Yasemin Çongar
Geçen cumartesi Ankara’da ilginç bir “ilk” yaşandı. Türk Rotaryenleri ile Bakü, Erivan ve Tiflis Rotary klüplerinin üyeleri Bilkent Oteli’nde buluştular.
New York Rotary Klübü adına toplantının moderatörlüğünü üstlenen Kaan Soyak’la gecenin bitiminde telefonlaştık.
Türk – Ermeni İş Geliştirme Konseyi Eş Başkanı olan Soyak New York’ta yaşar ama zamanının önemli bölümünü Ankara – Erivan yakınlaşması hedefiyle, bölgede mekik dokuyarak geçirir.
Soyak, Ankara’daki toplantıya katılan Bakülü ve Erivanlı Rotaryenlerin iki ülke arasındaki statükodan bunalarak “Yeter artık” demeye başladıklarını görmekten memnundu.
Ermeni ve Azeri işadamlarındaki açılım arayışı, Soyak’a göre Ankara’yı da teşvik etmeli ve “Türkiye, Ermenistan politikasını Yukarı Karabağ sorununa endekslemekten artık vazgeçmeli.”
Soyak soruyor: “Türkiye, Ermenistan sınırını kapatalı tam 12 yıl oldu. Bir işe yaradı mı? Yukarı Karabağ sorununun çözümüne herhangi bir katkısı oldu mu?”
Soyak gibi, Türkiye’nin Ermenistan’la ilişkilerini normalleştirmesinden yana olan ABD yönetimi de bu sorulara “Hayır” yanıtı veriyor.
İşin ilginci, Ankara’daki bazı yetkililer de aynı görüşte. Yoksa “Azerbaycan ipoteğinde olmayan yeni bir Ermenistan politikasından” söz etme gereğini neden duysunlar?
Zararlı çıkıyoruz
Türkiye’nin sınırı kapamasının Ermenistan’ı sıkıntıya soktuğu kesin, ancak bu sıkıntının bir yaptırım gücü taşımadığı da ortada.
(Soyak’ın verdiği bilgiye göre, 2004’te Ermeni diasporasının Ermenistan’a gönderdiği “aileden aileye yardım” tam 800 milyon dolar. Nüfusu, ülkedeki muhalefetin “abartılı” saydığı resmi rakamlarla bile topu topu 3 milyon civarındaki Ermenistan için azımsanmayacak bir miktar.)
ABD’li diplomatlar, sınırın kapalı olmasının Türkiye’ye zarar verdiği kanısındalar.
Geçen hafta Washington’daki TBMM Demokrasi Komitesi üyelerine “Soykırım tezine karşı elimizi güçlendirin” mesajı veren yetkililer sınırın açılmasını da gündeme getirdiler, zira sınır kapalı kaldıkça, Ermeni diasporasının Türkiye karşıtı tezlerinin Kongre’de daha rahat destek bulduğuna inanıyorlar.
Ayrıca Ankara – Erivan ilişkilerinin normalleşmemesi, Türkiye’nin Dağlık Karabağ sorununun çözümü için taraflara etkili telkin yapabilmesini engelliyor ve AB’nin Komşuluk Politikası’na fiilen set çekiyor. Tabii, Doğu Anadolu’nun iktisadi kaybı da cabası.
Kongre’deki hava
Bütün bunlar, Ankara – Erivan ilişkileri normalleşecek olursa “soykırım” tezinin unutulacağı anlamına gelmiyor kuşkusuz. Bu tez ancak her iki tarafın da kendi tarihine bir bütün olarak ve serinkanlılıkla bakacağı bir süreç sonucunda “siyasi dava” olma niteliğini yitirebilir.
Buna karşın, “soykırımın” 90. yıldönümü olduğu öne sürülen 24 Nisan 2005’te Başkan Bush’u ve Kongre’yi bu sözcüğü kullanmaya zorlayan Ermeni diasporasının önemli kozlarından biri, Ankara’nın Ermenistan politikası.
Buna bir de, Türkiye’nin gerek Ortadoğu, gerekse Karadeniz poltikalarında “ABD’ye husumet” izi görenlerin Washington’da giderek artmasını ekleyin.
Bu eğilimi en iyi yansıtanlardan biri Bruce Jackson oldu.
8 Mart’ta, ABD Senatosu Dış İlişkiler Komitesi’nin Avrupa’dan sorumlu alt komitesinde konuşan Jackson, “Geçiş Sürecinde Demokrasi Projesi” adlı kuruluşun başkanı. Daha önce 8 yıl Nato Amerika Komitesi’ni yönetmiş, Irak politikasının oluşumunda etkin rol oynamış bir Cumhuriyetçi.
Jackson, Kongre çatısı altında Türkiye’ye yöneltilmiş en ağır eleştiriler arasında sayılabilecek sözlerinde, AKP’yi “Amerikan karşıtlığı, kültürel bir Avrupa karşıtlığı ve yeniden yükselen yabancı düşmanlığı” yönüne çark etmekle suçladı.
Erdoğan hükümetinin “İsrail ile stratejik ilişkiyi sessizce kopardığını” ve Ermenistan sınırını açmayı reddettiğini söyleyen Jackson’a göre, Türkiye “yararsız” bir ülke halini almıştı. Jackson’ın “Türkiye’nin politikasındaki bu olumsuz trendin, Karadeniz bölgesinde yeşeren demokrasiye bir tepki olmadığını umalım” demesi de dikkat çekti.
Aynı oturumda konuşan “Nixon Merkezi” Uluslararası Güvenlik ve Enerji Programları Direktörü Zeyno Baran da, ABD ve AB’nin bölgede demokratikleşmeyi destekleyen girişimlerine Türkiye’nin soğuk baktığını belirterek, “Türkiye’de birçok kişi, ABD tarafından yönetildiğine inandıkları Gürcistan ve Ukrayna devrimlerine kuşkuculukla yaklaştı” dedi.
Baran’ın vurgusu önemli ve hem Bush yönetiminde, hem de bölgeyle ilgilenen Kongre üyelerinde var olan bir izlenimi yansıtıyor.
Washington, Türkiye’nin Beyrut’ta ve Bağdat’ta olduğu gibi, Tiflis’te ve Kiev’de de demokrasi adımlarına sıcak bakmadığı kanısında. ABD’li yetkililer, son dönemde Ankara’yı “bölgesinde demokrasinin yeşermesine adeta isteksiz” görüyorlar. Türkiye’nin, komşu halkların siyasi reform arayışına “ABD damgalı” diye tepki duymasını “hata” sayıyorlar. Şam ve Tahran ile ilişkisine özen gösteren, Belarus gibi demokrasi özürlü bir devletle yakınlaşmaya çalışan Ankara’nın bölgedeki değişim rüzgarına dudak büktüğünden yakınıyorlar.
Oysa Türkiye, yakın çevresindeki gelişmeleri demokratikleşme kıstasıyla değerlendirerek, kendi demokratik kimliğiyle tutarlı, komşu halkların yanında ve tarihin doğru cephesinde yerini alabilir.
Böyle bir tavır, teslimiyetçilik değil, ABD’yi de yine bu kıstasla eleştirme zeminine sahip olmak demektir.
Böyle bir tavır, Türkiye’ye nüfuz kazandırır; Ermeni meselesinde de elini güçlendirir.
Yönetimin tutumu
ABD yetkililerin “Soykırım tezine karşı elimizi güçlendirin” mesajını, Türkiye’de “tehdit” gibi algılayanlar var.
Şunu bilmeliyiz: Bush yönetimi “soykırım” tezine sahip çıkma niyetlisi değil ve Büyükelçi Eric Edelman’ın deyişiyle, “ABD – Türkiye ilişkilerini de, Türkiye’nin Ermenistan’la ilişkilerinin geleceğini de gölgelemeyecek bir yol” bulmak istiyor.
Yönetim ve Kongre’deki Türkiye destekçileri, Ermeni lobisinin 24 Nisan’a kısa süre kala gündeme sokabileceği bir soykırım tasarısını engellemeye çalışacaklar. Bunun için de Türkiye yanlısı argümanlarını çoğaltma arayışındalar.
Türkiye’nin kuzeyinde, doğusunda ve güneyinde “demokratikleşme yanlısı” tavır ortaya koyması, Ermenistan sınırını açmayı tartışması ve tarihi tabu olmaktan çıkarma yönündeki her adım, bu arayışa olumlu bir karşılıktır.
Yorumlar kapatıldı.