İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

AB Türkiye´ye zarar verir

OWEN MATTHEWS

Türkiye’nin katılımı AB için muhteşem olacak. Ancak, Türklerin çoğu piyango kazanmakla bir tutsa da üyelik Türkiye için çok kötü olacak.

Valery Giscard Türkiye’nin katılımının ‘Avrupa’nın sonu’ olacağını söylerken, içe dönük denetimlerin, korumacılığın, mevzuat fazlalığının ve Fransa-Almanya eksenindeki bir Avrupa’nın sonu olacağını kast etti. Türkiye’nin üyeliğine, tuhaf bir istisna olarak kalan Chirac dışındaki Fransızların itiraz etmesinin, Britanyalıların ise tutarlı biçimde destek vermesinin altında yatan neden de bu zaten.

AB’nin içinde değil de kenarında kalmayı tercih eden İzlanda ve Norveç gibi ülkeler, hayli ekonomik yarar sağlıyor. Bu, Türkiye için de geçerli olabilir, zira Türkiye’nin, adı geçen ülkelerin aksine dev ve ucuz bir işgücü pazarına sahip olma gibi bir rekabet avantajı da var.

Türkiye aslında her iki dünyanın da en iyi yönlerinden istifade ediyor: gümrük birliği olduğu için Avrupa’yla serbestçe ticaret yapabilirken, AB’nin sosyal yönetmelikler, haftada 48 saat çalışma ve büyük bir yük getiren sağlık, güvenlik ve çevre mevzuatı gibi, Avrupa içinde iş yapmayı son derece masraflı hale getiren kısıtlayıcı uygulamaların dışında kalabiliyor. Türkiye, Avrupa’nın dış kaynak cenneti olmak için ideal konumda. Ucuz, nitelikli bir işgücü var, yaşam ve ulaşım ucuz olduğu gibi, toprak ve inşaat maliyetleri de düşük. İdeal bir dünyada, Türkiye, üzerine bir de Brüksel’deki yolsuzluk ve bürokrasiyi ekleyeceğine, bir yandan kendi yolsuzluk ve bürokrasisini azaltarak, bir yandan da mevzuatı artıracağı yerde kaldırıp dış yatırımları kolaylaştırarak ve işleyen bir bankacılık sektörü kurarak çok daha iyi bir konuma gelebilir. Evet, AB, 80 bin sayfalık AB müktesebatının her türlü ayrıntısına uymanın maliyetini hafifletecek yapısal fonlar verecek ama, nihayetinde Türkiye bunlara uyarken, kendi rekabet gücünü de sistematik olarak baltalamış olacak.

Avrupa yanlısı Türkler (kamuoyu yoklamalarına göre nüfusun yaklaşık yüzde 75’i) anlaşılır biçimde Brüksel’den bedava para gelmesi fikrini sevinçle karşılıyor, Avrupa’dan gelen fonların İrlanda ve İspanya’da ekonomiyi düzelttiğini, Yunanistan ve Portekiz’de de yaşam standartlarını yükselttiğini söylüyor ve aynı şeyin Türkiye’de de olmasını umuyorlar. Ama böyle olmayacak, çünkü 1980’lerin bol keseden harcama, karayolları inşa etme, hür teşebbüsün mali destek verdiği parklar açma devrinden bu yana köprünün altından çok sular aktı, yapısal fonların konulduğu dolap da, Doğu Avrupalıların talanına uğradıktan sonra 10 yıl içinde tamtakır kalacak. Avrupa’yı cazip kılan diğer unsurlar da (vizesiz seyahat, iş, tarım sübvansiyonları) Türkiye katılmaya hazır olana kadar pırıltısını kaybedecek. Komisyon raporunda daha şimdiden, Türkler AB’ye katıldıktan sonra bile serbest dolaşıma ‘kalıcı’ kısıtlamalar getirilmesinden dem vuruluyor; benzer biçimde ortak tarım politikasından sapılarak, Türk çiftçilerin sübvansiyonlardan yararlanması önlenirken, bir yandan da onlara kısıtlayıcı kotalar getirilmesi öngörülüyor.

Ne yazık ki, Türkiye’nin Avrupa’ya katılmasını en cazip kılan görüşlerden biri, olumsuz bir görüş: halen Türkiye’yi açık bir toplum haline getirmekte olan reformlar, ancak AB üyeliği vaadiyle pekiştirildiği için mümkün oldu. Türkiye’deki reformcular, hep ithal modellerden esinlendi. Sultan Abdülmecit’in Batı tarzında bir ordu kurduğu ve giyim tarzını değiştirdiği 1839’daki Tanzimat döneminden bu yana, Türkiye’de reform, Batı’nın yöntemlerini benimsemekle eşanlamlı. Modern Türkiye’nin ilahı ve kurucusu Atatürk, bugün Brüksel’le birleşmeye giden yolun temelini attı: Ortadoğu cehenneminde hükümdar olmaktansa, Avrupa medeniyeti cennetine hizmet etmek daha iyiydi. Türkiye’nin şimdiki başbakanı Erdoğan, Türkiye’yi değiştirmek için kendisinden öncekilerin yarım yüzyılda yapamadığını iki yılda yaptı, ancak üst düzey danışmanlarından birinin de kabul ettiği gibi, ordudaki, adli sistemdeki ve devlet memuriyetindeki değişime direnişi kırmak için elinde, ‘Her işe yarayan bir Avrupa aleti’ olmasaydı, Erdoğan bunu başaramazdı.

İmtiyazlı ortaklık daha iyi

Ancak Avrupa yolculuğunun Türkiye’de iyi şeyler yapılmasını sağlaması, AB’ye katılmanın da iyi olacağı anlamına gelmiyor. Burada asıl yararlı olan yapılan yolculuk, ulaşılacak yer değil. Maalesef, Erdoğan durumu çok farklı görüyor. Tavizden uzak, katı bir tutumla, Türkiye’yi geri çevirmenin, AB’nin, ‘çifte standartlı’ riyakarların bir araya geldiği ırkçı bir ‘Hıristiyan kulübü’ olduğunu kanıtlayacağını söylüyor.

Erdoğan bu değerlendirmesinde haklı olabilir, zira daha şimdiden Türkiye’nin üyeliğinin, Türklere ve tartışmalı olsa da İslam’a da kuşkuyla yaklaşan en az bir ülkede, yani Fransa’da ve muhtemelen diğer bazı ülkelerde yapılacak halkoylamalarına bağlı olacağı görülüyor. Avrupa kamuoyu, liderlerinden çok daha fazla İslam karşıtı içgüdülere sahip olabilir. Ancak ‘imtiyazlı ortaklık’ türünden bir üyelik, bunun kendilerini ikinci sınıf vatandaş konumuna düşürüceğini varsayan gururlu Türklerin ödlerini koparıyor. Ama yanılıyorlar: ortak üyelik, sadece ekonomik nedenlerden dolayı değil, başka yönlerden de Türkiye’nin temel çıkarlarına daha uygun. Ankara, AB’nin dışında olduğu sürece, Brüksel’i ilgilendirmeyen bölgesel çıkarlarının peşine düşmekte serbest olacak. Türkiye’nin de İngiltere gibi, Brüksel’in etki alanının dışında dikkate alması gereken siyasi, tarihi ve ekonomik unsurlar var. Ermenistan’la sorunlu ilişkileri, İran’la serbest ticaret bağlantıları, Orta Asya’daki Türk cumhuriyetleriyle bağları ve Hazar petrollerinin sevkindeki rolü Kuzey Irak’taki Kürtlerin kendi topraklarına sahip olma doktrininin, kendi Kürt nüfusuna sıçrayacağı yolundaki endişeleri de bunlara dahil.

Türkiye’nin stratejik zenginliği yüzyıllardır iki dünya arasında, iki başlı bir konumda olmasından kaynaklanıyor. Bizans’ı simgeleyen ve daha sonra eski Rusya tarafından benimsenen çift başlı kartal da buradan geliyor. Kendisini sadece Avrupa eksenine sokmak, Türkiye’nin bu iki başından birini, doğuya, Tataristan’a bakan yüzünü örtmesi ve dolayısıyla kimliğinin yarısını inkâr etmesi olur.

Türkler rasyonel olmalı

En nihayetinde sorun, Türklerin Avrupa’ya yaptıkları büyük yürüyüşü katıksız rasyonel bir bakış açısıyla değerlendirememeleri. Milliyetçiliklerinin kökeninde, tohumu Atatürk tarafından atılan, Batılı ülkelerin kulübüne kabul edilmedikleri sürece medeniyetlerinin eksik kalacağı korkusu yatıyor.

Dışlanma korkusu, kendi hayati çıkarları açısından ne pahasına olursa olsun Türkleri AB üyeliği için bastırmaya itecek. Onlar için kötü, bizim içinse iyi bir haber bu.

(Haftalık İngiliz dergisi, Amerikan haber dergisi Newsweek’in Türkiye temsilcisi, 16 Ekim 2004)

Yorumlar kapatıldı.