İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Hafızasız devlet geleneği

Etyen Mahçupyan

Tarihe aşırı meraklı olduğumuzu ima eden ruh halimizin ardında, doğrudan tarihi tahrip eden bir alışkanlığın yatması hiç şaşırtıcı değil. Anlaşılıyor ki devletin belgeleri yok etme siyaseti, bu belgelerin yarattığı boşluğun ideolojik olarak doldurulmasıyla sonuçlanmakta. Geçenlerde Merkez Bankası eski Başkanı Gazi Erçel’in, İMF ile ilişkilerden Keban Barajı’na uzanan zengin bir tarihsel malzemenin imha edilmek üzere SEKA’ya gönderildiğini söylemesi de genelde fazla bir tepki bulmadı. Bu uygulamayı teyid eden Hazine’den ise, ilave bir detay olarak ‘imha komisyonlarının’ beş kişiden oluştuğunu öğrendik… Daha teknik olan iktisadi konularda bile geçerli olan bu özensizlik geleneğinin, siyasi/ideolojik alanda ne denli kullanışlı bir araç olabileceği ise açık.

Bugünlerde Ermeni tehciri nedeniyle yeniden gündeme gelen İttihat Terakki döneminin ve o siyasi kültürün içinden yetişmiş olanların geleceğe taşıdıkları alışkanlıkların bu açıdan epeyce ilginç bir tablo oluşturduğunu biliyoruz… Örneğin Sabah gazetesinin 7 Kasım 1918 tarihli sayısında ‘Ermeni kıtaline ait’ devlet belgelerinin ‘hükümetçe arandığı halde bulunamadığı’ aktarılmakta ve ‘Talat Paşa ve maiyetinin… kıtal hakkında verdikleri tüm emirleri imha etmiş olmaları muhtemeldir’ denmekteydi. Meclis’in resmi gazetesi hüviyetinde olan Takvim-i Vekayi’nin 3540 numaralı sayısı ise; 1919’da İttihat Terakki yöneticileri hakkında açılmış olan İstanbul Divan-ı Harb-i Örfi’de, savcılık iddianamesinin Teşkilat-ı Mahsusa ve İttihat Terakki Merkez Komitesi’ne ait evrakların ‘aşırılmış’ olduğunu iddia ettiğini bildirmektedir. Buna göre ‘dönemin Emniyet Genel Müdürü Aziz Bey, Talat Paşa’nın istifasından önce daireden birçok dosyayı alıp beraberinde götür(müş) ve bu dosyalar bir daha iade edilme(miştir)’…

Konuyu Radikal 2 sayfalarında 26 Aralık’taki yazısıyla yeniden gündeme getiren Taner Akçam, belge imha geleneğinin sadece sonradan sakıncalı olabilecek belgeleri kapsamadığına, bizzat uygulamanın parçası da olabileceğine dikkat çekmekte. Nitekim ortaya konan somut örnekler, İttihat döneminde birçok telgrafın okunduktan sonra imha edilme emrini ihtiva ettiğini gösteriyor. Dahası, sıradan insanların da ‘devlet sorumluluğu’ ile davranma ya da kendilerini tehlikeye atacağını düşündükleri hallerde ellerindeki belgeleri imha ettiklerine dair birçok örneğe sahibiz. Sorgusunda elindeki tüm belgeleri yaktığını söyleyen İstanbul İttihat Terakki Merkezi Umumi üyesi Ali İhsan Bey veya ‘mühim evrakı zamanında imha etmesine’ karşın bavulun küçük cebinde unuttuğu bir vesika yüzünden suçlanan, Terakki dönemi Nafıa Bakanı Ali Müfit Bey gibi…

Devlet belgelerinin resmi ideolojik süzgeçden geçirilmesi sonucu, sakıncalı bulunarak imha edilmesi; devleti koruma adına yapılan ama gerçekte devleti hafızasından soyutlayarak salt bir iktidar aracı haline getiren bir uygulamadır. Ali Bayramoğlu’nun konuya ilişkin yaptığı analize oturtursak, bu uygulama devleti ilkesizleştiren, ilkesizliği doğallaştıran ve ‘devletin sürekliliğini’ tam da bu ilkesizlikle besleyen bir ‘gelenek’ üretir. Bu durumda ‘devlet geleneği’ denen şey, topluma karşı sorumluluğu ifade eden bir bakış olmaz. Devlet aktörlerinin bizzat kendi bekaları ve çıkarları için manipüle ettikleri, iktidarın yeniden üretildiği bir ideoloji alanı olarak yapılanır… Bu durumda da elimizde gerçek yaşanmış biçimiyle tarih kalmaz… Hafızasını bilerek yok etmeye veya çarpıtmaya müsait toplumlarda, tarih de fiktif olarak devlet eliyle ürer ve bizler de bunu kendimizden emin bir biçimde tekrarlamakla kalmaz, bir de tarihe ‘önem vermekle’ övünürüz…

Yorumlar kapatıldı.