İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Bellek müzesi

Binlerce insanın ölmesine, onbinlerce insanın yerinden yurdundan edilmesine yol açan darbelerin failleri, velev ki onlar için af veya dokunulmazlık kararı alınmış olsun, cezasız kalabilirler mi? Onlar cezasız kaldıkça, topluluğun ortak belleğinde oluşan yara kanamaya devam etmez mi?

AHMET İNSEL

Güney Amerika, hâlâ, perde arkasında CIA’nın bulunduğu askeri diktatörlük döneminin yaralarını tedavi etmeye uğraşıyor. Bir yandan halen hayatta olan suçluların cezalandırılması mücadelesini bir avuç yargıç verirken, diğer yanda yaşananlarla toplumun yüzleşmesi, yani ortak belleğin üzerindeki örtünün kaldırılması mücadelesini kayıp yakınları, tarihçiler, siyasetçiler, gazeteciler veriyorlar.

1970’lerde Güney Amerika’da uygulanan Condor Planının arkasında CIA vardı. Bu plan çerçevesinde, Şili, Arjantin, Paraguay ve Uruguay’de sol muhalefetin liderleri ve militanları sistemli biçimde yok edildiler. Bu ülkelerde aşağı yukarı benzer biçimde uygulanan bu imha planı, Güney ve Güneydoğu Avrupa için ABD’nin uyguladığı Gladyo planını andırıyordu. Askeri diktatörlükler, fütursuz bir şiddet kullanarak, kendi toplumlarını kana buladılar.

Askeri dokunulmazlık

Askeri diktatörlüklerin son bulmasının üzerinden Arjantin’de yirmi, Şili’de onbeş yıl geçmesine rağmen bugün hâlâ binlerce kişinin başına ne geldiği bilinmiyor. Bunların ne cesetleri bulundu ne de askerler tarafından gözaltına alındıklarından sonra kaderlerinin ne olduğu aydınlandı.

Şili ve Arjantin’de askeri hiyerarşi, yönetimi sivillere devrederken, askeri diktatörlük döneminde yapılan işlerden dolayı dönemin yöneticilerine dokunulmazlık tanınması ilkesini neredeyse yegâne şart olarak sundu. Demokratikleşme yolunda sabırsızlanan Şili ve Arjantin halklarına bir tür şantajdı yapılan. Yeniden cepheden çatışmaya girip, yeniden toplumsal gerginlik yaratmak istemeyen geçiş dönemi mimarları, kerhen de olsa bu şartı kabul ettiler.

Ama önce Arjantin’de, ardından Şili’de, özellikle kayıp yakınlarının yılmayan mücadeleleri sonucunda, bu dokunulmazlık zırhı çatlamaya başladı. Arjantin’de cuntacı generallerden hayatta olan birkaçı, verdikleri emirlerin yol açtığı cinayetlerden dolayı 90’larda hapse girdiler. Bundan rahatsız olan bazı genç subayların örgütlediği darbe girişimi kolaylıkla bastırıldı. Bu vesileyle, Arjantin’de kayıpların bir kısmının cesetlerinin helikopterle açık denize atıldığı, asit fıçılarında eritildiği ortaya çıktı. Buna rağmen Arjantin toplumunun ortak belleğinde askeri diktatörlük döneminin yaraları bütünüyle sarılmış değil. Kayıp Anneleri hareketi, bugün dahi, çok sınırlı yargılamalardan sonra üzeri alelacele örtülmüş o dönemin vahşetlerinin aydınlığa kavuşturulmasını, askeri cuntanın kurbanlarının anısı için talep etmeye devam ediyor.

Yargıçlar var

Şili’de, 1973’de düzenlediği kanlı darbeyle iktidara gelen general Pinochet’yi iktidarı bırakmaya ikna etmek için daha uzun bir zaman gerekti. 1990’da, merkez sol ve sağ partilerle yapılan anlaşma gereğince, askeri rejimin dosyaları açılmayacaktı. Zaten 1979’da Pinochet yönetimi, darbeden o güne kadar yapılan tüm insan hakları ihlalleri için genel af ilan etmişti. Bu affa da dokunulmayacaktı.

Bu anlaşma, sadece bir gruba veya bir topluma karşı değil, insanlığa karşı işlenmiş suç olarak algılanan bu tür eylemler karşısında sessiz kalmayı vicdanı kabul etmeyen birkaç inatçı yargıcın girişimiyle bozuldu. Şili’li yargıç Juan Guzman Tapia, ilk olarak, 1979 affının cesetleri bulunmayan ve başlarına ne geldikleri bilinmeyen kişilere karşı işlenmiş suçlar için geçerli olamayacağını Şili Yüksek Mahkemesi’ne kabul ettirdi. Buna dayanarak, Pinochet’nin darbesinden sonra Şili’de dolaşan “ölüm kervanları” hakkında soruşturma başlattı.

Bu arada yardımına bir İspanyol yargıç yetişti. Onun da girişimiyle, Pinochet 503 gün Londra’da bir klinikte göz hapsinde kaldı. Avukatları, uzun mücadeleler sonunda, akli yeteneklerini yaşlılık nedeniyle kaybettiğinden dolayı cezai ehliyetinin olmadığı kararını almayı başardılar. Pinochet Şili’de serbest yaşamaya devam etti. Yargıç Guzman ise işin peşini bırakmadı. Geçtiğimiz pazartesi günü, Pinochet’ye karşı yeniden dava açılması için mahkemeye sunduğu 45 sayfalık iddianamenin 21 sayfasını emekli generalin son dönemde verdiği demeçlerin metinlerine, video kayıtlarına ayırmış. Zanlının, geçen eylülde, hakkındaki yolsuzluk soruşturmasında verdiği yanıtlarda “tüm akli yeteneklerinin yerinde olduğunu ve iyi ile kötü arasında ayırım yapabildiğini” belirten yargıç, Pinochet’nin bir Miami televizyonunda yayımlanan söyleşisindeki soğuk, sinik mizah örneklerini ilave kanıt olarak gösteriyor. Hiçbir akli yetenek eksikliği sıkıntısı çekmediği ayan beyan ortada bir Pinochet tablosu çiziyor. Bu vesileyle, Condor operasyonu çerçevesinde ortadan kaybolan dokuz kişinin akıbetinin soruşturulması üzerinden Pinochet’ye dava açılmasını mahkemeden talep ediyor. Bu talebi kabul eden mahkeme Pinochet’nin şimdilik ev hapsinde tutulmasına karar verdi.

Yolsuzluk da var

Yargıç Guzman, bu davanın ardından, Pinochet ile ilgili iki yeni dava daha açmaya hazırlanıyor. Biri, 1974 Eylülü’nde Şili’li general Carlos Prats’ın, Arjantin’in başkenti Buenos Aires’te öldürülmesi, diğeri ise ABD’ye kaçırılan milyonlarca dolarla ilgili yolsuzluk davaları.

Şili’de yargıç Guzman’ın girişiminin ardından ve toplumdan gelen ısrarlı talep karşısında, yıllarca Pinochet konusunda dili dişi kenetlenmiş halde kalan sosyalist Cumhurbaşkanı Lagos, nihayet geçtiğimiz aylarda diktatörlük döneminde yapılan işkencelerle ilgili hazırlattığı raporu yayımladı. Bu rapordan önce, ordunun sivil hükümete kalıcı biçimde hükmetmesini sağlayan 1980 Anayasası değiştirilmişti. Bu reformlar sadece suçluların cezalandırılmasını değil, açılan adalet penceresinin ardından esen özgürlük rüzgarı sayesinde, Şili’nin bir başka istisnai durumuna son verilmesini sağladı. Evli çiftlere boşanma hakkı tanındı.

Bellek müzesi

Toplumun ortak belleğindeki yaraların sarılması, bu bellek üzerinde çalışılmasını, onun derinliklerinde, kuytu köşelerinde kalan bölgelerinin aydınlatılmasını, kısacası toplumun kendi tarihiyle cesur biçimde yüzleşmesini gerektirir. Arjantin’de yayımlanan Punto de Vista dergisinin 2004 Ağustos’unda yayımlanan sayısında, bellek politikalarının önde gelen sözcülerinden Vezetti, bu konuyu uzun bir yazıda ele alıyor. Arjantin’de, askeri rejim muhaliflerinin çoğunun işkence gördüğü, öldürüldüğü deniz harp okulunun eski binasının bir bellek müzesi haline dönüştürülmesi projesinin tartışılması vesilesiyle, Vezetti bunun toplumun kendisiyle barışması için önemli ama yetersiz olduğunu belirtiyor. Hukuk devletinin tesisini ve siyasal alanın ahlâkileştirilmesini, siyasetle toplumun barışması için olmazsa olmaz bir koşul olarak gören yeni cumhurbaşkanı Kirchner, bu “bellek müzesi” projesini suçluları kısmen korumaya devam eden af dokunulmazlığı zırhının son parçalarını kaldırmanın tamamlayıcı bir parçası olarak görüyor. Vezetti ise, “bellek iradesinin” suçluların cezalandırılması, o meşum binaların halka açılmasıyla yetinemeyeceğini, toplumun kendisiyle de yüzleşmesinin gerekli olduğunu belirtiyor. Bu çerçevede, sadece askerlerin yaptıklarıyla yetinilemeyeceğini, örneğin devlet terörü politikalarının kökenlerini general Peron’un popülist diktatörlüğü dönemine kadar uzatmanın gereğini hatırlatıyor. Diğer toplumsal aktörlerin yaşanan trajedideki rollerinin de ele alınması gerektiğini hatırlatıyor.

Türkiye

“Bellek politikası”na sadece askeri diktatörlüklerden yeni çıkmış Latin Amerika ülkelerinin değil, geleceklerini daha güvenli, daha sağlam temeller üzerinde kurmaları için hemen hemen tüm ülkelerin ihtiyacı yok mu? Örneğin Türkiye’nin 1971 darbesini izleyen yıllarda ve 1980 sonrası askeri cunta yönetiminde yaşadıklarıyla, 1950’lerden bu yana adım adım uygulanan Özel Harp stratejilerinin binlerce mağduruyla yüzleşmesi gerekmiyor mu? Türkiye toplumunun bir parçası olan Türkiyeli Kürtlerin varlığının ısrarla uzun yıllar boyunca inkar edilmesinin ağır bedelini ödeyen binlerce yurttaşımızın anısıyla yüzleşmemiz gerekmiyor mu? 6-7 Eylül olaylarıyla, Varlık vergisiyle ve çok daha önemlisi Ermeni tehciri kararının trajik sonuçlarıyla yüzleşmemiz gerekmiyor mu? Toplumsal belleğimizin bu ve başka kanayan yaralarının tedavi edilmesinin olmazsa olmaz ilk adımı, bunların üzerindeki tüm tabuları yıkarak tartışmak, eldeki bilgi ve belgelerin toplumun ortak malı olmasını sağlamaktır.

Suçluların cezalanması kadar önemli olan, bir toplumun geçmişinin şerefli, parlak sayfalarıyla övünürken, bu geçmişin kirli ve karanlık cepheleriyle de yüzleşebilmesi ve suçu bir günah keçisinin sırtına atıp, o yükten kurtulmasının engellenmesidir. Askeri dikatörlüklerin yarattığı trajediler, sadece askerlerin altından kalkamayacakları çaptadırlar. Bunu Türkiye’nin yakın tarihinden biliyoruz. Geçtiğimiz yıllarda Latin Amerika’da siyasetçiler ergin toplum olma yolunda aşılması gereken eşiğin bu “bellek çalışması”, bellek politikası olduğunun bilincine vardılar. Şimdi sırada Amerika yerlilerine beyazların yüzyıllardır yaptıkları muameleyle yüzleşmeleri var.

Yorumlar kapatıldı.