İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Azınlığın azınlık olma korkusu

Murat Belge

Dün yazdığım yazıda, Cumhuriyet’in kurucusu (Jön) Türk intelligentsia gözünde, ‘azınlık’ kavramının kirli bir anlam kazandığını söylemiştim. Osmanlı’nın son günlerinin aczinin ve o dönemin dünyasının yırtıcı ve saldırgan politikalarının çakışmasından türeyen bu bakış açısı, bu kadrolar tarafından, yeni devlet kuruluşuna, Cumhuriyet’e de taşındı.

Cumhuriyet döneminin (Atatürk’ün ölümünden sonraya rastlamasının düşünmeye değer olduğu kanısındayım) ‘Varlık Vergisi’ gibi bir uygulaması ya da bir ‘6 Eylül’ komplosunun yapılabilmesi, bu bakışın kalıcılığının en çarpıcı kanıtlarıdır, ama kalıcılığın kanıtları bunlardan ibaret değildir.

Gelgelelim, kurucu kadroların bu bakış açısının, başka birçok alanda da olduğu gibi, bu açıdan bizzat zarar gören kesimler tarafından da benimsendiğini gözlemliyoruz. Bu, tuhaflığın öbür yüzü. Daha dün akşam yurtdışından birileriyle konuştuğum gibi, bu ülkeyi tanımayan bir Batılı’nın buraya gelip ‘azınlık’ konusu üstünde bir görüşme yapmasını imkânsız hale getiriyor. Bir kesim, ‘azınlık’ lafını duyar duymaz, ‘Bizi bölemezsiniz! Buna izin vermeyiz!’ diye haykırmaya başlıyor. ‘Hakları garanti altına alınmalı’ dediği kişiler de ‘Biz asla azınlık değiliz!’ diye bağırıyor.

Derken bütün bu bağıranlar, haykıranlar dönüp, parmaklarını uzatarak, ‘İşte! Azınlıklar işte orada!’ diyorlar ve Lozan’da adı geçen Rum, Ermeni ve Yahudileri gösteriyorlar. Bu metnin ‘altyazısı’ şöyle de okunabilir: ‘Kastettiğiniz aşağılık yaratıklar, işte onlar! Biz değiliz!’

Evet, bugün Batı’dan gelen birinin kolay kolay anlam verebileceği bir manzara değil. Hele değindiğim o 19. yüzyıl tarihi ile bunlar arasında bir bağlantı kuramıyorsa.

‘Anlam vermek’ kolay değil, ama burada bir ‘belirti’ (symptom, bir patoloji arazı) görmek oldukça kolay. Belirli bir beşeri coğrafyada bir kelimenin söylenmesi üstüne böyle bir gürültü kopuyorsa (örneğin şu günlerin İHDK raporu üstüne kopan fırtına cinsinden bir şey), o kelimenin açıkladığı (ya da gizlediği) gerçeklikle ilgili sevimsiz olayların yaşanmış ya da yaşanmakta olduğunu kolayca tahmin edebilirsiniz.

Bugün bir Batılı, sözünü ettiğim o tarihi yaşamış, dersini çıkarmış, bugün yaşadığı hayatın temellerini o çağınkilerden çok farklı değerler üstüne kurmuş bir Batılı, ‘azınlık’ dediği zaman, öncelikle, aritmetikle açıklanacak basit bir olgudan söz ediyor: bir kalabalık içinde sayıca daha az olanlar. Bunlar Katolikler arasında Protestanlar veya Ortodokslar arasında Müslümanlar olabilir; Sırplar arasında Hırvatlar veya Romenler arasında Macarlar olabilir; ‘hetero-‘lar arasında ‘homo-‘seksüeller olabilir, savaşın iyiliğine inananlar arasında savaşa vicdanen karşı çıkanlar olabilir, başka pek çok şey olabilir.

İkincisi de, bu şekilde, sayıları az gelen insanların, aralarında bulundukları daha geniş toplulukta, sırf sayıları az geldiği için bir haksızlığa uğramamalarının gözetilmesi ilkesi.

Bu ‘gözetme’nin içtenliği, duyarlılığı, etkililiği, bugünün dünyasında bir toplumun medeniyet yolunda, demokrasi ve insan hakları yolunda ne kadar ilerlemiş olduğunun ölçüsü sayılıyor.

Bizim tarihimizde (ve daha pek çoklarının tarihinde) bu kavramın böyle anlaşılmasını güçleştiren olgular olduğunu yeterince tekrar ettik. Günümüzdeki tartışmalarda bu konu hakkında fikir söylemekten çok gürültü edenlerin bir kısmı ne olduğunu bilmiyor olabilir. Ama bir kısmı pekâlâ biliyor. Biliyor, ama böylesi işlerine geliyor.

Neden? Onu da ileride konuşuruz.

Yorumlar kapatıldı.