İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Dostlarım, neredesiniz?

CELAL BAŞLANGIÇ

Mutat bir hafta sonu akşamı yemeğindeler. Yer Fevzi’nin bahçesi. Kimler yok ki! Fedon’un tonton annesi madam Mari, Semra-Şemsi, Katrin-Roli, Sevim-Fevzi, Kostans-Jaklond, Sevengül-Ali, Vivyen-Ugo, Eda-Fedon, Fıstık Ahmet ve eşi Aynur.

Mezeler masaya taşınıyor. Jaklond mangalı yakıyor, Fevzi içkileri hazırlıyor, 1960’lı yılların ünlü orkestrası ‘Kometler’in basçısı Ugo gitarını akort ediyor, Roli et ve tavukları hazırlıyor, Ali enginarı tıraş kesip limon ve tuzla ovarak salata hazırlıyor, Şemsi yemekten sonra söyleyeceği tek şarkısı ‘Tekila’nın provasını yapıyor, Fedon tabak, çatal ve bıçakları ayarlıyor, Fıstık Ahmet soğan salatasını hazırlıyor. Madam Mari de hepsine laf atıyor.

O akşam Fıstık Ahmet, Madam Mari ile yan yana oturuyor. Fedon da karşısında. Şarkılara ara verildiğinde Fedon annesine sorduğu soruyla yanında oturan Fıstık Ahmet’i açmaza sokmak istiyor.

“Mama, yanında oturanı tanıyorsun?”

“Hee, tanırım tabii Ahmeeet!”

“Dikkat et, sataşmasın sana.”

Madam Mari lafın altında kalır mı hiç:

“Sana bir şey yaptııııığ?”

Bir kez daha kahkaya boğuluyor masa.

Zaman satan dükkân

Bu sofrayı Ahmet Tanrıverdi ‘Zaman Satan Dükkân’ adlı ilk kitabından sonra yayımladığı ikinci kitabı ‘Hoşçakal Prinkipo/Bir Rüyaydı Unut Gitsin’de anlatıyor.

Kitap adını Rumca bir kasaphavasının sözlerinden alıyor.

“Galata’da şarap içtim, Pera’da sarhoş oldum

Bir kız sevdim Yedikule’de

Hoşçakal Meryemana, bu bir sohbetti

Bir rüyaydı, tümünü unuttuk gitti.”

Adalar’da yaşamış ve adını ortak anılarına kazımış tüm göç edenleri Rumuyla, Ermenisiyle, Yahudisiyle ve Türküyle, Adalar tarihinin geride kalmış hoş bir sayfaya benzetiyor Fıstık Ahmet: “Bir rüyayı, bir sohbeti unutmak hiç de hoş olmasa gerek. Yaşanmışı yaşatmak adına ‘Hoşçakal Prinkipo’ desem de doğduğum toprağımı hâlâ taparcasına seviyorum.”

Doğma büyüme Büyükadalı Fıstık Ahmet. ‘Fıstık’lığı da gözlerinin yeşilinden.

Babası Arapkir’den göçmüş 1900’lü yılların başında. Hamallık yapmış, taş üzerinde yatmış. Askerlikten sonra Büyükada’da bir bakkal dükkânı açmış. Çocukluğunun, ilk gençliğinin Büyükadasını anlatıyor Ahmet Tanrıverdi kitabında. Bir bir tanıtıyor bize adalıları. Bu coğrafyanın, çokkültürlü mozaiğin dağılmasından sonra nasıl çorak bir toprağa dönüştüğünü gözler önüne seriyor.

Fıstık Ahmet 1944 doğumlu. İlkokulu, ortayı, liseyi adalarda okumuş. Altı yaşında başladığı okulda okuma-yazmayı sökmeye başlayınca babası İş Bankası’nın dağıttığı küçük bir cep ajandası verir: “Her gün ne yaparsan buraya yaz. Yaz ki ileride neler yaptığını okuyunca sana ders olsun.”

Ve yazmaya başlar Fıstık Ahmet. Üniversite yıllarında, babasından gizli Galatasaray’da futbol oynadığı günlerde, matbaacı ve reklamcı olarak hayata atıldığında, ek iş meyhanecilik yaptığında hep yazar. Defterler evde büyük bir alan kaplayıp kurtlanmaya başlayınca bilgisayara geçer. Bütün defterlerini yükler disklere. İlk kitabı ‘Zaman Satan Dükkân’ı geçen yıl çıkarır. Onda da adadan insan manzaraları vardır. Bir bir tanırız Kavli Vasil’i, Padre’yi, Balıkçı Karlo’yu, Gogo’yu, Marangoz Cimo’yu.

Yeni çıkan kitabında da yaşamışlıklarının izini sürer Fıstık Ahmet. Kitabı okurken insanın belleğine ilk kazınan, birbirleriyle yoğrulan kültürlerin süreç içinde bir akrabalığa dönüşmesidir.

“Akrabalığın ille de soydan gelmesi mi gerekiyor? Bayramda Mehmet’in kestiği kurbanın eti Niko’ nun sofrasına gidiyorsa, paskalyadaki Niko’nun çöreği de Mehmet’in evindedir. Kirkor’un elemi benim elemim, benim hüznüm Salamon’un acısı, Kirkor’un neşesi benim de sevincimdir.

Tek fark vatandaşlık numarası

Doğan bebeğin, evlenen gençlerin mutluluğunu farklı mekânlarda hep birlikte kutlarken, sonsuz yolculuğa çıkışta üzüntülerimizi gene farklı kutsal mekânlarda paylaşıyoruz. Lisanımızda ortak kullandığımız ne çok kelime var! Anahtar, Rumca ‘anihti’den yani ‘açmak’tan gelmiyor mu?

Kimi balık isimleri, skorpit (akrep balığı), istavrit (balığın sırtındaki ıstavroz-haçtan dolayı) ya da çokça kullandığımız kefi (keyif), mangali (mangal), kapaki (kapak), flincani (fincan) karma kültürümüze örnekler değiller mi? Demem o ki biz adalıları birbirimizden ayıran tek şey, bu topraklarda yaşayan herkes için de geçerli olan vatandaşlık numaramızdır.”

Geçmişteki çokkültürlülüğün getirdiği rengârenk anıların peşine düşmüş Fıstık Ahmet. Adada iki Rum okulu olduğunu, sinagogların, kiliselerin sürekli açık olduğunu anlattıktan sonra, “Şimdi öyle mi?” diye soruyor. Kendisi yanıtlıyor sorusunu:

Elem de, sevinç de ortak

“Rum yetim okulu kapalı, Rum ve Türk ilkokullarının öğrencisi çok az. Kiliseler cemaatsizlikten sırayla açılıyor, sinagog kışın aynı nedenle kapalı. Katolik kilisesinin papazı hafta sonları ayin için adaya geliyor. Şimdi adada oturanlara, ‘Hamursuz, paskalya, Noel, maskara nedir’ diye sorsak, doyurucu cevap alacağımızı sanmıyorum.”

Sonra geçmişten bir film karesine dönüyor. Noel zamanı. Kilisede bir köşe hazırlanıyor. Müslümanlarla Yahudiler, Hıristiyan komşularını ziyaret ediyor. Tıpkı Kadir Gecesi gayrimüslümlerin cami ziyareti gibi. Akşamları Rum erkek çocukları ikili-üçlü gruplar yaparak ellerinde darbuka veya teneke kutularla Rum evlerinin kapılarına dayanıyor, şarkı söyleyip para topluyorlar. Bahşiş toplama işine Türk çocukları da katılıyor. Onlar şarkı söylemiyor ama toplanan paraya ortak oluyorlar. Hıristiyan çocukları da Müslümanların bayramlarında Türk çocuklarıyla birlikte bayramlaşmaya çıkıyor, toplanılan mendili, şekeri, parayı bölüşüyorlar. İşbirliği ve kardeşlik.

Sonunda soruyor Fıstık Ahmet:

“Nerede Fedon, Acem Gürsel, Tavşan Niso, Rebap, Aleks, Mehmet, Edi, Ahmet, Zertaç, Antuan ve diğerleri? Neden adaya ‘Hoşçakal’ dediler? Anılarını bırakıp gidenler, ada özlemiyle yanıp tutuşanlar neden adada yoklar?”

Aslında bu soruların bazılarına yanıt vermiş Fıstık Ahmet. Varlık Vergisi’nden, çocukluğunda tanık olduğu 6-7 Eylül olaylarına, 1964’te Rumların Türkiye’den sürgün edilmesine kadar yaşanan bütün acıların izleri var Ahmet’in kitabında.

Ama yine de geçmişte kalan unutulmaz anılar, gelecekteki güzel günler adına yaptığı çağrıya katılmamak elde değil; sakın siz de ‘Hoşçakal Prinkipo’ demeyin!

Yorumlar kapatıldı.