İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

İnsan haklarında neredeyiz?

NAZAN ÖZCAN

“Yaşamak, özgürlük ve kişi güvenliği herkesin hakkıdır”. BM’nin İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 3. Maddesi’ne kimin itirazı olabilir? Kimsenin! Fakat itiraz olmayan haklarda nedense bol miktarda ihlal oluyor. İnsan hakları mücadelesi 1215 yılında İngiliz Kralı’na kabul ettirilen Magna Karta’yla başladı. Ardından gelen 1789 Fransız İhtilali’yle kabul edilen İnsan Hakları Bildirgesi ve 10 Aralık’ın “İnsan Hakları Haftası” olarak kutlanmasına sebep olan 10 Aralık 1948 tarihli İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi ne derse desin “insan hakkı” hep bir yerlerde, hep bir şekilde ihlal edilip durdu. Keşke artık edilmiyor diyebilsek. İnsan Hakları haftasını vesile bilerek Türkiye’deki insan hakları kuruluşlarına 2004 itibarıyla bir “Türkiye İnsan Hakları Fotoğrafı” çektirdik. Değişenleri ve değişmeyenleriyle. 1986’dan beri mücadele eden İnsan Hakları Derneği, 1990 doğumlu Türkiye İnsan Hakları Vakfı, 1991 tarihli Mazlumder, 1997’li Uluslararası Af Örgütü Türkiye’nin görüşleri şöyle.

İNSAN HAKLARI DERNEĞİ

Eren Keskin

Avrupa Birliği süreciyle birlikte, insan haklarının bütün meselelerini AB’ye endeksli gören bir anlayış var. Böyle bakanlardan değiliz. AB insan haklarının tek standartı değil. Ama AB süreciyle birlikte hem bizim insan hakları savunucuları hem de sokaktaki insan hakları açısından değişen şeyler oldu. Fakat bence Türkiye’de tartışılması gereken şey tartışılmıyor. Türkiye’de her ne kadar görünürde bir hükümet de olsa, farklı bir devlet yapısı var. Militarizmin sivil siyaset üzerinde müthiş egemenliği devam ediyor. Türkiye’de militaristler sadece silahlı bir güç değiller, aynı zamanda büyük bir sermaye gücüne sahipler. OYAK’la birlikte 38 değişik alanda ticaret yapıyorlar ve silah ile sermaye aynı elde toplandığı için sistemi daha ürkütücü kılıyor. Bu hiç tartışılmıyor. Yani Türkiye’nin temel meselesi demokratikleşme ve sivilleşme. Demokratikleşme biraz tartışılsa da sivilleşme hiç tartışılmıyor. Bu açıdan biz mücadeleye başladıktan sonra sistemin temel dayanak noktaları açısından hiçbir değişiklik yok. İnsan hakları savunucuları tarafından en fazla değişen yanı artık daha az dayak yiyoruz ya da yemiyoruz. Ama sokaklarda hâlâ insanlar dayak yiyor. Bunun dışında AB süreci tabii ki kısmi değişiklikler getirdi. Örneğin gözaltı süreleri kısaltıldı. Ama gözaltı sürelerinin kısaltılmasıyla birlikte bu sefer işkence yöntemleri değişti ve İHD’ye yapılan gayri resmi gözaltılarda artış başladı. Ne yazık ki hiçbir şeye tam düzeldi diyemiyoruz. Resmi gözaltılarda artık iz bırakmayan şiddet kullanıyorlar. Soyuyorlar, cinsel taciz uygulayabiliyorlar, susuz bırakıyorlar vs. Burada neye değişti diyebiliriz? Tabii ki idam cezasının kaldırılması önemli bir gelişmeydi fakat sokak infazları fazlalaştı ve devam ediyor. Ayrıca ağırlaştırılmış müebbet cezası getirildi, son derece korkunç bir şey. Yani her iyi değişikliğin ardından mutlaka kötü bir şey geliyor. Yine değişti diyebileceğimiz, Kürt yoktur derken şimdi Kürtçe özel kurslara izin veriliyor ya da haftada yarım saat yayın yapılıyor. Biz 14 üyesi öldürülmüş bir derneğiz, eskiden evden çıkarken daha endişe ile çıkıyorduk, o biraz azaldı.

İHD’ye yapılan başvurularda artış ve başvuru nedenlerinde değişiklikler var. Eskiden bize gözaltında kayıp aileleri ya da işkence görmüş siyasiler başvururdu. Ama artık adli nedenlerle gözaltına alınıp işkence görmüş biri de başvuruyor. Kocasından dayak yiyen kadınlar ya da maaşlarından memnun olmayan polisler bile başvurmaya başladı. Yani hak arama bilincinde bir artış var. Mesela İHD’ye 99’da 594 işkence başvurusu yapılırken 2003 yılında bu sayı 1391’e çıktı. İfade özgürlüğü için yapılan başvurular 99 yılında 166 iken, 2003’te 1706. Sayısal artışta hak arama bilincinin artışının etkisi var. Her şey de çok kötüye gidiyor diyemeyiz. Eskiden Mardin’den, Diyarbakır’dan bize çok kayıp haberi gelirdi, şimdi hâlâ oluyor ama azalma var. İnsan hakları mücadelesi bakımından çok büyük bir yol katedildiğine inanıyorum. AB’nin yol haritası diye sunduğu birtakım taleplerin hepsini biz yıllardır söylüyoruz. Türkiye bugün şunları bunları düzelteceğim diyorsa bunda insan hakları mücadelesinin çok büyük rolü var.

TÜRKİYE İNSAN HAKLARI VAKFI

Şükran Akın

Kurulduğu tarihten 2003 yılı sonuna kadar TİHV’ye toplam 8,835 kişi başvurdu. Tek merkezimizin olduğu 1990 yılında toplam 40 olan yıllık başvuru sayısı merkez sayımızın artması yanı sıra, çalışmalarımızın etkinliği ve tanınırlığının artmasının da sonucu yıllık 900’un üstüne çıktı. 2004 yılının ilk sekiz ayında, TİHV başvurularının toplam sayısı 597. Yıllık başvurularımız içinde, söz konusu yıllar içerisinde işkence ve diğer insanlık dışı muameleye maruz kalanların oranı yaklaşık yüzde 50’lerden, 2003 yılında yüzde 36.7’ye düştü. Ama yaptığımız araştırmalara göre emniyet merkezleri, “diğer” başlığı altında işkence görülen yerlerden sonra, TİHV başvurularının ikinci en sık işkenceye maruz kaldıkları yerler olarak karşımıza çıkıyor. Yani bu durum son beş yılda çok ciddi bir değişiklik göstermiyor. Bu da Türkiye’de işkencenin sistematik olarak devam ettiği savını destekleyen anlamlı bir gösterge. Öte yandan, TİHV başvurularının işkenceye maruz kaldıkları yerler açısından açık alan ve araçlar gibi “diğer” yerlerin dikkate değer bir artış içerisinde olduğu görülüyor. Bu yerlerin en büyük özelliği, söz konusu uygulamaların kayıt altına alınamıyor olmasıdır. Bu durum bir taraftan söz konusu uygulamaların gerçek sayısının kayıtlı olanlardan bilinmeyen bir şekilde fazla olduğunun ipuçlarını bize verirken, diğer taraftan, kişileri özgürlüklerinden alıkoyan uygulamaların keyfiliğini gözler önüne seriyor.

TİHV başvurularının özgürlüğünden alıkonulma sürelerine bakıldığında ise, 4 günün üzerindeki gözaltı sürelerinin oranının 1999 yılında yüzde 22.7 iken, 2003 yılında yüzde 3.9’a düşmüş. Gözaltı sürelerindeki bu düşme olumlu bir gelişme olarak değerlendirilebilir. İşkenceye ve diğer insanlık dışı uygulamalara maruz kalan TİHV başvurularının, maruz kaldıkları işkence yöntemleri incelendiğinde ise, dayak ve hakaret yöntemlerinin 2003 yılı içerisindeki oranlarının yüksekliği dikkat çekici. Diğer yöntemler ise 1999 yılından beri nispi olarak azalmakla birlikte varlığını sürdürüyor.

2003 yılı öncesinde işkence ve insanlık dışı uygulamalara maruz kalanlarda, yüzde 30 ile Güneydoğu ilk sırada yer alırken, 2003 yılında bunlara maruz kalanlarda yüzde 43 ile Marmara bölgesi ilk sırada. 2003 öncesinde, TİHV Tedavi ve Rehabilitasyon Merkezleri’ne yapılan siyasi olmayan başvuruların oranı yüzde 3.7 iken, 2003 yılı içinde bu oran yüzde 15’ler düzeyine yükseldi. Bu artışta TİHV’nin kamuoyundaki tanınırlığının artmasının yanı sıra, kişilerin haklarını arama bilincindeki nispi artış ve özellikle baro ve insan hakları kuruluşlarının işkence görenlere yönelik projelerindeki artışın rolü düşünülebilir.

Özetlersek TİHV Tedavi ve Rehabilitasyon Merkezlerine yıllık benzer düzeylerdeki toplam başvuru sayısı; bunlardan o yıl içinde işkence ve diğer zalimane, insanlık dışı, aşağılayıcı muamele ve cezaya maruz kalan oranının yüksekliği; kişilerin maruz kaldıkları uygulamaların gerçekleştiği yerler (başta eğitilmiş özel birimlerin görev yaptığı emniyet merkezleri), kayıt dışı yerlerde (açık alan, araç içi, vb.) maruz kalma oranınındaki artış; farklı bölgelerde, farklı kurumlarda uygulanan yöntemlerin birbiri ile uyumu; insan vücudu üzerinde iz bırakmayan yöntemlerdeki artış; cezasızlandırma sorunu ve TİHV ve benzeri insan hakları kurumlarına yönelik güncel baskılar gözönüne alındığında, ülkemizde 1999 yılından beri yapılan kimi yasal değişiklere karşın, ne yazık ki, işkence ve diğer zalimane, insanlık dışı, aşağılayıcı muamele ve ceza bugün için de yaygın ve sistematik olarak varlığını sürdürüyor. Böylesi bir ortam, Türkiye’de her 60 kişiden 1’inin işkence ve diğer zalimane, insanlık dışı, aşağılayıcı muamele ve cezaya maruz kalması anlamına geliyor.

ULUSLARARASI AF ÖRGÜTÜ TÜRKİYE

Özlem Dalkıran

2004 yılında Türkiye’de AB kriterlerine uygunluğu hedefleyen yasal reformların Meclis’te kabul edilmesi devam etti. Bunlardan bazıları, DGM’lerin kaldırılması, uluslararası hukukun ulusal hukuktan üstün olması, askeri harcamaların Sayıştay’ın denetimine girerek daha şeffaflaşması, YÖK ve RTÜK gibi kurumlardan askeri üyenin çıkarılması, uygulamada sorunlar olsa da Türkçe dışındaki dillerde yayın yapılması ve ölüm cezası öngören tüm maddelerin kaldırılması oldu.

Yeni Türk Ceza Kanunu, Dernekler Yasası gibi, eksikliklerine rağmen iyileşmeler gerçekleştirildi. TCK’ya eklenen yeni maddelerle Türkiye’nin Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne taraf olmasını sağlayacak yasal düzenlemeler tamamlandı. Başbakan’ın UCM’ye taraf olma niyetini açıklaması, 1997 yılından bu yana bu konu üzerinde ısrarla duran örgütümüz, geçtiğimiz günlerde çıkan bir haberden dolayı son derece rahatsız oldu: ABD yıllardır diğer devletlerle yaptığı ikili anlaşmalarla Amerikan vatandaşlarının UCM’nin yargı yetkisinden muaf tutmaya çalışıyor. Aynı anlaşmayı Türkiye ile de imzalamak için hükümeti zorlayacağı haberlerinin sadece söylentiden ibaret olmasını ümit ediyoruz.

2004 yılının bir diğer önemli olayı da, kadının insan hakları için çalışan örgütlerin yoğun çabaları sonucunda, TCK’nın ayrımcı maddelerinin büyük çoğunluğunun düzeltilmiş olmasıdır. “Namus” adına işlenen cinayetlere uygulanan ceza indirimlerinin kaldırılmış olması, aile içi tecavüzün tanınması önemli bir gelişme. Ne var ki, hâlâ sığınma evleri ciddi bir sorun olarak önümüzde duruyor. Ancak, son üç yıla damgasını vuran yasal reformlar, ne yazık ki günlük hayatta istediğimiz kadar uygulamaya geçemedi. Bugün Türkiye’de yaşanan en temel eksiklik, bu yasal reformların etkin bir biçimde pratiğe yansımamış olması. Türkiye’de insan hakları alanında hâlâ eksiklikler ve ihlaller göze çarpıyor.

İşkence ve kötü muamele, kayıtdışı gözaltı gibi iddiaların sürmesi, gözaltı usulleriyle ilgili yapılan değişikliklere rağmen, devam ediyor. Hükümetin “işkenceye sıfır tolerans” taahhüdü, işkence ve/veya kötü muamele suçlamasıyla yargılanan polislere yargının hâlâ hoşgörülü davranması nedeniyle gerçekleşemiyor. Bunun son örneğini Süleyman Yeter davasında görüyoruz.

Bir diğer sorun ise, güvenlik güçlerinin aşırı güç kullanması. Özellikle sokak gösterileri sırasında polis göstericilere karşı şiddete başvuruyor. 2004 yılında Türkiye’de yargısız infaz olarak adlandırılabilecek olaylar da yaşandı. Bunun son örneğini Mardin Kızıltepe’de gördük. Bu olaya karışanların açığa alınmış olması olumlu bir gelişme ve benzer olaylar için örnek olmalı. Şimdi bağımsız ve tarafsız bir soruşturma yürütülerek, faillerin yargılanmasını bekliyoruz.

Basın Yasası’nda ve ifade özgürlüğünü kısıtlayan yasalarda yapılan iyileştirmelere rağmen, 2004 yılında yazıları ya da görüşleri nedeniyle kişiler yargılandı. İnsan hakları savunucuları üzerindeki baskılar da hukuki taciz olarak devam etti. Bir diğer hukuki taciz yöntemi ise, izinsiz afiş asmak gibi suçlamalarda bulunmaktı.

Genel olarak 2004 yılına baktığımızda, en önemli eksikliğin yasal reformların ve yayınlanan genelgelerin acilen hayata geçirilmemesi denebilir. Tüm Türkiye yurttaşlarının bütün hak ve özgürlüklerini, hiçbir engel ve korku hissetmeden yaşayabilmeleri için, acilen güvenlik güçleri ve yargıda reforma gidilmesi gerekiyor. Yalnızca eğitim yeterli değil, denetim mekanizmaları da devreye girerek yasaları uygulamayanlar ya da uygulatmayanlar üzerine yaptırımlar getirmeli.

MAZLUMDER

Mustafa Ercan
Türkiye insan hakları karnesi sorunlu olsa da yakın zamanda yasal çerçevede özgürlük alanı genişledi. Ancak uygulamaya ilişkin ciddi sorunlar gündemimizde. NATO zirvesi öncesi yapılan gözaltılar ve Türkiye’de Türkçe’den başka kullanılan dillere ilişkin yönetmeliğin uzun bir süre çıkarılmaması, yasal değişikliklerin uygulamaya geçirilmesi için alınması gereken çok yol olduğunu gösteriyor.

Yine Türkiye’de kronikleşen kimi insan hakları ihlalleri hep sıcak kalmakta. Düşünce özgürlüğü alanına giren konularda açılan dava sayısının azalma seyri gösterse de halen çokluğu, basın organlarına yönelik para cezalarının yüksekliği önemli bir problem olarak devam ediyor. Yeni TCK’da yer alan 305 ve benzeri maddeler yasal alanda yapılan iyileşmeler de her an aksi yönde bir seyrin olmasına zemin hazırlayabilir.
Düşünce özgürlüğü alanında yaşanan sorunların, bir başka alanı olan din özgürlüğü konusunda da özgürlüğün kısıtlanması önündeki engeller kaldırılmadı. 12 yaşından küçük çocukların kutsal kitaplarını öğrenmesi halen yasak. Başörtüsü yasağı sorunu okullarda ve kamu kurumlarında hâlâ kesintisiz olarak sürdürülüyor. Bunun yanında imam hatip okulları ve meslek liselilerin üniversite sınavında karşılaştıkları adaletsizlik kronikleşti.

Hükümet her platformda işkenceye sıfır tolerans göstereceğini deklare ediyor. Ancak işkence yaptığı iddia edilen devlet memurlarının ‘yakalanamaması’ ve işkence yapan kişilerin yargılanmasının çok uzun sürmesi karşısında anılan beyanın inandırıcılığı azalıyor. Bunun yanında işkence iddiasıyla kurumumuza yapılan başvurularda da önemli oranda bir azalma gözlemleniyor.
Türkiye’de yaşanan ihlaller genellikle kanunların dar yorumlanması ve özgürlükler aleyhinde tatbik edilmesinden kaynaklanıyor. Burada ABD’de ve AB ülkelerinde oluşturulan güvenlik, özgürlük ikilemi havasında özgürlükler kısıtlanmasının Türkiye’ye uygulamasına olumsuz etkisini müşahede ettiğimizi söylemek zorundayız.

Yasal ayrımcılığın olduğu alanlar da halen korunmaktadır; Romanlar gibi. Türk hukuk mevzuatında, kanuni düzenlemelerle, açıkça ve ismi belirtilerek hedef alınan, ırk ayrımcılığına maruz kalan tek etnik unsur Romanlardır.
Yasal değişiklik yapılması gerekli olan bir diğer konu ise mültecilik hakkıdır. Türkiye’de mülteci statüsü Türkiye’nin doğusunda bulunan ülkelerin vatandaşlarına tanınmıyor. Bu nedenle doğu ülkelerinden gelen birçok savaş mağduru Türkiye’de sorunlarla karşılaşıyor.

100’den fazla insanın ölümüne neden olan F tipi cezaevlerinde sorunlar hâlâ devam etdiyor. Bu kadar insanın ölmesine rağmen hükümetin bu konuda adım atmaması hükümetin insan hakları söyleminin konusuna göre ne kadar farklılaştığını da ortaya koyuyor. Ayrıca Cumhurbaşkanı’nın ve YAŞ kararlarının yargı denetimi dışında tutulması kabul edilemez durumlardır.

İnsan Hakları Haftası

İnsan Hakları Derneği, İnsan Hakları Haftası nedeniyle 10-17 Aralık arasında bir dizi etkinlik düzenliyor. 10 Aralık’ta Sultanahmet M. Ersoy Parkı’nda yapılacak basın açıklamasıyla başlayacak etkinlikler 11 Aralık’ta Fethiye Çetin, İsmail Göldaş, İsmail Pehlivan, Rıdvan Akar ve Eren Keskin’in Şişli Kültür Merkezi’nde saat 14.00’te başlayacak “Azınlık Hakları” paneli ile devam edecek. 12 Aralık 11.00’de Selimiye Kışlası önünde “Vicdani Red Bir Haktır” açıklamasından sonra 13 Aralık 14.00’te Kadıköy meydanında, 14 Aralık yine aynı saatte İstiklal Caddesi’nde “Haklarınızı Biliyor musunuz?” broşürleri dağıtılacak ve her iki gün de 19.00’da İHD merkezinde insan hakları ihlalleri belgesel ve film gösterimleri olacak. 15 Aralık’ta yine aynı yerde Nazmiye Güçlü 19.00’da “Sakat Hakları”nı anlatacak. Etkinlikler 16 Aralık 18.00’de Kadıköy İskele Meydanı’ndaki “Barış Şöleni” ve 17 Aralık 18.00’deki Tünel Meydanı’nda yapılacak “İnsan Haklarına Saygı Yürüyüşüyle” sona erecek.
(0212- 244 44 23)

Yorumlar kapatıldı.