İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Ermenistan İzlenimleri – 2

Ortodoks, Katolik, tüm kiliselerin vazgeçilmez baş simgesi Haç’tır, Ermeni kilisesinin haçını, haçın dört ucundaki doğulu süsten (arabesk) tanıyabilirsiniz. Bu arabesk süs Ermeni haçını farklı kılar. Ama asıl farklı yanı Ermeni haçının iki yanına koyulmuş nar’dır. Nar, dünyaya binbir parça dağılmış ama tek bır nar meyvesi içinde yani Ermenistan vatanında toplanmış Ermeni halkının en büyük milli simgesidir.

Ermeniler’in en büyük dini merkezleri (Eçmiadzin’i) ziyaret ettik. Kiliseler içiyle dışıyla yan binalarıyla tarihiyle Ermeni taş ve süsleme kültürünün en mükemmel örnekleri. Doğu topraklarının en büyük kilisesi. Başpatrik’le görüştük. Felluce/Irak üzerine ne düşünüyorsunuz sorusunu sorduk. Irak’a çok üzüldüğünü söyledi. Ancak, Avrupalı, Amerikalı, ya da batılı bir dil kullandı, şöyle, cümlelerini demokrasi, barış, batılı değerler ve batılı özgürlük kelimeleriyle tamamladı. Çünkü Ermeniler kendilerini “batılı” hissediyor, batılı kültürü ve siyasetinin yanında görüyorlar kendilerini.

Oysa Ermeni kilisesi ilk yüzyıllardan beri “doğulu” olduğunu söyler, doğulu vurgusunu çok yapar, kimliği/karakteri “doğulu:’ oluşudur. Mesela bizler de İstanbul’daki ortodoks ya da katolik kiliselerle yüzlerce yıl birlikte yaşadık ancak nedense Ermeni kilisesinin bu doğulu yüzünü kendimizi daha yakın hissetmişizdir.

Ermeni kilisesi yeryüzü topraklarının ve tarihin en kayda değer kilisesidir, çünkü, müslüman topraklar içinde sıkışıp kalmıştır. Ve ayrıca Sovyetler deneyimini yaşamıştır. Bu denli başka bir iklim içinde yüzyıllarca direnmesi ve kendini koruyabilmesi bu kuşatılmışlığa rağmen ayakta kalması ve bağımsızlığını koruyabilmesi bu doğulu kilisenin gücünü gösterir. Zaten tarihteki ilk milli savaşlarının sloganı “dinimizi asla değiştirmeyiz” sloganı idi. Değiştirmediler.

Ülkemizde yıkık harabe yok olmuş iki bine yakın Ermeni kilisesi olduğu, bunun ayakta kalan biraz tamirle kullanılabilecek olanlarının sayısının iki yüz tane olduğunu kayıtlar söylüyor.

Yunan milli bağımsızlık savaşını veren kilisedir, bugün Yunan bayrağı kilisenin bayrağı ve bu milli bayrak bugün kilise korumasında Yunanistan’ın her şeyidir.

Ermeni kilisesi de Ermeniler’in milli varlıkları ve bayrakları, manevi şemsiyesi, her şeyidir. Mesela bütün kiliseler için vazgeçilmez en kutsal şey “haçtır”, ama Ermeni kilisesinde haç kadar önemli bir başka sembol daha vardır. Bu Ermeni alfabesidir. Ermeni alfabesinin harfleri dini tasvirlerde/motiflerde bolca kullanılır. Yani kilisenin kutsal değerleri arasında en başta “alfabe” vardır.

Hatta, Eçmiadzin’e gittiğimizde kilisenin antik kutsal eşyalarını görme şansına sahip olduk. Genç bir rahip gezimizin sonuna doğru, “şimdi size kilisemizin en değerli kutsallarını göstereceğiz” deyip sessizlik istedi. Elindeki büyük kasa anahtarıyla çelik kasalardan birini açtı ve kasanın iki kalın kanadı yana açıldığında gördüğümüz şeye çok şaşırdık.

Çünkü kasanın birinci, ilk bölümünde, altın ve mücevheratla süslenmiş Ermeni alfabesi çıktı. 1978’de yapılmış, diaspora’nın yardımıyla. ğ kadar şaşırtıcı bir şey ki kilise milli dili kutsuyor, koruyor, altın mücevheratla süsleyip koruma altına alıyor. Kasanın ikinci bölümünden yine aynı şekilde altın mücevheratla işlenmiş o meşhur Ermeni haçı çıktı…

Neden kasanın ilk ve ön sırasında haç değil Ermeni alfabesi gösteriliyor?

Çünkü Ermeni kilisesi milli dil’in hamisi ve milli dilleri din kadar önemli.

Alfabelerini ilk bakışta trafik işaretlerine benzetiyorsunuz, “u” dönüşüne benzeyen… Ancak Ermeni alfabesini içinde bolca “u” harfi olan, bir kelime içinde üç dört tane “u” gördüğünüzde tanıyabilirsiniz. Erkekleri değil ama kızları Ermeni dilini çok güzel konuşuyor. Konuşurken kafiyeli gibi, ses tonları iniyor çıkıyor, hayran kalıyorsunuz. Bu yüzden ilk işim sabah Ermeni TV’sini açıp meteoroloji haberini veren spiker kızlarını dinlemek oldu…

Ermeni halkıyla yalnız türkülerimiz değil soframız da tamamen ortak. Turşular, humus, otlar, kekik, maydanoz, yeşil soğan, nane… Kebaplar tıpkısı ve her çeşidi, sarmalar/dolmalar tıpkısı ve aynısı. Pideler börekler çörekler tıpkısı ve aynısı. Bizden farklı değişik başka bir şey yok, bu yüzden Orta Doğu topraklarında Halep’ten sonra adam gibi doya doya yemek yediğimiz tek yerdi Ermenistan! Tabii “domuz yağı” korkusu…

Ermenistan için diaspora Ermeniler’in her şeyleri, ama halk diaspora Ermeniler’e şiş/kebap adını takmış, yani rahatlıkIarını eleştiriyor gibiler. Benim gözlemim şu, Diaspora Ermenileri, Ermenistan Ermenileri ve Türkiye Ermenileri. Dünyanın en melek en güzel Ermenileri bizim topraklarımızda. Özellikle Asala saldırılarından sonra taşkınlık, taciz ve battallıklarımızla tahammülle katlanmış olmaları Türkiye Ermenilerini gözümde büyütmüştür. Ermeniler bu toprakların hem asıl hem de asilleridir. Bizim kadar sert, milli refleksleri olan bir toplumda nasıl yaşadıkları ancak trajik öykülerin konusu olabilir.

Ve hem Türk hem de Ermeni aydınlan bu sert sorun üzerine tartışmayı “yahu’sizinkiler bizimkileri kesti, yok yahu asıl sizinkiler bizimkileri kesti” üstüne/ötesine taşıyamamış, Ermeni sorunu bu kesti/kesmedi geyiğinden öteye geçememiştir.

Benim üzüntüm şu, doğu topraklarının bu hakiki özbeöz çocukları neden kendilerini “batılı” görüyor. Sizler bu toprakların türklerini söylüyorsunuz. Bu toprağın en eski kavmisiniz. Bu toprağın sanatına uygarlığına büyük katkılar hatta yön vermişsiniz? Neden kendinizi batılı gibi görüyorsunuz?

Erivan’da bir yığın toplantı sonrası genç bir Ermeni çocuk kendi sivil kurumu “insan geliştirme” projesini anlatırken bir önemli cümle söyledi. Ermeni genç panelde: “Bu topraklar. dan herkes, geçiş yeri, yol, köprü, transit, yol, havza” gibi stratejik kavramlarla bahsediyor. Bu yol, köprü söylemini sevmiyorum dedi, burası merkezdir. Deyince, Ermeni gence sarılıp nihayet aradığım düşünceleri buldum, dedim, çünkü bu cümlenin tıpkısını bu sütunlarda defalarca dile getirmiştim.

Biz “doğuluyuz” vurgusunu Başpatriğe de söyledim. Kiliseye otuz kişi gittik. Başpatriğin iki yanında başpiskoposlar ve siyah giymiş genç rahipler. İlk sözü ben aldım. “Biz dedim, Ermeni kilisesini diğer kiliselerden daha yakın hissederiz kendimize. Çünkü doğduğumuz mahallede bu kiliseleri çok gördük. Ayrıca bakın, kiliselinin kubbelerinde “selvi ağacının” resimleri var. Belki ibadethanelerimizin duvarlarında başka inançların motifleri olabilir. (patriğin büyük salonunda kocaman bir Iran halısı vardı…) Ama bakın hepimiz aynı halının üstünde oturuyoruz. Dinlerin inançların olduğu gibi, kültürlerin de ruhu vardır. Bu kültürler bu halının üzerinde ve işte hepimiz aynı halı üstünde yaşıyoruz. Yaşayacaksak bu halının desenleri gibi bir arada yaşayacağız. Iran, Azerbaycan, Ermenistan, Türkiye aynı halının desenleridir…”

Belki çok ütopik konuşuyorum ama ben bu halıya çok inanıyorum, siz. bile alfabenizi haç’ın önüne koyduğunuza göre, bu topraklardaki kültürlerin ruhu gün gelir sert inançların ruhundan daha önde bir yer alır. Bizi birarada tutan türküler, imgeler, resimler, kelimeler, giysiler, yemekler, her neyse bu kültürel ruhun ne kadar ortak olduğunu hepimize gösteriyor. Istediğimiz kadar romanlar yazalım felsefeler yapalım hangimiz dudug’un sesi kadar kültürel derinliklerimize inebilir?

Ancak yüzyıl var ki kanlıyız, düşmanız. 1. Dünya savaşından sonra başka tür Ermeniler başka tür Türkler geldi bu toprağa! Sabah akşam yatıp kalkıp nefretle çalıyor/söylüyor artık türkülerin!… Ermeni dölü gibi küfürler atasözleri uydurup kapışıyoruz. Benim hem Türk hem Ermeni aydınlarına söyleyeceğim şudur, 1. Dünya Savaşı’nda batılılar (İngilizler) bu topraklara öyle derin bir nifak soktu ki, bin yıl uğraşsak işte çözemeyeceğimiz keskinlikte. Neden bu savaşın suçundan birazını Almanlar’a, İngilizler’e yakıştırmıyorsunuz? Neden bu savaşın bütün suçunu Türkler’e yıkıyorsunuz? Türkler’in 1. Dünya savaşındaki psikolojisi “arkadan hançerledik” idi ve 1908’e kadar yanı Meşrutiyet’e kadar şimdi düşman oldukları İttihat Terakki’yle yağlı ballı dolma sarması olan Ermeniler’di… Afrika’nın birbirini doğrayan/katleden hutuları/tutsileri gibi olduk ve bu nefretin dozunu yumuşatıcı hiçbir girişim ne siyasilerden ne aydınlarımızdan yok… Bu milli savaşı biz uydurmadık, batılılar bize öğretti… 1. Dünya savaşının suçlusu aranıyorsa İngllizler’dir, Batılılar’dır… Şimdi sizler/bizler birbirimizle hiç görüşmüyoruz, ama sizin de bizim de topraklarımız Batılılar’a sonuna kadar açık!..

İşte bunu anlamaya çalışıyorum. Ermenistan’ın Sovyet sonrası ilk dışişleri bakanı aldı sözü. Sınırların açılmasından dem vurdu, sınırlar açılmalı, açmalıyız başka şansımız yok, Moskova üzerinden seyahat ediyoruz bu saçmalıktır, deyip yüksek sesle konuştu.Hep güncel siyaset konuşuluyordu, kendimi toparlayıp lafa girdim, buralara kadar gelmişiz felsefi birkaç laf edelim, dedim…

Bakın, dedim. Suçun büyüğü sizin ve bizim aydınlarımızda. 1. Dünya savaşı sonrası oluşturduğumuz milli devlet, milli kültür tezlerinde suçun büyüğü. Hepimiz milli dilimize sarıldık, milli dinimlze, milli devletimize sarıldık, milli alfabelerimize sarıldık, bunlar yanlıştır demiyorum, ama çok eksikti..

Şundan eksikti, bu topraklarda milli dil, milli din, milli kültür yetmez, bir yere kadar. Bu toprakların ortak ruhu: ipekYolu’dur/kervan yollarıdır. Yani kervan yolları milli dil kadar milli devlet kadar önemlidir. Çünkü kervan yolları haritamıza rengini’ veren hepimizi asırlardır karıştıran görüştüren ve hepimizi birbirimizin içinde derinleştiren en temel karakterimizdir.

Yani bizler milli dil, milli dinimiz kadar yollarımızı da milli kültürümüzün en başına koyabilmeli, okullarımızda “milli” tarifler yaparken “yollarımızı da” bu milli ruhun vazgeçilmez bir temel prensibi olarak anlatabilmeliydik. Şimdi ne oldu, milli dilin var milli devletin var milli kültürün var ama yolların yok. Yollar olmayınca gidip gelemiyorsun görüşmüyor tanışmıyor kaynaşamıyorsun.. Sen çelik kafes gibi orada milli ızgaralar üstünde, ben çelik kafes içinde burada milli haşlanmalar içinde, daha da düşmanlaşıyoruz. Ama Amerikalılar ingilizler taa nerelerden gelip bizim içimize giriyor, biz birbirimizin içine giremiyoruz.

Yani milli dil gibi milli yolları da bu tarih felsefesinin yorumuna katmalıyız. Şöyle… Bugün nasıl idam cezası suç olup kaldırılıyor. Ya da binbir insan hakkı yüksek insanlık kurumlarında yasa olup, yazılıyor… Işte bizier de insanlık tarihine bu “milli yolları” yazabilmeliyiz. Batıya öğreteceğlmiz, dünya siyaset Iiteratürüne sokacağımız vazgeçilmez bir hak: “Milli yollar”dır…

Demeliyiz ki, milli devletler savaşsalar dahi halklarını komşu halklarına kapatamaz. Demeliyiz ki devletlerin kapılarını kapatma hakları yoktur, sınırları halklara kapatmak büyük bir Insanlik suçudur. İşte en büyük Insanlık suçu kapıları kapatma hakkıdır. Kapıları kapatma hakkını milli devletlerin elinden alabilmeliyiz. Çünkü kapılar kapandıkça senlnki/benimki sertleşlyor, daha da düşmanlaşıyor, birbirini kesmeden/katliamdan/kırımdan durmaksızın söz ediyor. Bu yüzden kapılar hep açık kalmalı, halklar türküsü giyimi alış verişiyle birbirini tanımalı…

İşte kapatınca kapıları sen içine kapanıyorsun ben içime kapanıyorum, ikimiz de çelik kafesler içinde milli haşlamalar milli pırasalar milli ızgaralara dönüyoruz, nefretle pişiyoruz, nefretle birbirini boğazlıyoruz.

O halde… Bu geniş uçsuz bucaksız topraklarda yaşamak isteyen devietler/kültürler bu yolları kapatma haklarına sahip olmamalı…

Bu toprakları bu büyük kültürleri halının üstünde yeniden eski hareketli bereketli karışan kaynaştıran günlerine döndürmek istiyorsak, Iran, Türkiye, Suriye, Irak, Ermenistan, Gürcistan biraraya gelmeli ve tarihe şunu yazmalı: Aramızda savaşlar çıksa dahi kapıları kapatma hakkına sahip değiliz…

Artık görelim, Anadolu’da tarihi arkaik uygarlıklar bizim için sadece tarihi eser/sit alanı/koruma/tamir sorunu değildir, Anadolu’yu elimizde tutuyorsak ona akan bütün kapıları yeniden Anadolu’ya açabiImeliyiz, çünkü Anadolu, donmuş harap olmuş antik eserlerin ülkesi değil, daha nice uygarlıklar yaşayacak yaşatacak toprakların adıdır!..

Yoksa ne Ermeni tehdidinden ne şantajından ne de Ermeni savaşından korkarım, ben de bu toprağın çocuğuyum.. Ama şu Dudug’un sesi..

Dudug’u dinledikçe içimde ne devleti m ne milli haklarım… Dudug çaldıkça dayanmak mümkün değil! Dudug çaldıkça, bir meyhane sarhoşluğuyla ver gitsin devletini de toprağını da…

Ne olurdu sanki türküler de türkülüğünü bilse! Bu kadar derinden ve parçalayıcı ve ciğerlerimizi kebap edici çalmasalari.. Yoksa önce “türkülerimizi mi” yasaklasak!.. Ne onlar dudug çalsın ne biz ağıtlarımızı söylesek! Yoksa şu piyano daha mı aklı başında bir alet, baksana hiç zırlatmıyor.

Yorumlar kapatıldı.