Peşpeşe yürürlüğe giren ve Uyum Yasaları olarak
adlandırılan 4771 ve 4778 sayılı yasalar toplumdaki tüm
beklentilere rağmen azınlık cemaat vakıflarının eşya hukukundan
kaynaklanan sorunlarına kalıcı çözümler getiremedi.
Bu sorunların nelerden ibaret olduğunu hatırlayalım.
• Sağlar arası veya ölüme bağlı
tasarruflarla(işlemler) ancak izin verilmesi halinde taşınmaz mal
edinme,
• Eskiden beri sahibi olup da tapuda kendi
adına tescil ettiremediği ve tasarrufu altında bulundurduğu
taşınmazları kendi adına tapuda tescil ettirememe,
• Taşınmaz malları üzerinde tasarrufa ilişkin (
Örneğin ; imar ve ihya nedeniyle yıkıp yenisini
yapma,tak karşılığı bir müteahhide inşaat yaptırma,boş arsası
üzerinde inşaat yapmak gibi) hakların kullanılmasına dair engeller
• Talihsiz bir yüksek Mahkeme kararı
esas alınarak ellerinden alınan taşınmazlara yeniden kavuşamama.
I )
a) 09.08.2002 tarihinde Resmi Gazetede yayımlanarak
yürürlüğe giren 4771 sayılı Yasa,yukarıda dört ana
başlık halinde sıralamağa çalıştığım sorunlardan ilk
üçü hakkında birtakım umut verici,iyileştirici
hükümler içermesine rağmen özde hakkı, yani
mülkiyet hakkını 1974 yılında alınan Yargıtay
Hukuk Genel Kurulu kararından önceki dönemde olduğu
kadarıyla dahi özgürce kullanmağa imkan tanımayan bir
sistematiğe sahipti. Zira cemaat vakıfları 1974 yılı
kararından evvel birer hükmi şahıs olarak ve bunun
doğal sonucu bir şekilde genel hak yeteneklerine istinaden
özgürce satınalma,bağış veya vasiyet yoluyla
herhangibir kısıtlama olmaksızın her türlü taşınmaz
mal edinebiliyorlardı.
b) Azınlık cemaat vakıflarının taşınmaz
mal edinmeleri,edinme sebebi ve şekli ne olursa olsun
( satınalma, bağış veya vasiyet ) kanunun ilk haliyle ( 4771
Sayılı Kanun 4 madde ) Bakanlar Kurulundan alınacak
izne bağlı tutuldu. Ama diğer vakıfların , yani Türk
Medeni kanunu hükümlerine göre kurulan vakıfların
önünde böyle bir engel yoktu. Hiçbir makamdan
izin almaksızın satış dışında, bağış veya vasiyet yoluyla
taşınmaz mal edinebilirlerdi. Daha sonra yürürlüğe
giren 4778 sayılı Yasanın 3.maddesi bu konuda izin engelini
korumakla birlikte izin verecek mercii olarak Bakanlar Kurulu yerine
Vakıflar Genel Müdürlüğünü
öngördü.
Ama önemli olan izin, yani kamu kurumunun, İdarenin
iradesiydi. Bu irade olumsuz tecelli ederse mal edinemeyecekti
cemaat vakfı.
Yasanın uygulanması amacıyla yürürlüğe giren
birinci yönetmelik o denli aykırı ve engelleyici
hükümler içermekteydi ki, bu yönde
25.01.2003 tarihli R.Gazetede yayınlanarak yürürlüğe
giren “Cemaat Vakıflarının taşınmaz Mal edinmeleri,Bunlar
üzerinde tasarrufta bulunmaları ve tasarrufları altında bulunan
taşınmaz malların bu vakıflar adına tescil edilmesi hakkında
Yönetmelik “ isimli ikinci yönetmelik birincisini
ılga
etti(kaldırdı).
Sanki yönetmeliği hazırlayanlarda Yargıtay
kararında varsayılan kaygılar hakimdi. Sanki gayrımüslim
azınlıklar bir “ güvenlik “ meselesiydi, sanki gayrımüslim
azınlıklar “ potansiyel suçlu” ydular,. Her türlü
hareketleri gözetim altında olmalı,vatandaş olarak kullanmaları
gereken anayasal hakları özgürce kullanmamalıydılar,
zira onları yabancı telakki etmek gerekirdi.
Bu ikinci yönetmelik dahi taşınmaz mal edinme
sürecini,yerine getirilmesi külfetli koşullarla
bezeyerek mal edinme işini imkansız değil ama gerçekleşmesini
meşakkatli bir boyuta getirdi.
Burada önemli diğer bir husus , taşınmazını
ölümünden sonra bir azınlık cemaat vakfına vasiyet eden
kişinin vasiyetnamesini düzenledikten mi yoksa
ölümünden sonra mı adı geçen kurumdan izin
talep edileceğidir. Taşınmazını bir azınlık cemaat vakfına vasiyet eden
kişinin ölümünden sonra vasiyetin yerine
getirilmesi Vakıflar Genel
Müdürlüğünün izni ile mi
mümkün olacaktır ? Bu soruya olumlu yanıt
verilmesi halinde vasiyetçinin son arzusunun ihlal
edileceği anlamı çıkar. Ayrıca cemaat vakfının taşınmaz mal
edinememesi anlamına gelir.
Taşınmaz mal edinme olgusunun İdarenin iznine bırakılması bu
hakkın çeşitli sebeplerle siyasi tercih kriterine esir olması
anlamına geldiği de yadsınamaz bir gerçektir.
İdarenin konjonktürel ve hukuk dışı sebeplerle veya siyasi
tercihlerle takdirini kötüye kullanması gündeme
gelebilir. Her ne kadar İdarenin hiçbir eylem ve işlemi yargı
denetimi dışında kalamazsa da ,yargı süreci içinde fani
olan insan ömrünün yetersizliği dikkate
alındığında vasiyet eden bakımından hakkın kullanılmasına
fiziki imkan kalmayabilir. Zira genelde bu gibi
müesseselere taşınmaz bağışı yapmak isteyenler orta
yaşın üzerinde, kendisine bakacak birileri bulunmayan ve bu
müesseselerde kalan ömürlerini geçirmek
isteyen kişilerdir.
II )
Gayrımüslim azınlık cemaat vakıflarının sıkıntı
çektikleri ve hak kaybına uğradıkları diğer bir husus da maliki
bulundukları ve fakat çeşitli nedenlerle tapuda
kendi adlarına tescil ettiremedikleri taşınmazlarla ilgilidir. Bunları
da dört grup halinde sıralamak mümkündür.
1 ) Cumhuriyetten çok önce edinilen
ve fakat zorunlu olarak İsa Mesih’e ithafen
çeşitli isimler üzerine veya aziz isimleri
üzerine tescil edilen taşınmazlar ( Örneğin
; Krisdosdur veled-i Osep, Kapriyel Veled-i
Asadur, Maryam Binti Ovakim gibi )
2 ) Yine Cumhuriyetten çok önce
edinilen ve fakat zorunlu olarak muvazaa yoluyla ( gerçeği
saklayarak) nam-ı müstear ve muvazaa kayıtlarla kilise
hademesi veya başka gerçek isimler üzerine tescil edilen
taşınmazlar.
3) Cumhuriyetten sonra vasiyet yoluyla edinilen
ancak ve bilinen bir Yargıtay kararı nedeniyle tapuda vakfı
adına tescil edilemeyen taşınmazlar
4 ) Yine Cumhuriyetten çok önce
edinilen ve fakat kadastro çalışmaları sırasında tapuda
malik hanesi açık bırakılan taşınmazlar. Yani tapu
siciline sahibinin kim olduğu yazılmayanlar.
Uyum Yasaları çerçevesinde yürürlüğe giren
4771 sayılı yasa,gayrımüslim cemaat vakıflarına yukarıda
tanımlamağa çalıştığımız vasıflara uygun taşınmazlardan yasanın
yürürlük tarihi olan 09.08.2002 tarihinden önce
tasarruf edildikleri belgelenen taşınmazların vakfı adına tescili
imkanını getirdi.
Buradaki kıstas “ tasarruf “ ve “ belgeleme “
idi.Yasa bu vasıfları taşıyan taşınmazların tesciline dair
verilecek karar yönünden Vakıflar Genel
Müdürlüğü bünyesindeki Vakıflar Meclisini
görevlendirdi.
Yasanın amacı bu vasıfları taşıyan taşınmazların vakfı adına
tescili işinde idari bir kolaylık getirmekti. Zira bu tür
taşınmazların vakfı adına tescili için adli yargıda
açılacak davalar yıllar sürüyor ve masraflı
oluyordu. Hatta bazı vakıflar yargı giderlerini
karşılayacak durumda olmadıkları gibi davanın bir nebze lehlerine
sonuçlanmayacağı kaygısını taşıdıklarından böyle bir dava
açmaktan kaçınıyorlardı. Nitekim bu ve benzer
gerekçelerle veya başka hukuki kalıplarla elden giden
mülkiyeti Hazineye veya Vakıflar Genel
Müdürlüğüne geçen taşınmazların
mevcudiyeti hiç te az değildir.
III )
Yasanın amacı ve süre yönündeki buyruğu doğrultusunda
tasarruf edilegelen taşınmazların tapuda tescillerinin sağlanması
için, en azından çalışmalarına katıldığımdan
ötürü biliyorum Ermeni asıllı vatandaşlara ait
cemaat vakıfları da listeler halinde başvuruda bulundular.
Ancak başvurulardan birçoğu kanunda
öngörülmeyen sebeplerle Vakıflar Meclisi
kararlarıyla reddedildi.
Hani yasa, her ne surette olursa olsun vakfın tasarrufunda bulunan
taşınmazların vakfı adına tescilini emretmişti. Hani yasa, cemaat
vakıflarına bağışlanan veya vasiyet edilen taşınmazları da aynı
hükme tabi tutmuştu.
Ne hazindir ki Vakıflar Meclisi cemaat vakıflarınca
tasarruf edilen veya vasiyet edilen veya bağışlanan birçok
taşınmazların tasarruf belgelerini dahi aramadan ,
sormadan başvurularını reddetti . Bu
başvurular içinde yukarıda dört
gurup halinde sıralamış olduğum taşınmazlar da vardı. Bu
taşınmazlar, kanunun aradığı gibi uzun yıllardan beri
vakfı tarafından tasarruf edilegelen ve 16.02.1328(1912)
tarihli “ Eşhası Hükmiyenin Gayrımenkul Emvale
Tasarrufu hakkında Kanunu Muvakkate “ isimli
kanun gereğince verilen cetvellerle ,yine 2762 sayılı
Vakıflar Yasasının muvakkat (A ) maddesi gereğince
vakıf olarak tescili için tanzim edilip İdareye tevdii
edilen 1936 yılı beyannamesinde de kayıtlı bulunan, kira
sözleşmeleri ve vergi kayıtları ve buna eşdeğer
belgeleri bulunan taşınmazlardı.
Anayasamızın 36 .maddesi hükmüyle güvence altına
alınan “ Hak arama özgürülüğü “ne
dayanarak ve yine 125.maddede dile getirilen “
idarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı
yolu açıktır “ şeklindeki amir
hükmüne dayanarak hukuka uyarlılık bulunmayan
Vakıflar Meclisi kararlarının iptali için Danıştay ve
İdari Mahkemeler nezdinde bir dizi davalar açıldı. Ve bu
davalar halen de sürmektedir.
Bu da göstermektedir ki kanunun neşir amacı
gerçekleşmedi ve cemaat vakıfları yine hak
aramak için yargı mercilerinin kapılarını aşındırmak
zorunda kaldılar.
Vakıflar Meclisince başvuruların reddine ilişkin ileri
sürülen sebepleri şöylece sıralayabiliriz.
- Taşınmazın gerçek ve tüzel veya kamu kuruluşları
adına tescilli olduğunu ileri sürme - Başkası adına tescilli olan taşınmazın vakıf adına
tesciline ve tapu kayıtlarını değiştirmeğe yetkili olmadığını ileri
sürmesi - Mülkiyetin geçtiğine dair bir belge araması
- Sadece malik hanesi boş ve açık bırakılan
taşınmazları uygulamada vakıf adına tescil edildiğini ileri
sürmesi.
Cemaat vakıfları ancak en son bu gerekçeyle
tapuda malik hanesi açık bırakılmış olan taşınmazların
vakıfları adına tescili imkanına kavuştular.
Halbuki kanun koyucunun yasayı yapmasındaki amaç, cemaat
vakıflarının 09.08.2002 tarihine kadar tasarrufu altında bulunan
taşınmazların tümüne vakfı adına idari yoldan tescil
olanağı sağlamaktı. Bunun için yasada iki
kriter gözetilmiştir. Birincisi “ her ne surette
olursa olsun tasarruf etmek “ ikincisi ise bunun dışında “
cemaat vakıflarına vasiyet edilen veya bağışlanan taşınmazların da
yukarıdaki hükmün uygulanması “ .
Yüce TBMMeclisinin kanunlaştırdığının İdarece çeşitli
gerekçelerle uygulanmaması çok hazin ve ibret verici bir
tutumdur. Vakıflar Meclisinin red kararlarına gerekçe
gösterdiği yukarıdaki üç sebep,
hiçbir şekilde kanunun koruyacağı bir gerekçe değildir.
Bu sıkıntıların neden çıktığı herkesçe
malum. Talihsiz bir yargı kararına oturtulan
uygulamadan. Yani karanın çıktığı 1974
yılından kısa bir müddet önce ve sonraları
cemaat vakıflarına vasiyet edilen taşınmazlar bu sebeple
vakfı adına tescil edilemedi. Bu durumda ne olacaktı ? Elbetti
ki o taşınmaz , tapuda vasiyetçinin adına
duracaktı. Yine aynı şekilde bir bağış
senediyle vakfa bağışlanan bir taşınmaz, aynı engel
nedeniyle vakfı adına tescil edilemediğinden bağışı yapan
adına tapuda tescilli kalacaktı.
Diğer yandan yukarıda III nolu paragrafta açıklamağa
çalıştığımız ve 1328 yılından
evvel tasarruf edilen taşınmazlar dahi , tapuda kayıtlı oldukları
gibi azizler adına veya İsa Mesih’e atfen isimler adına veya
gerçeği saklamak amacıyla muvazaa isimler veya nam-ı
müstearlar adına tapuda tescilli
olacaktı.
Kanunkoyucu bugüne kadar vuku bulan hak
ihlallerini ortadan kaldırmak için kanun yoluyla
tescil imkanını getirdi.Ancak buna rağmen konu
halledilemedi. Tüm iyiniyetli açıklamalara rağmen
sorun halen tüm vehametiyle duruyor.
IV)
Yazımızın son konusu ise Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 1974 yılındaki
kararı esas alınarak ve yine cemaat vakıflarının sahibi bulundukları ve
tapuda kendi adlarına kayıtlıyken yitirdikleri taşınmazların
akıbetidir. Yürürlükteki yasalar
çerçevesinde , buna olumlu yanıt vermek
mümkün değildir. Hele hele yukarıda bahse konu
yaptığımız Uyum Yasalarında ve ayrıca diğer
Uyum Yasalarında buna dair herhangibir hüküm yoktur.
Basından bölük pörçük izlediğimiz kadarıyla
siyasal iktidarın bu tür taşınmazların envanterini
çıkartarak Hazine ve Vakıflar Genel
Müdürlüğüne geçen ve o şekilde tapuda
kayıtlı bulunan taşınmazları vakfına iade etmek
yolunda çalışmalar içinde olmasıdır.
Ancak 02.03.2005 tarihli Radikal Gazetesinde
Sn.Hilal Köylü’nün Vakıflar Genel Müdürü
Sn.Yusuf Beyazıt’tan yeni Vakıflar Yasa tasarısı hakkında
topladığı ve gazeteye yansıyan bilgiden bunun mümkün olmadığı
görülmektedir.
Belirtmek gerekir ki Sn. Beyazıt’ın tüm iyi niyetine rağmen
uygulama, yukarıdaki açıklamalarımız gibi
yürümektedir. Ayrıca “sanal kişi “ olarak
güncelleştirmeğe çalıştıkları veya o şekilde basına
yansıyan nam-ı müstear, nam-ı mevhum ve muvazaa
isimlere kayıtlı taşınmazların vakfı adına tescili yolundaki
başvuruların, Sn.Beyazıt’ ın da altında imzası
bulunan Vakıflar Meclisi kararlarıyla , bu sanal kişi
kayıtlarının gerçek kişi kaydı olarak kabul edilmesi
sonucu kararlı bir şekilde
reddedildiği de bir vakıadır.
Yorumlar kapatıldı.