İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Kürsat Bumin: ‘Melezliğin’ kapıda olduğu bir dünyada Ermenilerin önüne geçme gayreti de neyin nesi? – Yeni Safak

TV8’de yayımlanan "Açık Görüş" adlı programımızın bir ay kadar önceki bir
bölümünde konuşmacılarımız İstanbul Bilgi Üniversitesi’nden Ayhan Kaya ve Ferhat
Kentel’di. Birbuçuk saate yakın tartıştığımız konu da, bu iki araştırmacının "Eurotürkler"
adını verdiği tap taze bir araştırmanın sonuçları… Programı izleyenler ne
düşündü bilemem ama benim çok yararlandığım bir konuşma geçti aramızda. Nihayet,
birkaç cılız çalışmanın ardından Avrupa’ya uğurladığımız 3 milyona yakın
Türkiyeli göçmenin şu kadar yıl sonra kendilerini nasıl hissettikleri,
kendilerini hangi kültür dairesine ait gördüklerini ciddi bir araştırmanın
sonuçlarına dayanarak anlamaya çalışıyorduk… Vazgeçtik devletin bu büyük
topluluğa ilişkin son derece kayıtsız ve çıkarcı yaklaşımından, göçmenler söz
konusu olunda hiç değilse yirmi yıldır "dünyaya açıldığını" ısrarla savunan "toplum"
da her bakımdan özürlüydü. Hem de, Avrupa Birliği’ne girmenin milli bir amaç
olduğu bir ülkede. Kimin umurunda; üç milyon göçmeninin çoktan Avrupalı olduğu
kimin umurunda…

Neyse, şimdi bu dar yerde Kaya ve Kentel’in yürüttüğü araştırmanın
sonuçlarını aktaracak değilim. Ancak şu kadarını söyleyeyim ki, "Eurotürkler"in
maddi olduğu kadar manevi hayatları da müthiş bir dönüşüm içinde… Yakın
gelecekte Avrupa bambaşka bir Türk kolonisi ile karşılaşacak. Söz konusu koloni
tabii ki, isteyin ya da istemeyin giderek "melez" bir kimlikte kazanacak.

Madem söze "göçmenlik" ile başladık, benim ancak yakınlarda okuyabildiğim,
Umberto Eco’nun üç beş yazısını bir araya getiren 1997’de yayınlanmış bir
kitabından konumuzla ilgili bir tespiti de aktarmak istiyorum. Ünlü yazar, benim
şimdilik her ikisini de ancak tek bir Türkçe sözcükle, "göçmenlik"le
karşılayabildiğim iki kavramı ("immigration-immigre" ve "migration-migrant")
tanımlamakla işe başlıyor. (Yoksa bu kavramların hiç değilse türevlerini "göçmen"
ve "göçen" diye mi karşılasak?) Eco’ya göre, "immigration"lar politik olarak
kontrol edilebilir ve bu olgu göç alınan ülkeler tarafından sınırlanabilir,
teşvik edilebilir, programlanabilir. Ayrıca (yine yazara göre) "immigration" söz
konusu olduğunda gelinen-göçülen ülkenin yerlileri gelenleri ayrı tutmayı, bir "getto"da
tutmayı deneyebilir ve umut edebilir. Oysa "migration" söz konusu olduğunda
artık "getto" filan söz konusu değildir, çünkü göçenler göçtükleri ülkenin
kültürünü radikal olarak değiştirebilir. Dolayısıyla "melezleşme" kaçınılmazdır.

Siz ne dersiniz bilemem ama Eco’nun bu ayrımı yapması bence çok açıklayıcı.
Durun bitmedi: Eco bu önemli analiz ve tesbitten (Avrupalılara hitaben) şöyle
çok hoş sonuçlar da çıkarıyor: "Bundan böyle problem Paris’te ‘çarşaf’lı
öğrencileri kabul edip etmemek ya da Roma’ya kaç tane cami inşa edilip
edilmemesi değildir. Problem Avrupa’nın gelecek yüzyılda çokırklı, ya da tercih
sizin, "renkli" bir kıta olacağıdır. Ve bu böyle olacak; hoşunuza gitse de
gitmese de."

Çok hoş satırlar doğrusu… Aynı zamanda "saplantılı" Avrupalılar için çok da
yerinde uyarılar doğrusu…"Ve bu böyle olacak; hoşunuza gitse de gitmese de
böyle olacak."

Demek ki sadece Avrupa değil, artık hemen herkesin yer değiştirdiği bu
dünyada "saflık" arayışı ve ısrarı bir hayalden ibaret… "Melezlik" artık hemen
her toplumun kaderi haline geliyor…(Hiç de fena bir gelişme değil doğrusu.)

Ama pek güzel tahmin ettiğiniz gibi, bu gelişmeyi tanımak istemeyen, kovmaya
çalışan insanlar, çevreler de mevcut hâlâ. Nitekim geçenlerde bir gazetede bu "direniş"in
iyi bir örneği ile karşılaştım da. Hürriyet’in bir haberindeydi. Haberin başlığı
şöyleydi: "Erzurum’da bulunan heykelcik, resmi tezi sarsacak mı".

Hadi bakalım, bakalım "sarsacak" mı?!

Erzurum’un Pasinler ilçesi yakınlarındaki bir kazıya katılan arkeologlar, MÖ
1100-1500 yıllarına ait yumurta büyüklüğündeki insan başı heykelciliğini
bulmuşlar. Bulunan heykelciğin Prototürklere ait olduğu sanılıyormuş. Ve eğer bu
tez doğrulanırsa, Türklerin Anadolu’da 3500 yıldır yaşadığı kabul edilecekmiş.

Hadi bakalım kolay gelsin…

Kazılarda bulunan "insan başı heykelciği"nin önemini hemen tahmin
etmişsinizdir sanırım. Eğer işler arzu edilen yönde gelişirse, Erzurum’da
Ermeniler’den çok önce Türklerin yaşadığı ispat edilmiş olacak ve bu mevzuu da
böylece kapanacakmış!

Şaşırtıcı değil mi? Dünyanın bütün kıtaları "melezliğe" doğru hızla yol
alırken, kimileri Erzurum’un "ilk sahiplerini" bulma gayreti içinde.

Hadi bakalım kolay gelsin….

Yorumlar kapatıldı.