İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Madam’ları tükettikten sonra……

Birileri yazmalı. Hakkında birşey yazılmadan
kimse bu dünyadan göçüp gitmemeli….  
W. Saroyan

Bir rivayete göre Madam Anahit,  İstanbul meyhane
kültürü arşivini “fotoğraf” toplayarak oluşturmak
istersek en çok fotoğrafta yer alan kişi ünvanıyla tarihe
geçebilirmiş….Bu yazıyı okuyan dostlarda eğer
Çiçek Pasajı ya da Nevizade’de, 40 yıl içeresinde
(evet Madam tam 40 yıldır durmadan Çiçek Pasajında
akordeon çalıyordu) çekildikleri resimleri tozlandıkları
albümlerden – tenekelerden çıkartıp bakacak olurlarsa
Madam’ın akordeonunun muhakkak bir parçasını ya da en
güleç haliyle, en has pozuyla en beyaz dişleriyle mutlaka
bulacak- göreceklerdir.

Sokakta müzisyen ve kadın olmak

Çiçek Pasajı Istanbul’un ne kadar en tanınmış
merkezlerinden diyebiliyorsak Dünyanın da “meyhane merkezi” dersek
sanırım yanılmış olmayız… Madam Anahit de Entelektüel Cavit,
Bademci Mahmut Usta gibi Çiçek Pasajının sembolleşmiş bir
karakteriydi. Sanırım 90 kuşağına kadar doğan herkesin görmesede
adını – akordiyonun metnini- bişekilde duyduğu bir karakter. Bu kadar
“kulis”de kalmayı ve 78 yaşına kadar “sokak”ta saygı görerek
yaşamayı nasıl başarmıştı…. Cemal Süreya’nın “ …yarasini kuliste
saran bi soytari gibi” mısrasına atıfta bulunarak; Madam o kadar
sıkıntısını, yaşadıklarını, ağır hayat koşullarını nasıl da yakasındaki
gülle, dudaklarına bol gelen o kırmızı rujla, tizlerde kısalıveren
o buruk sesiyle,  tiril tiril elbiseleriyle sanırm en çok
da akordeonuyla kapatırdı…..

1926’da Talimhane’de eski Niagora manavı’nın karşısındaki evde
dünyaya gelmiş Madam Anahit. Ermeni cemaatinin tanınan bir
ailesinden geliyor, Annesinin babası Hazine-i Hazıra da müfettiş,
kardeşi genç yaşta intihar etmiş bir din adamı, Vosge Apeğa;
Öyle vaazlar verirmis ki kiliseden çıt çıkmaz,
söyledikleri günlerce konuşulurmuş evlerde. 1953 de alkolden
(!) vefat etmiş. Liseyi Ermeni Katolik Anaratoğutyun’da bitirmiş yani
şimdiki İstanbul Sanat Merkezi, en çok şapelini severmiş okulun
şimdi ise fresklerin üstü boyanmış halde öylece durur ne
yazık ki. Yazları sıkça gittiği Büyük adada
birgün  Rum komşularının oğlu Yorgo’ya aşık olmuş. Yorgo
akordeon çalıyor….Eh sebep bu ya Annesi ısrarlarına dayanamayıp
Anahit’e (daha Madamlığa çok var…) Yorgo’nun aşkına karşılık
Akordeon almış. Meraklısına sene 1944 Anahit 18 yaşında Yüksek
Kaldırımın zamanın ünlü dükkanı Papa Jorj’dan 170
liraya. İlk heyecanla Saint Antonio`a dua etmeye gitmişler ana-kız;
Akodiyon  kucağında…. O günden ölümüne 78
yaşına kadar hiç kucağından inmedi akordiyonu…

İlk ders

Papa Jorj’un aracılığıyla zamanın ünlü hocası Arto Benon’la
derslere başlamış Madam yine meraklısına 4 altın bir ders, o zamana
göre büyük para….. Önce Baver- Çerçin
ve bir sürü metod üstüne çalışmış, kendi
deyimiyle çabuk öğrenmiş. Bakmış ki Benon Bey’den alacağını
almış hoca değiştirmiş; Norayr Dırızyan…..İkinci hocası ve ilk kocası….
20 yaşında düğünlerde-nişanlarda çalmaya başlamış daha
sonraları “başarılı” olduğu ama kendi deyimiyle “cebi-delik başarı”lı
olduğu Çiçek Pasajı yılları başlamış.
Kocası mı? 17 yıllık beraberliklerinden sonra boşanma ve ayrı
geçen uzun 10 yıl sonrası tekrar Norayr beyle ikinci evlilik-
iki çocuk, Onnik ve Berç.
 Sebebi belli; “seviyorduk birbirimizi”

Uzun yıllar yaşadıkları Tarlabaşındaki binaları pek çok
İstanbullunun yakından hatırladığı tarihi yapı, konak, deniz manzarası
bırakmayan “Berbadettin talan” pardon dilimiz sürçtü
Bedrettin Dalan’lı yıllarda yıkılmış. 1988’de devletten parasını
alamayınca kiracı durumuna düşmüş Madam. Tek yaşadığı bu olsa
demek geliyor insanın içinden ama 6-7 Eylül olaylarında
yıllar boyu akordeon çalıp neşe verdiği insanların nasıl da bir
gecede “kurt” a dönüştüğünü, iki kadeh
ardından “büyük adamların” nasıl da
küçüldüklerini, “Madam” ın “Gavur”  olduğunu
birbir duymuş, görmüş ve en ağır şekilde “maddi
zorluklarıyla” beraber yaşamış…

Çiçek Pasajının ilk yılları kavga patırtı geçmiş
ta ki kendi mevkisini kazanması, “Madam “ olması yıllarını almış.
Öldüğü güne  kadar bir kere bile rakı-sigara
içmemiş. Çiçek Pasajından geçen
“ünlü” herkesle ahpablık kurmuş, üzüntülerine
gözyaşı sevinçlerine kahkaha olarak akordiyonuyla eşlik
etmiş. En çok “Papatya gibisin” ve “Yıldızların altında”
parçalarını çalıp söylemiş. Kendi hısmı Boncuk
restauranta arada bir akrabaları, dostları “cemaat üyeleri” yani
eski İstanbul çocukları da gelirse Ermenincesini patlatıp
“Ermenince şarkılar” da okurmuş….. Geceye buzlu suyla başlar sonra bol
vişne suyu içermiş çok acıktı mı paçanga
böreği yer, balık olarak da sadece Mezgit yermiş (merkalısına;
kılçıklı balık sevmezmiş)

Sorulduğunda oynadığı filmlerin sayısını kendisi de hatırlamaz; Babamın
suçu (Cüneyt Arkın), Adalet (Cüneyt
Arkın),Öğretmen (Kemal Sunal), Faize Hücum, Kadın ve Şarap,
Cennet Çocukları, Arkadaş, 24 Saat…..Kendisine göre
hayatının -Istanbul’un- en güzel yılları 30-35 yaşında olduğu
yıllar yani duvarından beraber çekildikleri resimlerini eksik
etmediği  Ayhan Işık’lı, Zeki Müren’li, Sadri Alışık’lı,
Kemal Sunal’lı, Yılmaz Güney’li……yıllar

En çok sevdiği “Akordiyonu” dışında bir de hayvanları
özellikle “kedileri” varmış Madam’ın. Tarlabaşı Bulvarı
açılmadan önce, yıkılan evinin bir odasında Hayvanları
Koruma Derneği faaliyetlerini başlatmış, 15 yıllık bir faaliyet
döneminden sonra, bir gün evleri istimlak (t(d)alan) edilmiş
ve her şey mahvolmuş. Evine gidenler anlatırlar eski İstanbul
adetlerine göre, likörlü, çikolatalı ve kahve
ikramlı bir ağırlama sunarmış mutlaka misafirlerine. Son yıllarda
misafiri de kalmadığından dostları sadece kedileri ve bir- iki kadim
dostuymuş, Beyoğluna ise çıkamaz olmuş.
Masasına çağıranları beğenmezse milyar da verseniz
“içtiğinize meze olmam” deyip cevaplarmış.

Yazının başında söylediğimiz gibi “fotoğraflarımıza” sessizce
konuk olan Madam Anahit biraz okuyucu araştırdığında görecektir ki
kaç yazıya, röportaja, kaç şiire konuk olmuştur.

Çiçek Pasajının gökyüzüne açık
tavanında akoridyon nağmeleri sahipsiz tam bir senedir. Yeri
doldurulamayacak Beyoğlu tarihinin bir rengi daha soluk artık.
Cenazesine 30 kişi katılmış. Binlerce, yüzlerce rakı sofrası-
belki bu yazıyı okuyan sizin bile- masalarına zamanında konuk olmuş “
Madam”ın cenazesine.
“Azınlıktı ve bağlı olduğu azınlıkta da azınlıktı” böylesi
marjinal bir kadın böylesi bir cenazeye layıkmıydı acaba..
Alkışlarla masamızdan başka bir masaya geçerken keşke alkışlarla
uğurlayabilseydik cenazesinde de Madam’ı … Her Pazar aksatmadan
gittiği, Beyoğlu Üç Horan Kilisesi rahibi Sahak Maşalyan’ın
cenaze vaazında söylediği gibi “Artık alkışlar tükendi”
söylediklerimizi  doğruluyor sanki.

Azınlıklar Avrupa Birliğine giriş sürecinde bir nevi
“özgürlüklerini kazanırken!?!” farkındalar mıdır ki
acaba bir nevi “biblo-nostalji” olduklarının ve artık kendilerinden
“zarar gelmeyeceğinin”. Televizyonlar-radyolar her dilden yayın
yapıyormuş, ana dil özgür olmuş, ….Hıh neye yaradı ki
tüm “Madam”ları tükettikten sonra……

Biz ne yapabiliriz şimdi diye düşünüyorsanız, sanırım en
güzeli 30 Ağustos günü Şişli Ermeni Mezarlığına
gidebilir yanınızda bir duble rakı biraz akordeon namesi
götürebilirsiniz (Tekrar meraklısına not: Anahit’in mezarının
tapusu Osmanlı tapusu imiş. Parasızlıktan tapuyu yenileyememiş.) Ya da
olmadı Nevi zade’de Çiçek Pasajı’nda şerefine bir kadeh
kaldırabilirsiniz…

40 yıldır kucağından düşürmediği Akordiyonu kim bilir
nerdedir şimdi? Ya kedileri? Gittiğin yerde yakandan
düşürmediğin gülünün kokusu ferahlatsın
içini…..
Toprağın bol olsun Madam Anahit….

Madam Anahit sergisine ne dersiniz? Elinizdeki Madam Anahit
fotoğraflarını toplayıp bir Madam sergisi açabiliriz
belki..neden olmasin?

( Madam Anahit sevenleri tarafindan 29 Agustos 2004 gunu Cicek
Pasajinda anilacak…)
Kaynak ve yazı alıntıları: Nebil
Özgentürk, Refik Durbaş, Vazken Değirmentaş, Arman Tayran,
İsmail Saymaz, Ekşi Sözlük…

Yorumlar kapatıldı.