Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü’nün 1994 yılında yayımladığı ‘Osmanlı Belgelerinde Ermeniler’ kitabında yer alıyor.
Devlet tarafından yayımlanan bir kitapta yani…
– Bu telgraf, katliamların nasıl bilinçli yapıldığının somut bir göstergesidir. Bu telgrafın anlamı, olaya bağımsız ve vicdanlı bir biçimde bakan bütün bağımsız tarihçiler için çok açıktır. Ben on, yirmi, otuz, kırk, elli, yüz, yüz elli kişilik böyle bir jüri önünde, en titiz, noter tasdikli İngilizce ve Fransızca çeviriler temelinde, bütün devlet avukatı tarihçilere ve emekli diplomatlara karşı kendi yorum ve tahlilimi tek başıma savunmaya hazırım.
GÖNÜL ALMAK GEREKİR
Sorunun çözümü için sizin somut öneriniz nedir?
– Bence söylenebilecek biricik anlamlı şeyler dizisi şudur: ‘Evet, anlaşılıyor ki, 1915-1916’da böyle korkunç bir olay cereyan etmiştir. Bundan derin bir üzüntü duyuyoruz. Ancak bir kere bundan, bugünkü Türkiye Cumhuriyeti ilmen, aklen, vicdanen sorumlu tutulamaz. Osmanlı İmparatorluğu başka bir devletti, Türkiye Cumhuriyeti başka bir devlettir. İkincisi, 1915-16 bundan doksan yıl öncedir. Şimdiki nesillerin hafıza kuşağı içinde dahi yer almamaktadır. Bu, tarihsel bir olaydır, yani artık bir bilimsel araştırma ve tartışmanın konusudur. Bu meselenin Türkiye’de özgürce, kimse psikolojik terör bombardımanına maruz kalmadan tartışılmasını istiyoruz.’
Sizce işe yarar mı?
– Sözünü ettiğim bu önerilerle, yeni bir söz düellosuna girmek arasında çok büyük fark var. Türkiye’nin çeşitli söylemlerinde, 1915’te çok üzücü olaylar yaşandığına dair ifadeler zaten var. Ama bu öyle bir tavırla söyleniyor ki, samimi olduklarına inanmak mümkün değil. Ermenilerin de korkunç yara ve acıları olduğuna dair en ufak bir gönül alıcılık, en ufak bir samimiyet duygusu ve tonlaması yok. Dünya aptal değil. Bunun yerine artık gerçek bir samimiyeti geçirmek gerekiyor.
Devletin suçu
Bir kere devlet, Ermenileri yerlerinden yurtlarından göçürüyorsa ve sonra bu insanların önemli bir bölümü açlıktan ve susuzluktan ölüyorsa, bu bile çok ciddi bir şekilde devletin suçu kategorisine giriyor. Bunun ne kadarının kasıtlı, ne kadarının kasıtsız olduğunu bilmek mümkün değil.
Türkiye suçlanamaz
‘Evet, anlaşılıyor ki, 1915-1916’da böyle korkunç bir olay cereyan etmiştir. Bundan derin bir üzüntü duyuyoruz. Ancak bir kere bundan, bugünkü Türkiye Cumhuriyeti ilmen, aklen, vicdanen sorumlu tutulamaz. Osmanlı başka bir devletti, Türkiye başka bir devlettir.’
Mustafa Kemal katliamı kınayanlar grubundandı
Amerikalı bir gazetecinin Mustafa Kemal’le yaptığı söyleşi var bir de. Daha sonra öyle bir söyleşinin olmadığı iddia edildi…
– 1926 yılında Los Angeles Examiner gazetesinde Mustafa Kemal’le yapılan bir röportaj yayınlanıyor. O sırada muhalif İttihatçılar yargılanıp idam cezalarına çarptırılmış durumda. Öyle anlaşılıyor ki, Amerikalı gazeteci bunun anlamını soruyor. Mustafa Kemal de, ‘Bizim bugün yargılamakta olduğumuz insanlar, geçmişte de Osmanlı İmparatorluğu’nun Hıristiyan ahalisine karşı korkunç zulümlerin ve katliamların mimarları olan insanlardır’ diyor. 1980’lerde, Asala terörünün doruklarda olduğu ve Türk devletinin en defansif konuma çekildiği bir dönemde, Türkkaya Ataöv ve başkaları tarafından bu röportajın tamamen hayali olduğu iddia edildi. Mülakatın gerçek olduğu çok açık. Kullanılan ifade o kadar Mustafa Kemal ki, ayrıca siyasi zeká o kadar Mustafa Kemal ki, Batı nezdinde meşruiyet arama anlayışı o kadar Mustafa Kemal ki, Los Angeles’ta oturan bir gazetecinin bunu hayalinden uydurabilmesi mümkün değil. Bu mülakattan biz Mustafa Kemal’in de Ermeni katliamlarını kınayanlar grubunda yer aldığını öğreniyoruz.
İki ülke insanı, ‘öteki’ni hangi kaynaktan tanıyor
TESEV ile HASA’nın anketi, iki ülke vatandaşlarının birbirlerine dair bilgilenme kaynakları konusunda da ilginç ipuçları veriyor. Buna göre, gerek Türkler gerekse Ermeniler, ‘öteki’ hakkındaki bilgilerini gazete-televizyon aracılığıyla ve tarih kitaplarından ediniyorlar. Ermenilerde bu oran yüzde 92.7’ye kadar yükselirken, Türkler’de yüzde 48’le sınırlı kalıyor. Ermenistanlı katılımcılar açısından dikkat çekici bir başka önemli kaynak ise eski kuşaklar ve aile büyükleri. Ermeni katılımcıların yüzde 58.1’i Türkiye ve Türklerle ilgili bilgilerini bu yolla ediniyor. Aynı konuda Türkler’deki oran yüzde 7.2.
Peki günümüzde mevcut Türkiye-Ermenistan ilişkileri nasıl değerlendiriliyor acaba? Durumu ‘çok kötü’ olarak nitelendiren Ermenilerin oranı yüzde 18.9, Türkler’in oranı ise yüzde 6.6. İki ülke ilişkilerini ‘kötü’ olarak değerlendiren daha geniş bir dağılım gösteriyor. Türkler’de bu oran yüzde 30.8, Ermeniler’de ise yüzde 60.4.
PROF. DR. HALİL BERKTAY
1947 yılında doğan Berktay, Robert Kolej’den sonra, Yale Üniversitesi’nde tarih dalında lisans ve yüksek lisans, Birmingham Üniversitesi’nde ise doktora yaptı. Yurtiçinde Ankara Siyasal Bilgiler ve ODTÜ’de, yurtdışında Birmingham ve Harvard’da dersler verdi. Bir süre de Boğaziçi Üniversitesi Atatürk Enstitüsü’nde çalıştı. Prof. Berktay, Tarih Vakfı ile Helsinki Yurttaşlar Derneği kurucu üyesidir. Ayrıca, Toplumsal Tarih Dergisi’nin ve Journal of Peasant Studies’in yazı kurulunda yer alıyor.
Yorumlar kapatıldı.