İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Tamam azınlık biziz!

Ermeni, Rum, Yahudi. Lozan’da bunlar tescillenmiş. Diğer unsurlar endişe etmesinler, asli unsur olmanın gururunu doyasıya yaşasınlar

Azınlık hakları, azınlık raporu, azınlıklar, azınlık… Bir süredir gündemimizin tartışılan konusu bu. Kimdir bu azınlıklar? Aleviler, Kürtler azınlık mıdır? Yoksa Çerkezler, Lazlar, Boşnaklar… mı azınlık? Bu kimliği kabul eden yok. Hepsinin itirazı var buna. “Biz azınlık değiliz bu ülkenin asli unsurlarıyız” diyorlar. Geriye kimler kalıyor? Bu ülkenin hakiki azınlıkları. Yani, asli olmayan unsurları. Bir alt statüye indirgenmiş vatandaşları. Yani yazıla, yazıla iyiden ezberlediğimiz, gayrimüslim dediğimiz üçlü. Ermeni, Rum, Yahudi. Lozan’da bunlar tescillenmiş. Devlet büyüklerimize göre de azınlık denen kimseler bunlar. Diğer tüm unsurlar endişe etmesinler, asli unsur ve çoğunluk olmanın gururunu doyasıya yaşasınlar.

‘Azınlık olmak’, ‘asli unsur olamamak’. Çok sayıda tanımı yapıldı bu sözcüklerin. Bence en iyi tanımı yaşanarak öğrenilenidir. Biz azınlıklar ulus-devlet olma yolunda bunu çok güzel öğrendik. Yakın tarihimizde bize azınlık olduğumuzu hatırlatan çok olay var. En önemlilerinden birisi, bu hafta yıldönümü olan Varlık Vergisi’dir. 12 Kasım 1942’de yürürlüğe girmişti. O yılları şöyle bir hatırlayalım.

2. Dünya savaşı yıllarıydı. Hükümet, herkesten varlıkları oranında ek vergi alacaktı. Ancak vergideki asıl amacın azınlıkları hedeflediği söyleniyordu. Azınlıklar kaygılıydılar. Böyle şey olamaz diyemiyorlardı. Dünyanın ve Türkiye’nin şartları buna uygundu. İş başında Nazi Almanya’sından esen rüzgarlarla barışık, üstelik onlarla dost bir hükümet vardı. Dahası, (1941’de yalnızca) gayrimüslim erkekler güya, askerlik adı altında toplanmış Anadolu’da çalışma kamplara gönderilmişlerdi.

Varlık Vergisi yasası 12 Kasım 1942’de yürürlüğe girdi. Oylamadan önce, Başbakan (Saraçoğlu) verginin amacını açıklamıştı. Söylenenler doğruydu. Yasanın asıl hedefi azınlıklardı. İşyerlerinin ve mal varlıklarının el değiştirmesi sağlanacaktı. Açıkçası, amaç ekonominin Türkleştirilmesiydi. Yasa oy birliğiyle kabul edildi. Vergiyi eleştiren olmamıştı. Basın da siyasi rüzgara kapılmış destek vermişti.

Varlık Vergisi’nin ‘gizli amacı’ uygulamanın başlamasıyla belli oldu. Yasaya göre, her ilde Vali başkanlığında takdir komisyonları oluşturuldu. Mükelleflerin, din, mezhep, soy ve kökenleri dikkate alınarak ayrı ayrı kotlanıp cetveller oluşturuldu. Müslümanlar (M), Gayrimüslimler (G), Ecnebiler-Yabancılar- (E), Dönmeler (D) gruplarına ayrıldılar. Takdir komisyonlarının kararları vergiciliğin temel prensiplerinden uzak, alabildiğine keyfi ve verginin gizli amacına uygundu. Vergiye itiraz yoktu, kararlar kesindi, yargıya kapalıydı. Kiliseler, okullar, hastaneler, hayır kurumları bile vergilendirilmişti. Kısacası, ırkçı, ayırımcı, farklıya farklı uygulanan bir vergiydi.Vergilerin 15 gün içerisinde ödenmesi gerekiyordu. Gecikme faiziyle ikinci 15 günde de ödenmemişse mükelleflerin tüm mal varlıkları, icra yoluyla satılıp borca mahsup ediliyordu. Buna rağmen borçları ödenemeyenlerin binlercesi toplama/çalışma kamplarına gönderildi. Kampların en ünlüsü Aşkale’ydi. Kamplara gönderilenlerin tamamının gayrimüslimler olduğunu da söylemek isterim..

Varlık Vergisi yasasında (1943 de) yapılan değişiklikle mükelleflere borçlarının kalanını ailelerinin yanında çalışarak ödemeleri koşulu getirildi. 15. 3. 1944 tarihinde de sona erdi. Zaten artık devamına gerek yoktu, istenilen olmuş, amaca ulaşılmıştı. Azınlıklar işlerini büyük oranda devretmişlerdi.

Dönemin İstanbul Defterdarı Faik Ökte; “Varlık Vergisi Faciası” ismiyle yayımlanan anılarında şunları yazıyor. “Varlık Vergisi Cumhuriyet tarihinin yüz kızartan bir sayfasıdır…Varlık Vergisi’nde şoven milliyetçiliğin, ırkçılığın damgası vardır…Yan yana iki dükkanda çalışan, aynı kirayı veren, aynı işi yapan Müslim ve gayrimüslim iki vatandaşa tahakkuk ettiğimiz vergilerin arasındaki ölçüsüz fark verginin ilanı günü foyamızı meydana vurmuştu…Bu dönemde asıl üzerinde durulacak nokta; Varlık Vergisi’nin harp dolayısıyla zaten sarsıntılara maruz kalan ekonomimizi deprem gibi sarsmasıdır… Fabrikaları imalathaneleri durdurarak, ticarethaneleri kapatarak,..ya da bu işlerden anlamayanların ellerine geçirterek, güven ve emniyet havasını allak bullak ederek bu düzeni bizzat devlet alt üst etmiştir. Devletin vekar ve haysiyetine vurulan bu darbe dolaysıyla başta Başbakan olmak üzere hepimizin toptan yüce divana sevk edilmeyişimize hala hayret ederim.”İstanbul Defterdarı Faik Ökte bunları yazıyor.

Varlık Vergisi’nden önce gayrimüslimlerin iş yaşamlarını etkileyen başka bir uygulama daha vardı. 1941 yılının Mayıs ayından itibaren, 20-25 yaşından 45-50 yaşına kadar babadan, oğula tüm gayrimüslimleri ani bir kararla “nafıa askerliği” ya da “amele taburları” denen, sözde askere aldılar. İşyerlerinden, evlerinden, sokaklardan yakaladıklarını, kamplarda topladılar. Kahve rengi elbiseler giydirilip, Anadolu’nun her tarafına yol yapımı tünel açma gibi işler için yollandılar. Hiç kuşkusuz, bunun nedeni de, onları işlerinden uzaklaştırarak, ticari anlamda zor durumda bırakmaya işlerini kapatmaya, devretmeye, ülkeyle gönül bağlarını zedelemeye yönelikti. Öyle ya, aynı iş yerinde çalışan baba ile oğlunu, usta ile kalfasını çalışma kaplarına sürersen o iş yeri ne olur?

Amale taburlarına 1942 Temmuzunda son verildi. Birkaç ay sonraki Varlık Vergisi ise, amele taburlarından geri dönenleri bekleyen acı bir sürprizdi. Aynı amaçlı politikaların 1942 uygulamasıydı. Biliyorsunuz bu politikalar daha sonra 1955 6/7 Eylül Olayları ve 1964 sürgünleriyle devam edecekti.

Vergi eşitsizlikleri, seyahat kısıtlamaları, iş ve çalışma alanlarının sınırlandırılması, kamu görevlerinden uzaklaştırmalar bizim resmi tarihimizin öğreti alanına girmezse de toplumsal belleğimizde var olan uygulamalardır. Ve bu uygulamaların her birinin ardından bu ülkenin (asli unsurları değilse bile) asli renkleri biraz daha soldu. Her olay beraberinde göçleri getirdi. Özellikle Ermenilerin çalışma alanları akla gelen tüm meslek dallarında geleneksel baba meslekleriydi. Bu özellikleriyle de emekleme dönemindeki Türkiye ekonomisine katkıları az değildi. Savaş sonrasının yıkıntısından çıkmaya çalışan ülkeler, kalkınma hamlelerine başlamış mesafe alıyorlardı. Biz ise, ‘resmi ideoloji’ ‘azınlık politikası’ döngüsünde gide, gele ülkemizin kalkınma ve demokratikleşme hamlesini engelleme peşindeydik.

Hep şunları söylerim.

Bu uygulamalar, ülkemizin renklerinin nasıl soldurulduğunun nedenlerinden biridir.

Bu uygulamalar, ülkemizin dünya sıralamasında olması gereken yerin gerilerinde oluş nedenlerinden biridir.

Bu uygulamalar, ülkemizin, kalkınmak için uluslararası reçetelere ihtiyaç duyuşunun nedenlerinden biridir.

Bu uygulamalar, ülkemizin, demokratikleşme yolunda AB uyum paketlerine ihtiyaç duyuşunun nedenlerinden biridir.

Bilmem katılır mısınız?

Yervant Özuzun

yervantozuzun@hotmail.com

Konuyla ilgili kaynak kitaplar

1- Varlık Vergisi Faciası, Faik Ökte 1951 basımı (yeni baskısı yok.)

2- Aşkale Yolcuları Varlık Vergisi ve Çalışma Kampları, Rıdvan Akar Belge Yayınları.

3- Varlık Vergisi ve ‘Türkleştirme’ politikaları, Ayhan Aktar İletişim Yayınları.

4- Bir Türkleştirme Serüveni (1923-1945), Rıfat N. Bali İletişim Yayınları.

5- İstanbul’un Son Sürgünleri (1964), Hülya Demir, Rıdvan Akar İletişim Yayınları.

Konuyla ilgili romanlar.

1- Salkım Hanımın Taneleri, Yılmaz Karakoyunlu (Filmi de yapıldı.)

2- Babam Aşkaleye Gitmedi, Zaven Biberyan Aras Yayınları.

Yorumlar kapatıldı.