İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Türkiye´nin laikliği hayli kırılgan

GUY COQ

Dünyada üç ülkenin güçlü bir laiklik deneyimi olduğunu söylemek gelenekseldir: Fransa, Meksika, Türkiye.

Türkiye deneyimi, 75 yıldır laiklik deneyimini yaşayan Müslüman bir ülke olması açısından çok değerli. Ayrıca, Türkiye’nin laiklik tarihine bakış temel sorgulama açısından da göz ardı edilemez: Çoğunluğu Müslüman bir ülkede, kalıcı bir laik devlet kurma umudu var mı?

1924 tarihli Kemalist anayasa, ‘Türk devleti, cumhuriyetçi, milliyetçi, halkçı, devletçi, laik ve devrimcidir’ der. Bu anayasa, din ve ibadet özgürlüğünü de tanır. 1982’de askerlerce yapılan son anayasa üç kelime kullanır: ‘Demokratik, laik ve sosyal devlet.’ Atatürk’ten itibaren, doğrudan başbakana bağlı bir diyanet kurumu, dini denetler. Kurum, Sünni olması gereken bir din adamınca yönetilir.

İlk sorgulama konusu burada. Aleviler nüfusun dörtte birini oluştururken ve Musevi ve Hıristiyan azınlıklar varken, yani toplum çokdinliyken, Türk laikliği, çoğunluktaki Sünniliğe, devlete bağlı bir tekel veriyor. Sünni imamlar, devletten maaş alıyor. Diğer Müslüman akımlar, eşitsiz bir muameleye maruz kalıyor. Fransa’nın yöneldiği laiklik ise rızalı bir çoğulculukla, tüm dinlere eşitlik sunar. Türkiye’deki din ve devlet ayrımı ordu tarafından titizlikle korunurken Fransa’da kamu finansmanı yapılmaması yoluyla dinlerin gerçek özgürlüğüyle sağlanır. Laiklik ve cumhuriyeti, demir yumrukla benimseten Atatürk’ün merkezi yeri, bu açıdan sorunlar yaratır.

Sonuç olarak, Türk laikliği, birçok açıdan genellikle özgürlükler aleyhine desteklenmiş gibi görünüyor. Bu durumda, tartışmaların merkezine bir soru geliyor:

İslami bir parti tarafından (AKP) demokratik şekilde elde edilen başarı, önce laiklik, ardından da özgürlükler açısından tehdit edici bir anlamda mı? Ya da Avrupa ve Fransa’daki Hıristiyan Demokratlarla benzerlikler arz eden bir olguya mı tanık oluyoruz?

Laiklik ilkesi, hiçbir dini ilke üzerine kurulmayan özerk bir toplum fikrini içerir; ayrıca din, bir anlamda kendini, devletin kendi kurumu içine her türlü müdahalesinden özgürleştirir. Burada her şey, manevi yaşama tam özgürlüğün önünü açan siyasi gücün sınırlandırılması ilkesine dayanır. Laiklik, her bir dinin, kamusal alana siyasi parti olarak müdahalesini de reddeder.

Türkiye’nin laiklik öyküsü, çok zengin. Hukuk ve eğitim kurumlarının tarihi ve devlet ile toplum arasında bazen çatışmalı karşılıklı etkileşim, çağdaş Türkiye’nin anlaşılması açısından büyük önem taşıyor. Zira 1982 anayasası, İslamı, ulusal birliğin çimentosu olarak kabul eder; din kültürü ve ahlak eğitimi böylelikle ilk ve ortaöğretimde zorunlu hale gelir. Ardından dinin toplumsal ve siyasi alandaki görünürlüğü vurgulanır. Sonuç olarak, bugünden bakarak Türk laikliğinin nereye gittiğini söylemek zor. Ayrıca, özgürlük ve laikliğin, düşmanlarının nihai zaferini içerme riskini sürekli taşıyan demokrasi ile birlikte var olup olamayacağını da önceden kestiremeyiz.

Ancak İslam’a meydan okuma karşısında, Fransa ve tüm Avrupa laikliğinin geleceğinin yansıyacağı yer Türk aynası olacak. (Filozof, 20 Temmuz 2004)

Yorumlar kapatıldı.