İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Farklı Her Yerde Farklıdır

Bir dostum var, Şenol Bey. Belediyeden, yapı denetim merkezinden emekli.
Geçenlerde dostlarla bir aradaydık, görevlendirildiği bir olayı anlattı. Olay bu
ülkede yaşayan Azınlıkların çoğunluk gözünde ve devlet nezdinde nasıl görülüp
değerlendirildiğinin çarpıcı bir örneğiydi. Bir gün; “Samatya sahilindeki Ermeni
kilisesinde kaçak inşaat var” diye bir ihbar alırlar. Şenol Bey, ‘derhal
müdahale edilmesi, mühürlenip yıkılması’ talimatı ile görevlendirilir. Bir
ekiple şikayet yerine giderler. Gerçekten de kilisede bir şeylerin yapıldığı
görülür. Kilisenin akan çatısının onarımı yapılmaktadır. Kiremitleri
aktarılmakta, çürüyen tahtaları değiştirilmektedir. Kilise görevlileri
ellerindeki onarım projesini gösterirler ancak projede onay imzası ve mührü
yoktur. Şenol Bey durumu müdürüne bildirir, aldığı talimat doğrultusunda
kiliseye kaçak inşaat zaptı tutar, mühürleyip gider.

Kilise ilgilileri aylar öncesinden izin talepleri olduğu halde, bürokratik
süreçlerden henüz olumlu yanıt alamamışlar, kış da yaklaştığı için birazda kimi
ilgililerin iyi niyetine sığınarak işe başlamışlardı. Ama işe yaramamıştı.
Sonuçta kilise mühürlenir. Kilise yöneticileri Ankara’yla tekrar temasa geçerler
(muhtemelen o tarihlerde de var olan ve Azınlıklara ait her konuda tek yetkili
kurum olan Azınlık Tali Komisyonu’ndan) beklenen izin belediyeye bildirilir ve
mühür sökülür.

Çatı onarımı kilisede değil de camide olsaydı mühürlenir miydi?

Arkadaşıma ve orada bulunan dostlara şu soruları sordum:

  • Bu onarım işini yapan kilise olmayıp da cami olsaydı, kaçak inşaat yapıyor
    diye ihbar edilir miydi?
  • Böyle bir ihbar alan belediye yetkilileri o camiyi mühürleyip ceza zaptı
    tutmak üzere ekip gönderir miydi?
  • Oraya giden görevliler kiliseye yaptıkları işlemleri camiye de yaparlar
    mıydı?

Bu sorulara ‘evet’ diyen olmamıştı.

O kilisenin çatısı henüz onay çıkmadan aktarılıyor diye mühürlenirken, o anda
İstanbul’da ve Türkiye’nin dört bir yanında kim bilir kaç tane kaçak cami
inşaatı vardı? Ama siz bir kilise yapmaya kalkın bakalım bu mümkün mü? Baksanıza,
yirmi/yirmi beş bin civarında Alman, Rus ve diğer Hıristiyan’ın yaşadığı
Antalya’da bir kilise yapılması için nice zamandır uğraş veriliyor. Türklerin
yaşadıkları batı ülkelerinde sayıları ne olursa olsun böyle zorluklar var mı
dersiniz?

Dostlar bu soruya da ‘evet’ diyememişlerdi. Dahası bu gibi olaylara hiç böyle
farklı uygulama yapılıyor gözüyle bakmamışlardı. Farklıya farklı uygulama bu
ülkede bir nevi olağandı, kanıksanmıştı, normal gibi bir şeydi. Uygulamada
‘farklıya eşitlik’ ilkesi bizim resmi azınlık politikamızın litaratürüne henüz
girmediği için karşılaştırmalı sorularımdan sonra, dostlar bu farkı daha iyi
anlamışlardı.

Bizim için de öyle değil mi? Bize uygun görülen farklı uygulamaları olağan
karşılamıyor muyuz? Bu da bize normal görünmüyor mu? Bir kilisemizin, okulumuzun
bakım/onarım işini kolayca yaptığımızda nasıl da seviniyoruz. Zaten fazlasına
izin var mı?

Yasal düzenleme yapıldı ama ya uygulama yönetmeliği!

Biliyorsunuz vakıflarımızın yeni mülk edinebilmeleri ve mevcut mülkleri
üzerinde tasarruf yapabilmelerini sağlayan yasal düzenleme yapıldı. 11 0cak 2003
tarihinde resmi gazetede yayımlandı. Sevindik. Sevindik de sevincimiz uygulama
yönetmeliğiyle yazık ki kısa sürdü.Yönetmelik yasal hakların kullanımı için
“Vakıflar Genel Müdürlüğünün iznine tabidir” diye yazıyordu. Yani, diğer bir
deyişle yasal hakkın kullanımı ‘iradi karara’ bırakılıyordu. Yani, halen geçerli
olan ilkenin ‘eşitlik ilkesi’ değil ‘verilenle yetin’ ilkesi olduğunu bir kere
daha öğreniyorduk.

160 yıllık bir okul/kilse vakfımızın okul bölümünün bir kısmı ve okul
bahçesinin bulunduğu yer yapılan planda ‘kamu alanı’(kamulaştırılarak halka
açılacak yer) olarak görünüyor. Planını kullanım amacı doğrultusunda değiştirmek
istiyoruz. Vakıflar Bölge müdürlüğü 1999 tarihli yazısında ilgili belediyeye
“mümkün değildir” diye yanıt vermişti. AB trenine giriş vizesi aldığımız bu gün
plan değişikliği talebimizi tekrarladık. İrade AB yönünde gerçekleşip “mümkün”
şeklinde mi olur? Yoksa, umudumuz bir kere daha kırılmış olarak “böyle gelmiş
böyle gider” deyip hak aramayı yargıya mı havale edeceğiz?

Bunca zaman bekledik. Biraz daha bekleyip görelim.

Yorumlar kapatıldı.