Gündüz Aktan
Ermeni tehcirini tarihi bağlamından soyutlayarak anlayamayız.
İmparatorluk son savaşını yapmaktadır. 1821’den bu yana yurtlarından katledilerek atılan milyonlarca Türk ve Müslüman’a ilaveten, daha iki yıl önce Balkanlar’ı ve orada yaşayan halkının 1.4 milyonunu kaybetmiş, 400 binden fazla ‘muhacir’ Anadolu’ya sığınmıştır. Çanakkale’de, doğu ve güney cephelerinde İngiliz, Fransız ve Rus imparatorluklarıyla savaşmaktadır. Türklerin dışındaki unsurlar can çekişen imparatorluktan olabilecek en büyük parçayı kopartmak peşinde olduklarından, 1908 II. Meşrutiyet girişimi başarısızlığa uğramıştır. Geri kalmış ekonominin tarım sektörü de çiftçinin askere gidişiyle çökmüştür. Salgın hastalıklar, sağlık tesislerinin ve tıbbın yetersiz olduğu bu ortamda epidemi halini almıştır. Asayiş bozulmuş, özellikle doğu Anadolu’da dağlar eşkıyayla dolmuştur vb.
Türk halkı var kalabilmek için çırpınmaktadır.
İçten ve dıştan tüm düşmanlar artık insandan bile saymadıkları Türkleri bu kez yok etmekte kararlı görünmektedir. Toynbee’nin deyişiyle, tarih denen insanlık macerasının ‘en acılı’ dönemi olan bir imparatorluğun çözülmesinin son aşamasıdır bu.
Başkumandanvekili Enver Paşa, Dahiliye Nazırı Talat Paşa’ya 2 Mayıs 1915 günü şu yazıyı yollar: “Van Gölü etrafında … Ermeniler isyanlarını sürdürmek için daima toplu ve hazır bir haldeler… Ermenilerin buralardan çıkarılarak isyan yuvalarının dağıtılması düşüncesindeyim. III. Ordu Komutanlığı’nın verdiği bilgiye göre, Ruslar 20 Nisan 1915 tarihinde kendi sınırları içindeki Müslümanları sefil ve perişan bir halde sınırlarımızdan içeri sokmuşlardır. Hem buna karşılık olmak ve hem yukarıda bahsettiğim amacı sağlamak için ya bu Ermenileri aileleriyle birlikte Rus sınırı içine göndermek veyahut … Anadolu içinde çeşitli yerlere dağıtmak gerekmektedir. Bu iki şekilden uygun olanın seçilmesiyle tatbikini rica ederim. Bir mahzuru yoksa isyancıların ailelerini ve isyan bölgesi halkını sınırlarımız dışına göndermeyi ve onların yerine dışardan gelen Müslüman halkın yerleştirilmesini tercih ederim.” (Başbakanlık Osmanlı Arşivleri. DH. ŞRF, nr 52/282).
Talat Paşa ikinci seçeneği yani Ermenilerin, Anadolu içinde başka yerlere (daha sonra Kuzey Suriye’ye) gönderilmesini yeğledi. Yani ‘bir grubu yok etme kastına’ hiç sahip olmadı. Enver Paşa’nın önerdiği ilk seçeneği kabul edebilir ve Rusların, Müslüman halka yaptığını Ermenilere yapabilirdi. Bu, o güne kadar Balkanlar ve Kafkasya’da Türk ve Müslümanlara yapılan ve adına bugün ‘etnik temizlik’ denen harekât olurdu. Silahlı kuvvetlerle yapılan bu harekâtlar sonunda nasıl ki Balkanlar ve Kafkaslar’dan sökülüp atılan Türk ve Müslümanların yarısı öldüyse, Ermeniler de öyle öleceklerdi. Ama kimse bugün ölenlerin hesabını soramayacaktı. Talat’ın çok daha düzenli bir yer değiştirme olan tehciri seçmesi, Ermeni ölümlerini büyük ölçüde azalttı. Kendi şartlarında insani sayılabilecek bu tercih daha sonra hayal mahsulü abartmalarla soykırım olarak sunuldu.
Bunları olayın trajik yönünü hafifletmek için yazmıyorum. Ancak Ermeniler tehcire trajedi denilmesine karşılar. Zira trajediyi iki tarafın acı çekmesi ama hiçbir tarafın sorumluluk yüklenmemesi şeklinde anlıyorlar. Soykırım kavramını, tüm sorumluluğu bir tarafa, yani bize yüklemek için istiyorlar. Onlar için tarihi çılgınlıklarının sorumluluklarını inkâr etmek, ölenlerin trajedisinden çok daha önemli.
Bu nedenle tarihi gerçeklere ve hukuka ters düşen ‘soykırım’ üzerinde ısrar etmek, bir insanlık trajedisinin tanınmasının önündeki en büyük engeli oluşturuyor. Bu Ermeni kuşak, tarihi sorumluluğundan kaçınan bencil tutumuyla kendi ölülerine en büyük haksızlığı yapıyor.
Kendilerine ‘aydın’ diyen, bir psikopatoloji olan kimlik kaybını ve bunun sonucu her şeyden kendini suçlu sayma eğilimini ‘aydın dürüstlüğü’ sanan, kişisel travmalarıyla özdeşleştirdikleri başkalarının travmalarını ‘tarihi gerçek’ diye kabullenenler, sorunu daha da içinden çıkılmaz hale getiriyor.
Yorumlar kapatıldı.