İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Gündüz Vassaf: Yabancılar için Türkiye – RADIKAL

Türkiye’yle ilgili ‘hassas’ konuları yabancılara
nasıl anlatıp tanıttığımız başlı başına bir konu.
Yeni tanıştığımız biriyle anlaşmanın en kolay yolu, küçük burjuva yemek sofrası
nezaket kurallarını uygulayıp, hiç politika konuşmamak. Şu politikacılar
olmasaydı herkes dünyada birbirleriyle gül gibi geçinirdi edebiyatı, ilişkimizin
pürüzsüz geçmesinin sigortası. Siyaset konusunda mangalda kül bırakmayan,
yakınlarına, sevdiklerine son derece kırıcı olabilen biri, o güne kadar hiç
tanımadığı bir yabancıyla, hele onunla yurtdışında tanışmışsa, süt dökmüş kedi
gibi olabiliyor. Böylece aynı yatak zıt görüşlere ev sahipliği yapabiliyor.
Bu yeni tanışla koklaştıkça, hele ortak bir düşman seziledursun, o zaman da vur
abalıya. İlişkiyi perçinleyen saldırının olası hedefleri telefon rehberini
dolduracak kadar çok. Bizi birbirimize yakınlaştıran kedi sevmeyenler de
olabilir emperyalistler de. Yeter ki ülkelerimize dokunmayalım. Ya da güzel
denizi, yemekleri, falanca müziği, yazarı gibi dünya mirasına ait olan
özellikleri üzerinde duralım. Karşılıklı ülkelerimizi pohpohlamakla geçen, hem
de birbirimiz hakkında neler neler bildiğimizi göstermemize vesile olan bu tür
ilişkide de, alan da memnun, veren de. Özellikle Türk-Yunan ilişkilerinde bu tür
yaklaşımlar çok.
Benim asıl üstünde durmak istediğim türden ‘Alan memnun veren memnun’ ilişkisi
farklı aitliklerden gelen kişilerin oluşturduğu ortak ideolijik birlikteliklerle
ilgili. Aynı marka gömlek ya da pabucu giyercesine takındığımız tavırlar
birbirimizi ve ülkelerimizi tanımamıza engel olabiliyor. Hatta bu tür
aitliklerin oluşturduğu beraberlikler, saçları çeşit çeşit renklerde olan
kişilerin hepsinin sarı peruk taktıkları bir topluluğu andırabiliyor.
Geçenlerde Türkiye ile ilgili yurtdışında bir konferansa gittim. Konu Ermeniler.
Konuşmacının anlattıklarının hemen hepsi bildiğim, çoğu hem fikir olduğum,
devletle uzun bir mücadele sonucu artık Türkiye’de de, sınırlı da olsa, giderek
okunan, tartışılan, şeyler. Sıra sorulara gelince anlıyorum ki toplantıdaki
dinleyiclerin çoğunun Türkiye hakkında bildikleri bir büyüteç altına
yaşattıkları kâbuslarıyla sınırlı. Konuşmada bu eksikliği gidermeye yönelik tek
bir bilgi yok. Onların gözünde konuşmacı da karanlıklar ülkesinden kaçabilmiş
eşsiz ve cesur bir kahraman. O da, belki gayriihtiyari de olsa, kendisine
yakıştırılan bu rolü itirazsız kabulleniyor. Türkiye’yi hiç görmemiş
dinleyicilerin kimliklerinin önemli bir parçası olan önyargılarını kıracağına,
bilakis pekiştiriyor. Toplantı bittiğinde oradakilerin bildikleri tekrarlanmış,
öfkeleri bileylenmiş, insanın birbirini tanıyıp nefretlerini barışa
yöneltebileceği günler bir kez daha ertelenmiş oluyor.
Burada konuşmacının yaklaşımı, Türkiye’de alışılagelen "Benim ülkemde sokaklara
kimse işemez" türünden tavrın ya da böyle bir şeyi inkâr etmek mümkün değilse,
nedenini milletimize toz kondurmayacak yerlerde aramamızın ve bunu genellikle
bir tek yabancıların sırtına yüklememizin tam zıddı.
Sanki yetişmemizde her birimiz yabancılar karşısında bu ülkenin büyükelçileri
olmamız gerekiyormuş gibi şartlandık. Buna isyan edenler arasında kendilerine
tam tersi bir konumu yakıştıranlar da var. Belki de bu nedenle birbirimize
‘şoven milliyetçi’ ile ‘vatan haini’ yaftalarını bu denli kolaylıkla
yapıştırıyoruz. Ve belki de Türkiye’yi sevmek ve eleştirmenin birbirini
dıştalayan değil bilakis tamamlayan şeyler olduğunu, hatta kendi
eleştirebilmenin, geçmişle hesaplaşabilmenin, bir yurtdaşlık ödevi olduğunu da
henüz benimsemiş değiliz. Yoksa, çifte standatrlarımızdan kurtulabilirsek,
yabancı olsun olmasın, kime neyi nasıl anlattığımız fark etmemeli.

Yorumlar kapatıldı.