İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Türkiye Ermenistan´a Sınır Kapılarını Açmalı mı? -1- (Siyasi İlişkiler Açısından)

Yrd.Doç.Dr. Şenol KANTARCI

Süleyman Demirel Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi

18 Kasım 2004

Ermenistan’ın bağımsızlığını kazandığı 1991 yılından 2004 yılı da dahil olmak üzere geçen süreçte, Türkiye-Ermenistan ilişkilerinin genel karakteristiği üç madde ile özetlenebilir:

a) Ankara’nın Erivan’a yönelik sürekli devam eden iyi niyet adımları;

b) Erivan’ın Ankara’ya yönelik olumsuz ve sürekli devam eden saldırgan politikaları;

c) Erivan’ın uluslararası hukuk kurallarını çiğneyerek Azerbaycan topraklarını işgal etmesi ve Azerbaycan dışında Türkiye ve Gürcistan gibi ülkelerden de toprak talep ederek yayılmacı bir politika takip etmesidir.

Türkiye, Ermenistan’ın yıllardan beri dünya kamuoyunda Türkiye aleyhine yürüttüğü karalama kampanyalarına ve bu karalama kampanyalarına karşı Türk kamuoyunun duyduğu rahatsızlığa rağmen, 1991 yılında Ermenistan’ın bağımsızlığını tanıyan ilk ülkelerden birisi olmuş, Ermenistan ile ekonomik ve siyasi ilişkilerin geliştirilmesi düşüncesiyle hareket etmiştir.

Ermenistan’ın, Azerbaycan’a yönelik işgalci politikasının yanı sıra, henüz bağımsızlık mücadelesi sırasında Türkiye’ye karşı açıkça saldırgan bir tavır içerisine girmesine rağmen, Türkiye, Eylül 1991’de incelemelerde bulunmak üzere Kafkasya ve Türkistan (Orta Asya) ülkelerine heyetler yollarken, Ermenistan’ı ihmal etmemiştir. Hatta Karadeniz’e kıyısı olmamasına rağmen 1993 yılında Ermenistan, Türkiye tarafından Karadeniz Ekonomik İşbirliği Örgütü’ne kurucu üye olarak davet edilmiştir. Bu dönemde enerji sıkıntısı çeken Ermenistan’ın ihtiyacını kendi elektrik ağından gideren Türkiye, Ermenistan Cumhuriyeti’nin sergilediği olumsuz tavırlara rağmen sınır ticaretine izin vermiştir. Öyle ki, Ermenistan’ın Karabağ’a yönelik işgal süreci içerisinde Türkiye, kendi iç kamuoyundaki yoğun olumsuz tepkilere karşı, Ermenistan’a 100 bin ton buğday yardımında bulunmuştur.

Gösterilen iyi niyetli yaklaşıma rağmen, Türkiye’nin gündeme getirdiği, Azerbaycan topraklarından çıkılması, (sözde) soykırım iddialarından vazgeçilmesi, Gürcistan Cumhuriyeti ve Azerbaycan Cumhuriyeti’yle olduğu gibi sınır antlaşmasının yenilenmesi taleplerine Ermenistan olumsuz tavır sergilemiştir.

Ermenistan Parlamentosu’nun 23 Ağustos 1990’da kabul ettiği Bağımsızlık Bildirgesi’nin 11. maddesinde, Türkiye’nin “Doğu Anadolu Bölgesi” için “Batı Ermenistan” ifadesine yer verilirken, sözde “Ermeni Soykırımı”nın uluslararası alanda tanınması çabaları vurgulanmıştır. Ermenistan Anayasası’nın 13. maddesinin 2. paragrafında, Devlet Arması’nda Ağrı Dağı’nın da bulunduğu kayıtlıdır. Ermenistan, çeşitli dönemlerde ortaya attığı, Türkiye ile Ermenistan arasındaki sınırı belirleyen 1920 tarihli Gümrü ve 1921 tarihli Kars Antlaşmaları’nın yürürlükte olmadığı iddiasını hâlâ savunmaktadır. Öyle ki, Nisan 1993’te Ermenistan Savunma Bakan Vekili Vazgen Manukyan, TASS ajansına yaptığı açıklamada: Erivan Yönetiminin, sınırların değişmezliği ilkesini kabul etmediğini, bu ilkenin iki dünya savaşı sonucunda oluşmuş olan Batı ve özellikle Avrupa sınırları için geçerli olduğunu, eski Sovyet Cumhuriyetlerinin rast gele kalem darbeleriyle çizilmiş olan sınırlarının aynı ilkeler çerçevesinde tanınamayacağını iddia ederek Erivan’ın Türkiye topraklarındaki yayılmacı politikasını resmi söylemle de pekiştirmiştir. Böylece, Ermenistan, sınır komşusunun taleplerini görüşme konusu yapmak yerine Türkiye’ye karşı olumsuz tavrını iyice yoğunlaştırmış ve Ankara – Erivan ilişkilerini gerginleştiren taraf olmuştur.

1995 yılında ilişkileri yumuşatmak için adım yine Türkiye tarafından atılmış, bu amaçla Ankara yönetimi İstanbul-Erivan arasındaki uçak seferlerine imkan veren ve H-50 olarak isimlendirilen hava koridorunun açılmasına izin vermiş ancak Erivan yönetimi, Türkiye’nin bu iyi niyet adımına karşı oldukça yanlış bir politika takip etmiştir. Paralel dönemde Erivan yönetimi, bir taraftan uluslararası kuruluşlar ve yabancı devletler nezdinde Türkiye’yi karalamaya devam ederken diğer taraftan PKK terör örgütüne destek vermiştir. Türkiye’nin terörle mücadele ile uğraştığı söz konusu süreç, Ermenistan’ın PKK’ya yoğun şekilde askerî destek verdiği dönem olmuştur. Nitekim, Mayıs 1997’de Irak’ın Kuzeyinde PKK’nın füzeyle bir Türk helikopterini düşürmesinin ardından, 6 Haziran 1997’de Türkiye’de Genelkurmay Başkanlığı’nda yapılan basın toplantısında Genelkurmay Başkanlığı Genel Sekreteri Erol Özkasnak tarafından yapılan açıklamada, Ermenistan’ın PKK’ya füze temin eden ve gerekli eğitimi veren devletlerden birisi olduğu kesin istihbarat kaynaklarına dayanılarak ifade edilmiştir.

1998 yılında Taşnak partisinin radikal isimlerinden Robert Koçaryan’ın Ermenistan devlet başkanlığını üstlenmesi ile Türkiye’ye yönelik olumsuz hatta saldırgan olarak nitelendirilebilecek olan Erivan politikaları, kendisini iyice hissettirmeye başlamıştır. 28 Haziran 2000’de Ermenistan Devlet Başkanı Robert Koçaryan, ABD Kongresi’nde etkin olarak Ermeni lobi faaliyetleri yürüten Demokrat ve Cumhuriyetçilerden oluşan Amerikalı parlamenterlerle yaptığı toplantıda, Türkiye’nin sözde soykırımı tanımasının önemi üzerinde durmuş ayrıca Azerbaycan’ın Ermenistan’a yönelik ambargosu devam ettiği müddetçe bu ülkeye ABD yardımlarının kısıtlanmasını gerektiren yasa maddesi Section 907’nin önemini Amerikalı parlamenterlere anlatmıştır.

Koçaryan, ABD Kongresi’ndeki toplantısından yaklaşık üç ay sonra, 6-8 Eylül 2000 tarihleri arasında New York’ta gerçekleştirilen Birleşmiş Milletler (BM) Binyıl (Milenyum) Zirvesi’nde yaptığı konuşmasını, Türkiye’yi sözde “soykırım” yapmakla ve bunu kabul etmemekle suçlamak üzerine kurmuştur. Yine, Eylül 2000’de gerçekleşen 55. dönem BM Genel Kurulu’nun genel görüşmelere ayrılan son oturumda ilk sözü alan Ermenistan Dışişleri Bakanı Vartan Oskanyan, Türkiye’yi sözde “soykırımı” inkar etmekle suçlamıştır. Söz konusu devlet politikasını Dışişleri Bakanı Oskanyan hemen her fırsatta dile getirmekte ve (sözde) soykırımın tanınması konusunun Ermenistan Dış politikasının en önemli parçalarından birisi olduğunu hala savunmaktadır. Oskanyan, Ermenistan’ın bu politikasını, 4 Haziran 2003’te NATO Dışişleri Bakanları İlkbahar Toplantısı’ndan sonra Ermenistan’da kendisiyle yapılan mülakatta açıkça deklare etmiştir.

2004 yılı Haziran ayında İstanbul’da gerçekleştirilen NATO zirvesine Türkiye’nin sözde soykırımı tanımamasını gerekçe göstererek katılmayan Ermenistan Devlet Başkanı Robert Koçaryan, iki ülke ilişkilerinde gerginliği tırmandıran anlayışını devam ettirmiştir.

Ankara-Erivan arasında gerginliği tırmandıran bir diğer olay ise, Azerbaycan topraklarının Ermenistan tarafından işgali ve yurtlarından sürgün edilen (deportation) bir milyon Azerbaycan Türkünün mağduriyeti meselesidir.

Sovyetler Birliği’nin parçalanması ile Batı’dan ve Rusya’dan yardım gören Ermeniler, mevcut ortamı, bekledikleri fırsat olarak değerlendirerek, Türk yurdu olan eski Dağlık Karabağ Özerk Bölgesi (DKÖB)’nin kontrolünü sağlamak üzere saldırılara başlamış, büyük katliamlar gerçekleştirmek suretiyle eski DKÖB’nin tamamını işgal etmiş, bununla da yetinmeyerek eski DKÖB’nin Ermenistan’la karayolu irtibatını sağlayacak bölgelere saldırarak eski DKÖB’nin dışında kalan Azerbaycan topraklarının da önemli bölümünü işgal etmiştir.

Ermenistan’ın Azerbaycan topraklarını işgali, Güney Kafkasya’da siyasi istikrarın, ekonomik gelişmenin ve bölgesel işbirliğinin önündeki en önemli engel olmuştur. Ermenistan’ın Azerbaycan topraklarını işgali neticesinde bir milyondan fazla Azerbaycan Türkü evlerinden sürgün edilmiş (deportation) ve göçmen statüsü ile çok zor şartlar altında yaşam mücadelesi vermeye zorlanmıştır.

Azerbaycan topraklarının Ermenistan tarafından işgali meselesi, BM’nin birbiri ardına almış olduğu kararlarla uluslararası düzeyde kınanmıştır. 1992 – 1994 yılları arasında devam eden Ermeni işgalleri sırasında BM Güvenlik Konseyi 822, 853, 874, 884 sayılı kararları almıştır.

BM Güvenlik Konseyi’nin Ermeni işgalleri nedeniyle almış olduğu 822, 853, 874, 884 sayılı kararlarla, Azerbaycan’ın toprak bütünlüğünün dokunulmazlığı, Ermenistan’ın sorunda taraf olduğu ve işgal edilen toprakların hemen ve şartsız olarak terk edilmesi gerektiği vurgulanmıştır. Söz konusu kararlarda, Ermeni işgallerinden duyulan rahatsızlık dile getirilmiş, uluslararası alanda kabul görmüş sınırların ihlal edilmezliği, toprakların silah zoruyla ele geçirilmesinin kabul edilmezliği, bütün devletlerin bağımsızlığı ve toprak bütünlüğüne saygı gösterilmesi ilkeleri belirtilmiştir.

İşgaller sırasında Ermeniler tarafından sürgün edilen (deportation) Azerbaycan Türklerine yönelik etnik temizlik (genocide) stratejisi planlı bir şekilde gerçekleştirilmiştir. Öyle ki, söz konusu işgaller sırasında Ermeniler, canlı olarak yakaladıkları bütün Türkleri ya katletmiş ya da esir almışlardır. Ölü olarak ele geçirdikleri Türkleri ise, parçalayarak bedensel bütünlüklerine zarar vermiş, insanlık dışı uygulamalarda bulunmuşlardır.

Ankara-Erivan arasında 1991-2004 süreci içerisinde yukarıda kronolojik olarak sıralanan olaylar yaşanırken Ankara, Türkiye-Ermenistan ilişkileri açısından oldukça önemli sayılabilecek iki önemli süreci de tecrübe etmiştir. Bunlardan birincisi 1973-1985 ikincisi ise, 1985-2004 sürecidir.

1973 yılında Santa Barbara cinayetiyle başlayan ve yaklaşık 12 yıl boyunca devam eden birinci süreçte Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Ermeni terör örgütü ASALA’nın Türk diplomatlarına yönelik terör eylemlerine hedef olurken, 1985 sonrasında bu defa dünya genelinde gerek Avrupa’da gerekse Amerika Birleşik Devletleri’nde faaliyet gösteren Ermeni lobisinin yoğun karalama kampanyalarına maruz kalmıştır. Ermeniler tarafından Türkiye’ye karşı yürütülen söz konusu kampanya, uluslararası düzeyde çeşitli ülkelerin parlamentolarına getirdikleri Ermeni tasarıları, propaganda amaçlı kitap, broşür, kongre, panel, sinema ve son yıllarda oldukça etkin bir araç olan internet gibi araç ve yöntemlerle yürütülmüştür.

Ermenistan’ın Türkiye’ye yönelik yürüttüğü gerginlik yaratan sertlik yanlısı politikasına rağmen sürekli olarak Ermeni yönetimine ‘biz sizin ilişkilerinizi geliştireceğiz’ şeklinde vaatlerde bulunarak Ermenistan’ı suskun, ekonomik bakımdan abluka altına aldıkları Türkiye’yi her dediğimizi yaptırırız düşüncesiyle mağdur bırakan Washington yönetimi ve Bürüksel 25’leri Türkiye’nin AB ile entegrasyon isteği zaafını çok iyi okuyup değerlendirerek Türkiye’ye yönelik baskı aracı olarak kullanmışlardır.

2004 yılında, Kıbrıs konusunda, Ankara’nın AB zaafını iyi değerlendiren Batı yönetimleri bu defa Erivan’la ilişkiler konusunda Ankara’ya baskı yaparken aynı Batı yönetimleri Türkiye-Ermenistan ilişkilerinin normalleştirilmesi sürecinde Erivan’a -uzlaşmacı tavır takınması yönünde- herhangi bir istekte veya yaptırımda bulunmamışlarıdır.

Ankara, Erivan ile ilişkilerin geliştirilmesinde Erivan yönetiminden normalde yapmasını istediği şartlar ileri sürmemekte aksine Erivan yönetiminin yapmaması gereken konuları kendisine sıralamaktadır.

Ankara’nın Erivan yönetiminden yapmamasını veya vazgeçmesini istediği konular şunlardır:

1. Devlet olarak Ermenistan ve dünya genelinde diğer Ermeniler tarafından, Türkiye’ye yönelik olarak dillendirilen sözde “soykırım” iddialarından, tazminat ve toprak taleplerinden vazgeçilsin.

2. Ermenistan Parlamentosu’nun 23 Ağustos 1990’da kabul ettiği Bağımsızlık Bildirgesi’nin 11. maddesinde, Türkiye’nin Doğu Anadolu Bölgesi için “Batı Ermenistan” ifadesine yer verilmiş, aynı zamanda sözde “Ermeni Soykırımı”nın uluslararası alanda tanınması çabaları vurgulanmıştır. Söz konusu ifadeler Bağımsızlık Bildirgesi’nden çıkartılsın. Bu yöndeki çalışmalardan vazgeçilsin.

3. Ermenistan Anayasası’nın 13. maddesinin 2. paragrafında, Devlet Arması’nda Ağrı Dağı’nın da bulunduğu kayıt altına alınmıştır. Söz konusu hükmün Anayasa metninden çıkartılması zorunludur. Bu hayalden vazgeçilsin.

4. Ermenistan yönetimi, Türkiye ile Ermenistan arasındaki sınırı belirleyen 1920 tarihli Gümrü 1921 tarihli Kars Antlaşmaları’nın yürürlükte olmadığı iddiasını hâlâ savunmaktadır. Bu iddialardan vazgeçilsin.

5. Ermenistan yönetimi, yaklaşık yüzde 20’sini işgal etmiş olduğu Azerbaycan topraklarından çekilsin ve Azerbaycan-Nahçivan koridorunu açsın, sayı olarak 1 milyonun üzerinde olan Kaçgın’ın (Azerbaycanlı Türk göçmenlerin) yurtlarına dönmesi sağlansın. dolayısıyla Azerbaycan’a yönelik işgalci politikadan vazgeçilsin.

Yukarıda sıralananlara Ermenistan “bunlar benim vazgeçilmezlerim” olarak bakarsa ve Ermenistan’ın söz konusu bakışına rağmen Ankara, sırf Batı böyle istiyor diye sınır kapılarını Ermenistan’a açarsa, Kıbrıs yarasından sonra dış politikasında gelecekte tarih sayfalarında yerini alacak olan ikinci büyük yarayı da açmış olacaktır.

Yorumlar kapatıldı.