İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Yakalım Orhan Pamuk´u, kurtulalım

H.Bülent Kahraman

Bir aydın mutlaka toplumu rencide edecek görüşler öne sürmelidir diye nasıl denemezse, aynı şekilde, bir aydının öyle bir yaklaşımı ortaya koymasında da şaşacak bir şey yok. Netice itibarıyla görüş öne sürecek, düşünce belirtecek, tavır sergileyecek olan kimse sokakta bu işlerle hiç uğraşmayan birisi değil, adına aydın denilen, yazar denilen,
akademisyen, sanatçı, düşünür denen insandır.

De Gaulle, ‘Sartre Fransa’dır’ derken bunu kastediyordu. İstediğimiz kadar eski bir aydın tipini anlatıyor diyelim, Sartre, ne derse desin Fransa içinden ve Fransa için düşünen birisiydi. Görüşüne katılmayız. İcabında maşeri onu yargılar bir yere yerleştirir. Aziz Nesin, Türk milleti aptaldır diye saçma bir görüşü savunuyordu ama o görüşün bile bir tartışmayı tetiklemediğini kim söyleyebilir?

Ne ki, bir yazarın görüşünden ötürü kahredilmesinin yollarını aramak aklın alacağı bir şey değil. Oysa, bizim son zamanlarda Orhan Pamuk’a yapmaya çalıştığımız bu. Onu yok etmek istiyoruz. Elimizden gelse Salman Rüştü’ye yapıldığı gibi hakkında bir fetva çıkaracağız. Durum o denli saçma! Dünyanın şu gününde düşünce tarihinin bu kadar yalın bir gerçeğini tartışmak bile acı veriyor. Öte yandan, yönetim, iktidar ağzını açıp tek kelime etmiyor. Pamuk’u savunmak için değil, kendi doğrusunu işaret etmek için. Ama, gerçek manasında söylem böyle bir şey işte: susunca da bir şey söylüyorsunuz.

Benim buradan hareket ederek üstünde durmak istediğim başka bir şey var…

Türkiye, son yıllarda gitgide mutaassıplaşan bir ülke. Bu muhafazakârlık değil. Dünyada bir eğilim bugün muhafazakârlaşmak. Ne var ki, muhafazakâr olmakla muhafazakârlaşmak arasında önemli bir fark mevcut. Bir insanın muhafazakâr olması ideolojik ve bilinçli bir seçimdir. Kendisine ait bir kabuldür. Hayatını o seçimine göre düzenler bir muhafazakâr. Oysa mutaassıplaşmak bunun çok dışında bir şey. Bu arada şunu söyleyeyim ki, mutaassıbın Batı dillerindeki karşılığı ‘fundamentalist’.

Evet, Türkiye, sağından solundan, liberalinden İslamcısından her kişisi eli ve aracılığıyla her an biraz daha katılaşıp koyulaşan bir mutaassıplık (taassup) yaşıyor, bir dogmatizme savruluyor. Bu, çok ciddi ve görünmeyen bir nedenden kaynaklanıyor. Türkiye sürekli olarak bir şiddete itiliyor ve hayatı o şiddetin içinden algılıyor. Bu şiddet çoğu kez kapalı bir biçimde işliyor. Dilin tükenmesi, iletişimin tıkanması, artan yoksullaşma, kültürel çatışmanın daima sertleşen bir nitelik arz etmesi, kadına dönük uygulamalar, sokaktaki polis, daima bölünme tehlikesinde olduğu iddia edilen ve halkı bu yoldan sürekli tehdit altında tutulan bir ülke bu şiddetin besleyici kaynakları. Öte yandan kısa zamanda zengin olma tutkusu, ‘yırtma’ özlemi, ahlaki kaygı ve dürtünün yitimi yaşanıp emeğe dayalı kazanç elde etmenin dürüstlüğü ortadan kalktıkça da şiddetin önü açılacaktır. Bunların neticesinde doğan öfke herkesi savunduğu görüşü ‘sonuna kadar’ yani bir taassup içinde savunmaya itecektir ki, işte şiddet odur.

Fakat, her şeye rağmen, bu görüşü bile ben masum buluyorum, bir başka olgunun yanında. Çünkü, bu memlekette bir kez daha yükseltilmek istenen, toplumsallaştırılan bir nefret var. Ve elbette her defasında olduğu gibi o nefreti benimseyenler… Dikkat edilirse artık her yazar aldığı küfürleri yayımlıyor köşesinde. Toplantılar basılıyor, insanlar tehdit ediliyor. O arada Pamuk tehdit ediliyor, İnsan Hakları Kurulu üyeleri baskı altına alınıyor, hükümet basını suçlayıp hedef gösteriyor sokakta dayak yiyen kadınlar söz konusu olunca.

Bunun bilinçsiz, kendiliğinden bir gelişme olduğunu söylemek mümkün mü?

Yorumlar kapatıldı.