İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Aksak cumhuriyet

Etyen Mahçupyan

Avrupa Birliği normlarına uyum çabalarımızda işin dönüp dolaşıp uygulamada tıkanması şaşırtıcı değil. Çünkü herhangi bir değişikliği kağıt üzerinde, hukuki zeminde yapmanın herhangi bir zorluğu yok.

Nitekim hukuk hiçbir ülkede hiçbir zaman nihai belirleyiciliğe sahip bir unsur olmadığı gibi; neredeyse her ülkede işlevsel olmayan hukuki kurallar var ve toplum sanki böyle bir durum yokmuş gibi yaşayabiliyor. Çünkü toplumlar içgüdüsel olarak ileriye bakarlar ve hukuk onlara ayak bağı olacak uygulamalara temel teşkil etmediği ve aksine toplumsal taleplerin gerçekleşmesi açısından bir meşruiyet zemini sağladığı sürece de hukuka sahip çıkarlar.

Bir toplumun paylaşılan bir anlayış içinde hukuka sahip çıkması ise, ‘cumhuriyet’ kavramının özüdür. Böylece bireyler aynı ortak üst kimliğin parçaları olduklarını tescil ederek kendilerini devlete bağlarken; bunu geleceğe yönelik dinamik bir birliktelik perspektifine de oturtmuş olurlar. Diğer taraftan devletin sorumluluğu söz konusu bütünlüğü korurken, vatandaşlar arası adaleti sağlayan bir hukuku ayakta tutmak, hayata geçirmektir. Kuramsal olarak bakıldığında devletin zaten varlık nedeni gereği bu işlevin takipçisi olacağı; bütünlüğü bozacak kişi ve grupları toplum adına engelleyeceği varsayılır…

Ama ya durum bunun tam tersi ise… Yani devlet kendi tasarruflarıyla toplumsal bütünlüğü bozmaya, birkaç tür vatandaş yaratmaya, uygulamalarıyla hukuksal zeminin etrafından dolaşmaya çalışmaktaysa? Bu durumda ortaya çıkan idari yapının epeyce aksak bir cumhuriyet olduğunu veya henüz olgunlaşmamış bir devletle karşı karşıya bulunduğumuzu söylemek zorundayız. Bugün Türkiye devletinin gayrımüslim siyaseti hâlâ bu minvalde seyretmekte ve üstelik hukuk zemininde bile eşitlik sağlanamamakta: Cemaat vakıflarının mülk edinmesini düzenleyen son yasa tasarısında da, artık bir ideolojik ve psikolojik tıkanma görüntüsü veren ‘güvenlik hassasiyeti’ teması metne egemen olmuş durumda. Buna göre Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün denetim ve mülk edinmedeki vesayeti ‘yerinde denetim’ gibi utanç verici bir uygulama ile sürdürülürken; gayrımüslimlere hak ettikleri arazilerin tapuları da verilmeyerek, sadece yararlanma hakkı tanınmakta.

Diğer bir deyişle devlet henüz kağıt üzerinde bile samimi bir adımı atmakta zorlanıyor. Dinsel inancı ve etnik kökeni ne olursa olsun, herkesi birer Türk vatandaşı olarak tanımlamayı hâlâ beceremiyor. İş uygulamaya geldiğinde ise durum daha da acıklı boyutlar içermekte. Cemaat vakıflarına ait 2234 adet taşınmaz malın sadece 286’sı sahiplerine iade edildi. Diğerlerinde Vakıflar Genel Müdürlüğü direniyor, bürokratik süreci askıya alarak uzatıyor ve birçoğuna da ‘kamu kurum ve kuruluşları ve gerçek kişiler adına kayıtlıdır’ gerekçesiyle el koymayı sürdürüyor. İyi de bu ‘kamu kurum ve kuruluşları ve gerçek kişiler’ söz konusu cemaat mülklerini nasıl elde etmişler acaba? Daha da temele inersek bu cemaat mülkleri hangi meşru hukuki gerekçeyle sahiplerinden alınmış? Bu uygulamanın hiçbir meşru hukuksal zemininin olmadığı, kılıfına uydurulmuş ve ‘yersen’ mantığıyla sürdürülmüş bir hoyratlık olduğu ise malum.

Gerçek, herkesin bildiği ama bilmezden geldiği gerçek, devletin Vakıflar Genel Müdürlüğü eliyle hukuku hiçe sayan bir müsadere mantığı yürüttüğü; üstelik bu tasarrufun en üst hukuk kurumu olan Yargıtay kararlarıyla desteklendiğidir… Bir devletin kendi vatandaşları arasında ayrımcılık yapar biçimde hukuku sürekli bir siyasi tavır içinde ihlal etmesi ise anlaşılan o ki Türkiye’de kimseye garip gelmiyor… Ve biz kendimize ‘cumhuriyet’ demek, Türk vatandaşlığının bir ‘üst kimlik’ olduğunu savunmak istiyoruz…

03.01.2005

Yorumlar kapatıldı.