İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Radikal Kitap: Mozaiğin kırık parçası

Anayasanın üçüncü
maddesinin birinci bendindeki "Türkiye devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez
bir bütündür. Dili Türkçedir," ifadesini mevcudiyetimizin yegâne temeli saysak
da, konuşmak dışında dilimizi kullanmaktan pek hoşlanmadığımızı, Başbakanlık
İnsan Hakları Danışma Kurulu’nun hazırladığı Azınlık Hakları ve Kültürel Haklar
Raporu’nun başına gelenlerle bir kez daha görmüştük hatırlarsanız. Bakanlardan,
cumhurbaşkanına, ana muhalefet partisi liderinden genelkurmay ikinci başkanına
etkili ve yetkili mercilerin hakkında açıklama yaptıkları raporu okumadıklarını
ya da başka bir lisanda okuduklarını sözlerinden anlamıştık. Tabii, raporu
okuyanlar anlamıştı.
Okumayanlar, yine Lozan’ın değiştirilmesinin teklif dahi edilemeyeceğinden, AB
güdümündeki kalem erbabının şimdi de Türkiye’nin üniter yapısına sardığına dek
kuru gürültü kabilinden bir yığın kelâm sarf etmişti. Halbuki rapor, Türkiye’nin
demokratikleşme sınavında katetmesi gereken yolu gösteren, bu yolda uygulamayı
unuttuğu kurucu belgesi Lozan Antlaşması’nı hatırlamasını öneren önemli bir
belgeydi. Yine unutuşun serin rüzgârlarına teslim olacak diye üzülüyorduk ki,
raporun mimarlarından Baskın Oran’ın bu belgeye kaynaklık eden çalışması
Türkiye’de Azınlıklar, İletişim Yayınları’ndan çıktı. İlk kez TESEV tarafından
yayımlanan Türkiye’de Azınlıklar’ın, İletişim’den çıkan bu baskısı, raporun yanı
sıra yarattığı tartışmaları, basında bu konuda yayımlanan haberleri, söyleşileri
de içeriyor. ‘Kardeşim, hukuk dili beni aşar’ ya da ‘uluslararası hukuk hiçbir
işe yaramıyor ki, neden öğrenelim’ ezberiyle yaklaşanları hayalkırıklığına
uğratacağını da ekleyelim.
Evet, konusu azınlıklar hukuku, ama bu hukuku tercüme eden, yorumlayan bir
rehber kitap. Türkiye’de Azınlıklar’ın asıl önemli yönü, tüylerimizi diken diken
eden azınlık kavramının yanı sıra, bu kavramın neden bünyemizde tepkiye yol
açtığına da neşter vurması. Daha da önemlisi, bu konuda yanlış anlamaları
düzeltmek, ezber bilgileri bozmak anlamında büyük bir kavramsal temizlik
gerçekleştirmesi. ‘Türkiye’de azınlık vardır, yoktur’ tartışmasını bizzat
Türkiye’nin imzaladığı hukuksal metinlere dayanarak bitirmesi, ‘azınlıkların
hakları tanınırsa Türkiye parçalanır’ korkusuyla yüzleşmeye davet etmesi,
Türklerin de, Kürtlerin de, başka herhangi bir grubun da demokrasi adına
devletin asli kurucu unsuru olarak tanımlanmasının demokratikleşmeden sapma
olacağını vurgulaması, bu kavramsal temizliğin başlıca ayaklarını oluşturuyor.
Son bölümdeki ekler de ülkemizin AB uyum paketleriyle nereye geldiğini görmemiz
açısından oldukça yararlı.
Kitabın ilk bölümünde kime ‘azınlık’ dendiği, azınlık kavramının ortaya çıkışı,
azınlık haklarının zaman içinde, özellikle İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra insan
haklarının geniş kapsamına dahil oluşu, Türkiye’nin de imza attığı uluslararası
sözleşmelerle koruma altına alınışı anlatılıyor. 1990’larda devletlerin, ‘benim
topraklarımda azınlık mazınlık yoktur’ demesinin hukuken pek bir şey ifade etmez
hale geldiğini, günümüzde bir devletin yurttaşı olmayan kesimlere, söz gelimi
göçmen işçilere ya da mültecilere dahi bu hakların tanınmasının genel eğilim
olarak belirdiğini öğreniyoruz. Bu bölümde ayrımcılığı önleyen, geneli kapsayan
haklarla, azınlıkları korumaya yönelik ‘olumlu edimlerin’ (ya da pozitif
ayrımcılığın) birbirlerini tamamlayıcılıkları ayrıntılarıyla çiziliyor.
Türkiye’de Azınlıklar, bu kavramsal çerçevede 1923’te Türkiye Cumhuriyeti’nin
kurucu antlaşması Lozan’ı imzalayan zihniyetin, 1982 Anayasası’nı hazırlayan
zihniyetten tartışmasız fersah fersah ileride olduğunu gösteriyor.
 

Parçalanma endişesi

Doğrusu Lozan Antlaşması’nın incelendiği bölüm okuyanları dehşete düşürecek bir
bölüm. Bu bölüm bittiğinde, gayrımüslimleri azınlık olarak tanıyan, "Türkçe’den
başka bir dil konuşan" Türkiye yurttaşlarına mahkemelerde kendi dilini kullanma
hakkı tanıyan, "Hiçbir Türk uyruğunun gerek özel, gerekse ticaret ilişkilerinde,
din, basın ya da her çeşit yayın konularıyla açık toplantılarında, dilediği bir
dili kullanmasına karşı hiçbir kısıtlama konulmayacaktır" diyen Lozan’ın, bugün
artık uluslararası standartların gerisinde kalmış olsa da ülkemizin son yirmi
yıldır çektiği sıkıntıların ilacı olduğunu görüyoruz. Bu ilacın yıllarca, ‘neme
lazım bünyeyi parçalar’ endişesiyle rafta bırakıldığını anlıyoruz. Antlaşmanın
özüne ve sözüne aykırı olarak Türk vatandaşı Süryanilerin, Nasturilerin ya da
Keldanilerin gayrimüslim azınlıktan sayılmadığını, antlaşmayla verilen hakların
çıkarılan bazı yasalarla geri alındığını görüyoruz. Türkiye’de Azınlıklar,
uygulamadaki bu aksaklıkları sergilemekle, azınlıklar ya da başka bir konuda
yasaların bir şey, yasaları uygulamanın başka bir şey olduğunu idrak etmemiz
açısından büyük bir fırsat sunuyor.
Darbe yadigârı 1982 Anayasası’nın ülkedeki çokkültürlülük, çokkimliklilik
ortamını nasıl zedelediğini iyice bir öğrenmemiz için de bulunmaz bir fırsat bu
kitap. Anayasanın yukarıda andığımız, değiştirilmesi mümkün olmayan üçüncü
maddesi üzerinde düşünmeye zorluyor. ‘Milletin bölünmez bütünlüğü’ kavramını, ‘Türkiye
Cumhuriyeti’nin dili Türkçe’dir’ demenin ne anlama geldiğini bir kez daha
sorgulamaya davet ediyor. Lozan’ın başına gelenin, AB uyum paketlerinin başına
da gelmemesi, bu yasal düzenlemelerin uygulamaya tam anlamıyla yansıtılabilmesi
için zihinsel birkaç adım atmamızın da elzem olduğu anlaşılıyor: Örneğin
televizyon karşısındaki vatandaştan, yüksek yargının kararlarına dek
iliklerimize işlemiş olan, rahat bir nefes aldırtmayan bölünme, parçalanma
korkusuyla yüzleşmemiz; ‘azınlık’ kavramının yasalarda değil, zihnimizde ikinci
sınıf vatandaşa denk düştüğünü, öncelikle bu kavrayışı bozmamız gerektiğini
anlamamız gerekiyor.
Bu arada uluslararası hukuka yaptığımız, kültürel özgüllüğümüzü yansıtan, son
derece azınlıklar konusunun Türkiye’nin gündemini uzun süre meşgul edeceği kesin.
Anlaşılmayan şey her fırsatta kültürel mozaiğimizle övünürken, iş bu mozaiği
korumaya, örneğin Heybeliada Ruhban Okulu’nu yeniden açmaya geldiğinde, aslında
mozaiğin bazı parçalarının elimize battığını haykırmamız. Herhalde en güzeli
birşeyleri, birileri ‘düzeltin bunu’ demeden düzeltmek. Türkiye’de Azınlıklar,
Türkiye’nin bunu yapabileceğini gösteriyor. ‘Parçalanma korkusu’na tutsak olmuş
zihinlere de ‘Allah selamet versin’ diyor.

Yorumlar kapatıldı.