Bazı olaylar olur, insanın nutku tutulur… Olay o kadar çok
sarsıcı ve şaşırtıcı unsurlar içeriyordur ki, ya da şimdiye
kadar görmediğimiz cinsten o kadar çok ayrıntı bir araya
gelir ki, ne diyeceğimizi bilemeyiz. Yorumlayamayız;
çünkü yorumlayabilmek için olayın içinde
gerekli olan tanıdık en az bir iki tane işaret bile yoktur. Bu durum
genellikle “şok” kelimesiyle anlatılabilir.
İşte insanın nutkunun tutulmasına neden olacak derecede etki yaratan
bir “haber” yeraldı geçtiğimiz günlerde Yeniçağ adlı
gazetede (9.10.2004). Haberin gerçekten bir “haber” verip
vermediği meselesini daha sonraya bırakalım ama kapladığı yer
önemli; birinci sayfada kocaman bir manşetle başlıyor, sayfanın
üçte ikisini ve 8. sayfanın da üçte birini
dolduruyor.
Başlık: “Ermeniye bak!” Bakılacak olan Ermeni ise Hrant Dink,
Türkiye Ermenilerinin Türkçe yayın yapan
gazetelerinden biri olan Agos gazetesinin yayın yönetmeni. Hrant
Dink aynı zamanda Birgün gazetesinde de köşe yazıları yazıyor.
Gazetenin manşetinin altında “AKP’nin AB eliyle başlattığı Türkiye
Cumhuriyeti’ni tasfiye sürecinden cesaret alan Hrant, ‘Hoş
gidişler ola…’ yazısıyla Atatürk’e dil uzattı” satırları
okunuyor ve insanın nutkunun tutulmasına neden olacak bir muhakeme
oyunu ya da totaliter rejimlerin mahkemelerinde izlenen bir
“çarpıtma-mantık-yorum” silsilesi başlıyor.
“Haberde” Dink’in fotoğrafı ve fotoğrafının altında “Kıyımı alkışlayan
sözde gazeteci” ibaresi yer alıyor. Sıradan bir okuyucu olarak biz
bunun üzerine “Acaba Dink hangi kıyımı alkışladı?” diye sorarak
“haberi” okumaya devam ediyoruz. Bir iki satır aşağıda sözü
edilen kıyımın Türklere uygulanan kıyım olduğunu anlıyoruz. Ve
artık zaten bu vesileyle, resmi tarih söyleminin bile ötesine
geçerek, tarihte Ermenilere hiçbir şey yapılmamış
olduğunu, yıllar sonra en iyi savunmanın saldırı olduğunu keşfedenler
sayesinde kıyım suçlamasının tersine
döndüğünü, suçlayacak birileri varsa onların
da Türkler olması gerektiğini öğreniyoruz.
Bunu da arada öğrenmiş oluyoruz ama habere konu olan mevzuyu,
Dink’in hangi sözlerle kıyımı alkışladığını da öğrenmek
üzere okumaya devam ediyoruz. Bu arada Dink’in fotoğrafının
solunda çok daha büyük “Iğdır Soykırım Anıtı”nın
fotoğrafı var. Ve önümüze merakımızı daha da celbedecek
“Kinini kusuyor”, “Pusuda yatıyordu” gibi ara başlıklar çıkıyor.
Yani beklenen o ki, anıt fotoğrafının da düşünmeye sevk
ettiği gibi, Dink yazısında Türklere yapılan kıyımı alkışlamış,
Türklerden ne kadar nefret ettiğini yazmış, Atatürk’e hakaret
etmiş olmalı…
Devam edelim: “Iğdır Soykırım Anıtı (solda) Ermeni çeteleri
tarafından kahpece, vahşice ve kalleşçe katledilen Türk
vatandaşları anısına yaptırıldı. Bölgede yapılan kazılarda ortaya
çıkarılan toplu mezarlarda Ermeni vahşetine maruz kalan silahsız
halkın dramını görmezden gelen Ermeni gazeteci Hrant Dink, AB ve
teslimiyetçi AKP Hükümeti’nden cesaret alıp
Atatürk’e dil uzatmaktan çekinmedi.” Bir şeyler
öğrenir gibiyiz; Dink “Türklere yapılan kıyımı görmezden
gelmiş”…
Daha sonra manşetin altında da yer alan fikir -“Hoş gidişler ola…”
vasıtasıyla Atatürk’ün ima edilmesi- tekrar karşımıza
çıkıyor ve Dink’in “Türk milletine hakaret ettiğine” dair
bir iki ayrıntı daha sunuluyor: “Hrant’ın, Ermeni çetelerinin
mezaliminden kurtulanların Atatürk’ü karşıladığı ‘Hoş
gelişler ola Mustafa Kemal Paşa’ türküsünü diline
dolaması ‘kinini kusması’ olarak nitelendirildi.” “Bir okurumuz da,
‘‘Hoş gelişler ola Mustafa Kemal Paşa’ türküsünü
‘Hoş gidişler ola…’ diye çevirmesi, o ve onun gibilerin 81
yıldır Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne karşı pusuda yattığını
gösteriyor’ dedi.”
Galiba anlaşıldı mesele, en azından bir ölçüde; Hrant
Dink’in -nasıl becerdiyse?- Ermeni meselesini görmezden gelerek ve
“Hoş gidişler ola” diyerek Atatürk’e hakaret ettiği iddia
ediliyor… Bunu görmek ve haberi artık nihayet okumak üzere
8. sayfaya gidiyoruz. Ve orada büyük sürpriz
çıkıyor karşımıza: Yeniçağ gazetesi çok saygıdeğer
bir biçimde, bizim de kendi değerlendirmemizi yapabilmemiz
için Dink’in yazısının önemli bir
bölümünü olduğu gibi koymuş.
Ve tabii ki yazıyı okuyoruz. Dink Türkiyenin AB yolunda aldığı
yoldan ne kadar mutlu ve umutlu olduğunu yazıyor ve şöyle
bitiriyor yazısını: “Ülkem insanlığın en büyük barış
projesine doğru yoluna devam ediyor. Hoş gidişler ola… Hoş gidişler
ola…”
İşte insanın nutkunun tutulduğu an! “Haber” adı altında manşetlere
çıkarılan nefret söylemi ile bu habere konu olan
gerçek sözler arasındaki uçurum karşısında şoka
uğramamak mümkün değil… Haberi yapanların da gayet net bir
şekilde o uçurumun farkında olmaları hasebiyle kurmuş oldukları
“hem Birgün hem Yeniçağ okuyan okur desteği” ve
mantık-çarpıtma-yorum ilişkisi aynı güçte şoka
uğratma kapasitesine sahip…
Şoka uğramamak mümkün değil çünkü, sadece
Ermeni olduğu için aşağılık bir varlık gibi tepeden bakılarak,
zaten baştan mahkum edilen Dink aslında sadece ve sadece
Türkiye’ye “ülkem” diyerek sonuna kadar sahip çıkıyor,
kendi geleceğini o ülkenin geleceğine bağladığını anlatıyor ve bu
geleceğe giden yola ilişkin sevincini sonuna kadar “Türkçe”
bir duyguyla dile getiriyor. Yani bizim bildiğimiz, paylaştığımız bir
duygu, Atatürk’e türküler düzerken kullanılanı da
çağrıştıran bir dil… Türkülü, sevinçli
bir dil…
Ama Hrant Dink’in yazısında başka bir ayrıntı daha var;
çünkü Dink bir de uyarıda bulunmuş: “AB’ye katılım
sürecini geciktirmek veya sekteye uğratmak için Avrupa
sağının kullanma eğiliminde olduğu ve Türkiye’de kimi
çevrelerin işine gelen milliyetçi ve ayrımcı
provokasyonlara karşı uyanık olunması şart.”
Evet, öyle anlaşılıyor ki, her şeyden, ama her şeyden provokasyon
üretilebilir, milliyetçiliği tekeline almış bazı
kesimlerde… Yani mesela, örneği yukarıda
görüldüğü gibi, ortalıkta “incir çekirdeği
bile” yokken üretilebilir… Gayet yaratıcı bir şekilde önce
herhangi bir çekirdeğe incir çekirdeği adı takılır,
arkadan da bu incir çekirdeğinden incir ağacının hesabı
sorulur… Bir taşla birden çok kuş (bir Ermeni, AKP, AB…)
vurmak üzere, örneği yukarıda görüldüğü
gibi, bir Ermeni’yi –yarın öbür gün başka birini- hedef
tahtasına koyup öyle muhakemeler yürütülür ki,
adeta uzman psikolog, psikanalist misali her türlü “art ve
haince niyet” tespit edilir, edilen sözlerin altı oyulur ve
kişilik analizi yapılır ve bu sürece paralel olarak öyle
mahkemeler kurulur ki, Sovyet, Nazi örneklerinde ya da Çin
kültür devriminde görülenleri çağrıştırır;
hatta onları da aşar… Hakkaniyet ve adalet diye bir kaygısı olmayan,
sadece ve sadece düşman bellediğini hedef göstermek,
linç etmek ve yok etmek üzere inşa edilen mahkemeler…
Yorumlar kapatıldı.